Zühd Anlayışı ve Dünyevîleşme -2

Dünyevîleşen insanlar yalnızca kendi “ego”larını (benliklerini) düşünüp ona hizmet ederler. Böylesi insanlar hırslarının peşinde sürüklenirler, hattâ zaman içinde isteklerinin kölesi hâline gelirler. Hâlbuki dünyada çok kısa bir süre kalacak olan insanoğlu, ömrünü böyle hoyratça, pervâsızca, şuursuzca dünya peşinde koşarak geçirmemeli! Zira içinden hiç çıkmayacağımız ebedî bir âhiret hayatı bizi beklemektedir.

Bugünün dünyasında “sabır-kanaat-şükür” bereketi, yerini “lüks-israf-hırs-gösteriş”e bıraktı. Ve günümüz müslümanı, dış dünyanın câzibesi ile iç dünyanın hakîkatleri arasında sıkıştı kaldı. Neticede güyâ kendince “Çağa uyayım!” derken gevşeyen, dînî kâideleri önemsemeyen devrin insanına dönüşen müslüman, daha açıkçası “modern müslüman” tarzı ortaya çıktı.

Öyle ki, marka düşkünlüğünden tesettür defilelerine, tatil alışkanlıklarından flört ve erkek arkadaş kavramlarına kadar; başı kapalı(!) bayanların kafelerde nargile içmesinden sokaklarda sigara içmelerine varıncaya kadar bir yanlışlıklar zinciri devam etti ve ediyor. Eskiden kapalı mekânlarda el-ele, kol kola, diz-dize olan kız-erkek ilişkileri, şimdi sokaklarda, caddelerde, parklarda, ahlâk kuralları hiçe sayılarak sergileniyor. Bu hâller müslümanlar adına çıkmaz sokaktır. Böylesi bir “esneklik” ve “özgürlük” anlayışı kabul edilemez. Bu düpedüz edepsizliğin, ahlâksızlığın, terbiyesizliğin, ölçüsüzlüğün tâ kendisidir. İnsanlarda edep-hayâ kavramı bitti mi, onlar da bitti demektir.

Üzücüdür ki, bugün insanlar dînî, ahlâkî, sosyal ve ticârî durumlarda tamamen mevcut düzenin dayattığı dünyevî hâllere uygun davranış modelleri geliştirmişlerdir. İnsanların hâdiselere bakış tarzı, varlıkları algılama şeklinden tutun da, düşünme biçimine kadar, bütünüyle dünyevî bir hayat anlayışı şeklindedir. Dolayısıyla dünyevîleşme, “din karşıtlığı” olarak da yorumlanabilir. Bunun neticesinde din ve dînî kavramlar insanların hayatlarının dışına itilmiş, “dünyevî bir hayat tarzı” çok normal görülür olmuştur. Bu görüşün yaygınlaşması neticesinde müslümanların kimlik, kişilik ve şahsiyetleri parçalanmıştır.

Dünyevîleşme, bilhassa son yirmi-otuz yılda müslümanlar için çok ciddî bir problem hâline gelmiştir. Eğer bu süreç doğru yönlendirilmez ise, müslümanlar “modernleşme, çağdaşlaşma” sürecinin esiri olarak zâyi olup gidecekler. Güncel hayatın bize dayattığı dünyevîleşme macerasıyla artık hesaplaşma zamanımız gelmiştir. Dünyevîleşme problemine asırlar evvel Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- dikkat çekmiş ve mü’minleri gelecek tehlikeler hakkında uyarmıştır:

“Dünya sevgisi her türlü hatalı davranışların başıdır. Bir şeye olan aşırı sevgin, seni kör ve sağır yapar.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 125)

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- buyurur:

“Dünya arkasını dönmüş, âhiret ise yönelmiş geliyor. Bunlardan her ikisinin de kendisine has evlâtları var. Siz âhiretin evlâtları olun. Sakın ha dünyanın çocukları olmayın. Zira bugün amel var hesap yok, yarın ise hesap var amel yok!” (Buhârî, Rikak, 4)

Dünyayı yaşanan hayatın merkezine koymak, mü’minleri pişman olacakları acı âkıbetlerin eşiğine getirebilir. Bugünün müslümanları olarak en büyük problemimiz, îman ve ahlâk hususlarındadır. Bunun ana sebebi, âhiretten çok dünyaya önem vermemiz, yani “dünyevîleşme”mizdir.

