Kur’ân-ı Kerîm -hâşâ- bir tarih kitabı değildir, fakat hisse almamız için muhtevasında -peygamber kıssaları başta olmak üzere- pek çok târihî hakîkat bulunmaktadır. Her biri, insanoğluna bir ibret ve hikmet menbaı olarak nakledilen bu kıssalar, med-cezirlerle dolu hayat yolculuğunda, kişiye karşılaştığı hâdiseler karşısında Rabbimiz’in râzı olacağı hâl ve davranışları g...
Bu fânî imtihan âleminde alınacak en kıymetli diploma; son nefeste alınan îman şehâdetnâmesidir. O diplomayı alabilen sâlih kullara ne mutlu!.. Rabbimiz, rızâsı istikâmetinde takvâ üzere bir hayat yaşayabilmeyi cümlemize lûtfeylesin. Âmîn!..
Rabbimiz cümlemizi, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in izinde bir hayat yaşayıp huzûruna tertemiz bir sûrette çıkabilen bahtiyar kullarından eylesin. Âmîn!..
Bir insan, meslek, istidat ve kâbiliyet bakımından ancak belli birkaç hususta numûne kıvamına gelebilir ve ancak birkaç insana misal olabilir. Hâlbuki Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kendine mahsus husûsiyeti dolayısıyla herkesin başından geçmesi muhtemel olan her hâdisede yegâne misaldir.
İnsanın ahlâkı, bulunduğu muhite göre şekillenir. Gâfil insanların içinde bulunan ve onlarla ülfet eden güzel ahlâklı bir kimsenin, bu beraberliği neticesinde güzel hasletleri zaafa uğrar, nefsânî ve şeytânî vasıflar ona sirâyet etmeye başlar.
Tarih, kuru bir vâkıalar mecmuası değildir. Tarih bir milletin hafızası ve millî tecrübeler bütünüdür. Milletlerin kaderlerindeki iniş ve çıkış tecrübeleri ise, onların istikbâlini aydınlatacak en mühim ışık kaynağıdır.
İslâm nîmeti, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ve O’nun izini samimiyetle takip eden gayret-i dîniyye sahibi mü’minlerin fedakârlıkları sayesinde günümüze ulaştı. Bizler de dâimâ fedakârlıklarda bulunarak İslâm’ı gelecek nesillere taşımalı ve böylece Allâh’a ve Rasûl’üne karşı vefâ borcumuzu ödemeliyiz. Zira bu vefâ, îmânın en mühim alâmet-i fârika...
Her varlık, bakmasını bilene, Yaratıcı’sını tanıtan bir âyettir, delildir. Cenâb-ı Hak, kevnî, yani cismânî varlık âlemine dâir âyetlerin yer aldığı bu kâinat ile; kavlî, yani ifadeye aksetmiş âyetlerden müteşekkil Kur’ân’ı, bütün insanlığa, okunması gereken iki kitap olarak lûtfetmiştir. Bu iki kitap, ilâhî vahyin birbirini tefsir eden, iki farklı tecellîgâhıdır.
Hamdolsun, Rabbimiz bizleri bir Ramazân-ı Şerîf’e daha vâsıl eyledi. Ramazân-ı Şerîf, Allâh’ın haram kıldıklarından uzak kalmakla beraber, bazı helâllerden de uzak kaldığımız bir oruç ayı. Bu mübarek ay içerisinde nâzil olması dolayısıyla daha fazla yakınlık kurduğumuz bir Kur’ân ayı.
Unutmayalım ki âile olmak, nikâh akdi ile bir araya gelerek aynı çatı altında zâhiren bir arada yaşamaktan ibâret değildir. Âile olmak; hayatın med-cezirlerinde, acı ve tatlı zamanlarında, dâimâ bir ve beraber olabilmektir. Âdeta iki bedende tek yürekle yaşayabilmektir. Âile fertlerinden her bir şahsın, bir diğerine dâimâ muhabbetle ve gönülden davranması, onlara değer ...
Bugün en mühim iş, akâidimizi koruyabilmek. İslâm mükemmeldir, mükemmelin kendi dûnundakilere bir ihtiyacı yoktur. Bir müslüman; şahsiyetiyle, karakteriyle, giyimi, kuşamı, âdâbı ve örfüyle İslâmî bir hayatın içinde olacak. Îmânın vakârını, İslâm’ın şahsiyet ve karakterini dâimâ muhafaza edecek.
Hayatta âcizliği tattığı için yüreği de mahzun olan bir hasta, elbette dostlarının, akrabalarının ve komşularının kendisini arayıp sormasını, ziyaret etmesini arzu eder. Böyle gönlü yaralı bir hastayı ziyaret edip hâlini-hatırını sormak ve tesellî etmek, Allâh’ın rızâsına medâr olan mühim bir ictimâî kulluk vazifesidir.
Unutmamak îcâb eder ki, asıl gaflet, hata ve isyanda ısrar etmektir. Yapılan suç ne kadar ağır olursa olsun, kul hatasını îtiraf edip Cenâb-ı Hakk’a karşı samimî bir şekilde tevbe etmeli ve bir daha o günaha düşmemek için gayret göstermelidir. Günahları sadece Allâh’ın bağışlayacağını bilerek hatasının affı için O’na yalvarıp yakarmalıdır.
İnsana bir endam aynası olan bu cihan, sayısız ibret ve hikmet tecellîleriyle dolu ilâhî bir laboratuvar, ilâhî bir dershâne. Kâinatta Hâlık’ını, diri bir kalbe sahip insana tanıtmayan hiçbir zerre yok. Fakat ince gayeler ve nâzenîn hikmetlerle yoğrulmuş bu kâinat kitabını okuyabilmek, ancak kalben tekâmül etmiş kâmil mü’minlerin vasfı.
Allah Rasûlü’nün gönül dokusundan hisse almadan, O’nun ahlâkından nasiplenmeden, O’nun Sünnet’ine gönülden tâbî olmadan, Kur’ân’ı lâyıkıyla anlamak da doğru şekilde yaşamak da mümkün değildir.
Güçlü toplumlar, güçlü ailelerden meydana gelir. Güçlü aileler de daha ziyâde mânevî eğitim görmüş; yani nefs engelini aşmış, fazîletli annelerin eseridir. Bunun en güzel numûneleri, hanım sahâbîlerdir. Onlar yavrularının gönüllerini, Rasûlullah Efendimiz’in muhabbetiyle yoğurmuşlardır.
Pek tabiîdir ki gül, sümbül, karanfil gibi nâdide çiçeklerle bezenmiş bir bahçe üzerinden esen bir meltem, gittiği yerlere gönülleri mest eden râyihalar götürür. Bunun aksine, kokuşmuş mezbele ve leşler üzerinden geçip gelen bir rüzgâr da etrafa sadece o çirkin kokuları yayar, böylece nefesleri tıkayıp ruhları daraltır. Aynen bunun gibi, sâlih ve sâdıklardan gönüllere d...
Kurban; insanı tevekkül, teslîmiyet ve merhamette zirveleştiren, cimrilik ve mal sevgisinden kurtaran bir fedakârlık tâlimi. Gönülleri muhabbetle birbirine bağlayan, toplumda kardeşlik, yardımlaşma ve paylaşma duygularını geliştiren bir lûtf-i ilâhî. Cenâb-ı Hak tarafından bizlere zimmetli olan fukara ve gariplerin yaralı gönüllerine şifâ olabilmenin sevincini yaşatan, ...
Peygamberlerin dünyaya ait maddî bir mirası yoktur. Onların mirası, güzel ahlâk, karakter, merhamet, hakkı tevzî etmek ve Allâh’a lâyıkıyla kul olabilmekte bütün insanlığa sundukları “üsve-i hasene” yani emsalsiz örnek şahsiyet mirasıdır.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdu: “–Fâtıma! Allah -celle celaluh- babanı öyle mübarek bir dinle gönderdi ki, Allah bu dîni yeryüzündeki bütün evlere ve çadırlara ulaştıracak, kabul edenlere izzet bahşedecek, onunla mücadele edenleri ise zillete sürükleyecektir! Öyle ki bu din, gecenin kapladığı, yani hidâyetten mahrum olan bütün bölgele...
adîs-i şerîfte buyrulur: “Ey insanlar! Ölmeden evvel Allâh’a tevbe ediniz! Sizi meşgul edecek birtakım sıkıntı ve meşakkatlerle karşılaşmadan evvel, sâlih amellere koşunuz! Allâh’ı çok çok zikretmek ve gizli-açık bol bol sadaka vermek sûretiyle, O’nun, üzerinizdeki hakkını îfâya gayret ediniz ki rızka nâil olasınız, yardım göresiniz ve ıslâh edilesiniz!” (İbn-i Mâce, İk...
Aslında bu âlemde her zerre, diri bir gönle sahip insanla konuşmakta. Bütün varlıklar, hâl lisânıyla beyan durumunda. Kâinatta Hâlık’ını tanıtmayan hiçbir zerre yok! Ne güzel bir ifadedir: “Cenâb-ı Hak o kadar zâhirdir ki, zuhûrunun şiddetinden gâibdir.”
Ashâb-ı kirâm da, Cenâb-ı Hakk’ın hususî terbiyesi altında yetişen Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in muhabbet ve merhamet toprağında yeşerdi. O’nun rehberliğinde, târiflere sığmayan bir aşk iklîminde İslâm’ı yaşadılar. Nitekim onların ibadetlerindeki rûhâniyet, muâmelâtlarındaki zarâfet, ahlâklarındaki nezâket, gönüllerindeki letâfet, duygularındaki ...
Kalpte Allâh’a karşı haşyet ve takvâ hisleri uyandırmayan, Cenâb-ı Hakk’ın yüce kudreti karşısında, kişinin kendi “hiçlik”, “yokluk” ve “acziyet”ini idrâk ettirmeyen bir ilim, Hak katında yüksek fazîletinden bahsedilen ilim değildir. İlim, insanı kâinatta var olan her şeyi, Cenâb-ı Hakk’ın adıyla okuyabilmeye yönlendirmelidir. İslâm’ın insanı ulaştırmaya çalıştığı vas...
Cenâb-ı Hakk’ın dostluğuna erişebilmeyi mümkün kılan istîdatlarla müzeyyen kılındık. Fakat herkes bu dostluk kapısından geçmeye liyâkatli değil. Geçebilmek için, her köşesinde ayrı bir imtihan bulunan bu cihanda, gönül âlemini mâsivâdan, yani Allah’tan uzaklaştıran her şeyden temizlemek ve o kalbi, Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî esmâsıyla süslemek gerekiyor. Zira Rabbimiz, cemâ...
İslâm gerçek mânâda yaşanıldığı zaman, ecdâdımıza dünya hâkimiyeti ihsan oldu. Harita, bugünkü sınırlarımızın otuz misline çıktı. Fakat ne zaman ki gönüller, İslâm şahsiyet ve karakterinden uzaklaştı, kalpler rûhânî plandan ten planına kaydı, işte o zaman bu nimetler elimizden alındı.
Fahr-i Kâinât Efendimiz’in yüceliğini tam mânâsıyla kavramaya hiçbir beşerin gücü yetmez. Biz, O’nu kendi sınırlı idrâkimizle ölçemeyiz. Bir karıncanın uçsuz-bucaksız bir okyanustan alabileceği su miktarı nedir ki?
Bir mü’minin, ibadet ve âile hayatı, beşerî münâsebetleri, giyim-kuşamı, yeme-içmesi, oturup kalkması, yürümesi, bakması en güzel olması gerektiği gibi, konuşması da en güzel olmalı. Hatta mü’min, dâimâ sözün en güzelini söylemeye tâlip olmalı.
Şeyh Sâdî Hazretleri de bu hususta şöyle demektedir: “Dünyayı elde etmek, bir hüner ve mârifet değildir. Asıl hüner ve mârifet, gönül elde etmektir.” Dolayısıyla bu fânî hayatta en büyük felâket de, nazargâh-ı ilâhî olan bir gönlü yıkmak, bir kalbe diken batırmaktır.
Fahr-i Kâinât Efendimiz, bir tavaf esnâsında Kâbe’ye hitâben şöyle buyurmuştur: “(Ey Kâbe!) Sen ne kadar güzelsin ve kokun da ne güzel! Sen ne yücesin, senin hürmetin de ne büyük! Ama bu canı bu tende tutan Allâh’a yemin ederim ki, bir mü’minin Allah katındaki kıymeti, senin kıymetinden daha büyüktür. Mü’minin malının ve kanının hürmeti de böyledir.” (İbn-i Mâce, Fit...
Hayat, imtihan sırrına binâen, dâimâ düz bir çizgi üzerinde devam etmez. Bazen inişleri, bazen de çıkışları olur. Lâkin insanın îman bakımından hangi seviyede olduğunu gösteren ve gönül dünyasını aslî sûrette ortaya koyan, bu iniş-çıkışlarda sergilediği hâl ve tavırlardır. Yani bir mü’min, kavuştuğu bir imkân, nâil olduğu maddî bir servet veya kazandığı bir zafer dolayı...
Rahmet ve mağfiret iklîmi olan Ramazân-ı Şerîf’in son günlerini idrâk ediyor, son günlerine misâfir oluyoruz. Misafir olduğumuz bu günlerin içerisinde öyle bir gece var ki, Rabbimiz bizlere onu şöyle takdim ediyor: “Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır.” (el-Kadr, 3) Yani Cenâb-ı Hak, seksen küsur senelik ecri, bu bir gecede ikram ediyor.