Günümüzde dünyevîleşen müslümanlar, dünya-âhiret dengesinin dışında, israflarla bezeli, yanlışlarla donatılmış hayat yolunda, düşe kalka ilerliyorlar. Hayat standartlarının artmasıyla insanlar, sadece birkaç defa kullanacağı şeyleri almayı, lükse kaymayı mârifet sanıyorlar. Enerjisini devamlı olarak dünyaya sarf eden insanlar, hem bedenen hem rûhen yoruluyorlar. Neticede ne yazık ki, insanların âhiret hakikatini düşünecek mecâli kalmıyor. Zira devamlı tekrarlanan hayat gündemi, onu fazlasıyla meşgul ediyor.

Kur’ân-ı Kerîm’de “Akletmez misiniz?” diye pek çok âyet vardır. İşte onlardan biri:

“Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibârettir. Şüphesiz âhiret yurdu, korkup sakınanlar (takvâ sahipleri) için daha hayırlıdır. Akletmez misiniz?!” (el-En’âm, 32)

Akıllı müslüman, yaşarken imtihan hâlinde olduğunu unutmadan, âhiret gerçeğini uzaklarda görmeden, dünyaya aldanmadan, nefsinin ve şeytanın iğvâlarına kanmadan, müstakîm bir hayat çizgisi izlemeli ki, mutlu ve huzurlu olabilsin.

Pek tabi, dünya güzelliklerinden faydalanırken harama kaymadan, israflara dalmadan, meşrû olmayan yollara sapmadan, o nîmetlerden istifâde etmeli. Dünyaya gönül bağlamamalı, haddi aşmamalı.

“Ey mü’minler! Allâh’ın size helâl ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hudûdu da aşmayın! Doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez.” (el-Mâide, 87)

Bilinsin ki, dünya zevkleri, içimizde sakladığımız ihtirasların belirtisidir. İhtiraslar yerine getirildikçe, istekler artar. Artan istekler, kişileri haksızlığa, saldırganlığa, meşrû olmayan yollara yöneltir. Derken kişi, Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu prensiplere yüz çevirir, yüzünü nefsinin isteklerine döndürür. Bu doyumsuz arzu ve istekler, kişiyi dünyaya bağlar, gün gelir insan onun esiri olur. Hattâ bazen öyle olur ki, kişi vazgeçemediği istekleri sebebiyle kendisinin istikametini bozacak kimselerin elini-eteğini öper ve sonunda bu zelil hâller insanı felâketlerin eşiğine getirir.

İşte bu istenmeyen durumlara düşmemek için, insan, hayatının her aşamasında nefsiyle mücâdele etmeli, onun her arzusuna boyun eğmemeli, daima helâl ölçüler dâhilinde kalmalıdır. Dünyanın ayartıcı ve azdırıcı özelliklerinden dolayı insanoğlu her zaman dünyaya mesâfeli yaklaşmalıdır.

Büyüklerin şu sözleri ne kadar doğrudur:

“İnsan, haram malın azâbına, helâl malın hesâbına hazır olmak şartıyla dünya nîmetleriyle meşgul olmalıdır.”

“Gerçek zühd; varlığa sevinmemek, yokluğa üzülmemektir.”

Yazımızı bir âyet-i kerîmeyle sonlandıralım:

“Fakat siz (ey insanlar!), dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret, daha iyi ve daha bâkîdir.” (el-A’lâ, 16-17)

Gafletten uyanmamız duâsıyla…

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle