Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Hay huy içinde geçen bir hayat sürüyoruz. Gün geçmiyor ki yeni dertler, tasalar, hastalıklar, savaş ve katliâm haberleri gelmesin. Gündem her an değişiyor. O kadar ki, herkesin elindeki telefon ve kilitlendiği ekranlar sayesinde neredeyse 3-5 yaşındaki çocuklar bile ekonomik ve siyâsî gelişmelerden, magazin haberlerinden uzak kalmıyor. Cümbür cemaat bütün âile, en harâretli tartışmaların ortasında yaşıyor.

Gerçekten bir taraftan dünya süratle ısınıyor; dünya çapında büyük gelişmeler bütün insanlığı kuşatıyor. Hastalıklar, kıtlıklar, savaşlar gittikçe küresel bir hâl alıyor. Yeni dünya düzeninin/savaşının ayak sesleri artık herkes tarafından rahat duyulur bir şekle dönüşüyor.

Bir taraftan insanlık büyük bir inanç ve ahlak boşluğu içinde boğuşup duruyor. Fert fert insanlar, toplumları ayakta tutan âileler, farklı sahalarda çalışan şirket ve müesseseler ile dünya sistemini oluşturan devletler büyük bir mânevî çöküş yaşıyorlar. Öyle bir halat ki, her bir parçası tutanın elinde kalıyor. Nesiller arasındaki boşluk büyüyor; çocuklar ve gençler, büyüklerini korkutacak oranda derin bir keşmekeşin içine sürükleniyorlar. Bundan hayvan, bitki ve cansız varlıklar da nasibini alıyor.

Âhiret günü geliyor, kıyamet yaklaşıyor; hep dediğimiz gibi… Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- böyle bir durumda ümmetine, “ağaç dikmeyi” tavsiye ediyor:

“Yarın kıyamet kopacağını bilseniz bile, bugün elinizdeki fidanı dikin!” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, s. 168; Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, III, 30)

Bu hadîs-i şerîf, elbette ilk anlaşıldığı şekliyle ziraati tavsiye etse de, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ümmetine:

-Yarına karşı ümitvar olmayı,

-Son âna kadar elimizden gelen hayırlı işlere devam etmeyi,

-Elimizdeki hayrı bir tarafa bırakarak faydasız korku ve panikle ne yapacağını bilmez bir hâle düşmemeyi öğretiyor aslında...

Biz müslümanlar, dünyanın da, hâdisâtın da sahipsiz olmadığını, hiçbir şeyin kendi başına/sebepsiz, hikmetsiz vukû bulmadığını biliyoruz, buna inanıyoruz.

Her ne kadar yaşanan hâdiselerin görünüşte fâilleri/aktörleri bulunsa da hakikatte Allâh’ın ilmi, irâdesi ve izni dışında hiçbir şey gerçekleşmez. O hâlde biz, öncelikle işin içindeki hikmet-i ilâhîyi, murâd-ı ilâhîyi görmeye çalışalım. Eğer buna gücümüz yetmiyorsa, aklımızın, ilmimizin, gücümüzün yettiği bütün hayırlara koşalım; bütün şerlerden uzak duralım. Neticede herkes gücü yettiğinden mesûl. Rabbimiz kimseye takatinin üstünde bir sorumluluk yüklememiş.

O hâlde gelin, Şaban ayının hitama erdiği, Ramazan Ayı’na kavuştuğumuz şu mübarek günlerin kıymetini bilelim. Gücümüzü aşan, konuştukça bizi yoran/üzen ve değiştiremeyeceğimiz şeylerle ilgili “boş gevezeliklerle” en kıymetli sermayemiz olan ömrümüzü heder etmeyelim. Bu gün ve geceleri; kendimiz, âilemiz, toplumumuz ve insanlık adına hayırlı işlerle geçirelim. Sâlih ameller işleyelim. Yaratılış maksadımıza uygun ibadetler yapalım. Geride açık kalacak güzel amel defterleri (sadaka-i câriyeler) bırakalım.

Hayırlarda öncü olalım. Hiç olmazsa hayır işleyelim, hayır konuşalım. Hayırlı bir şeyler yapamıyorsak bari şerden, şerli ortamlardan/insanlardan uzaklaşalım. Bu Ramazan’ı, hayatımızın milâdı yapalım. Zira her geçen gün, bizim ömrümüz de, insanlığın ömrü de kısalıyor. Geride kalan günlerimiz, geçip giden günlerimizden hayırlı ve bereketli olsun. En güzel ânımız, Rabbimize vuslat ânımız olsun. Âmin.

Muhterem Okuyucularımız;

Hay huy içinde geçen bir hayat sürüyoruz. Gün geçmiyor ki yeni dertler, tasalar, hastalıklar, savaş ve katliâm haberleri gelmesin. Gündem her an değişiyor. O kadar ki, herkesin elindeki telefon ve kilitlendiği ekranlar sayesinde neredeyse 3-5 yaşındaki çocuklar bile ekonomik ve siyâsî gelişmelerden, magazin haberlerinden uzak kalmıyor. Cümbür cemaat bütün âile, en harâretli tartışmaların ortasında yaşıyor.

Gerçekten bir taraftan dünya süratle ısınıyor; dünya çapında büyük gelişmeler bütün insanlığı kuşatıyor. Hastalıklar, kıtlıklar, savaşlar gittikçe küresel bir hâl alıyor. Yeni dünya düzeninin/savaşının ayak sesleri artık herkes tarafından rahat duyulur bir şekle dönüşüyor.

Bir taraftan insanlık büyük bir inanç ve ahlak boşluğu içinde boğuşup duruyor. Fert fert insanlar, toplumları ayakta tutan âileler, farklı sahalarda çalışan şirket ve müesseseler ile dünya sistemini oluşturan devletler büyük bir mânevî çöküş yaşıyorlar. Öyle bir halat ki, her bir parçası tutanın elinde kalıyor. Nesiller arasındaki boşluk büyüyor; çocuklar ve gençler, büyüklerini korkutacak oranda derin bir keşmekeşin içine sürükleniyorlar. Bundan hayvan, bitki ve cansız varlıklar da nasibini alıyor.

Âhiret günü geliyor, kıyamet yaklaşıyor; hep dediğimiz gibi… Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- böyle bir durumda ümmetine, “ağaç dikmeyi” tavsiye ediyor:

“Yarın kıyamet kopacağını bilseniz bile, bugün elinizdeki fidanı dikin!” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, s. 168; Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, III, 30)

Bu hadîs-i şerîf, elbette ilk anlaşıldığı şekliyle ziraati tavsiye etse de, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ümmetine:

-Yarına karşı ümitvar olmayı,

-Son âna kadar elimizden gelen hayırlı işlere devam etmeyi,

-Elimizdeki hayrı bir tarafa bırakarak faydasız korku ve panikle ne yapacağını bilmez bir hâle düşmemeyi öğretiyor aslında...

Biz müslümanlar, dünyanın da, hâdisâtın da sahipsiz olmadığını, hiçbir şeyin kendi başına/sebepsiz, hikmetsiz vukû bulmadığını biliyoruz, buna inanıyoruz.

Her ne kadar yaşanan hâdiselerin görünüşte fâilleri/aktörleri bulunsa da hakikatte Allâh’ın ilmi, irâdesi ve izni dışında hiçbir şey gerçekleşmez. O hâlde biz, öncelikle işin içindeki hikmet-i ilâhîyi, murâd-ı ilâhîyi görmeye çalışalım. Eğer buna gücümüz yetmiyorsa, aklımızın, ilmimizin, gücümüzün yettiği bütün hayırlara koşalım; bütün şerlerden uzak duralım. Neticede herkes gücü yettiğinden mesûl. Rabbimiz kimseye takatinin üstünde bir sorumluluk yüklememiş.

O hâlde gelin, Şaban ayının hitama erdiği, Ramazan Ayı’na kavuştuğumuz şu mübarek günlerin kıymetini bilelim. Gücümüzü aşan, konuştukça bizi yoran/üzen ve değiştiremeyeceğimiz şeylerle ilgili “boş gevezeliklerle” en kıymetli sermayemiz olan ömrümüzü heder etmeyelim. Bu gün ve geceleri; kendimiz, âilemiz, toplumumuz ve insanlık adına hayırlı işlerle geçirelim. Sâlih ameller işleyelim. Yaratılış maksadımıza uygun ibadetler yapalım. Geride açık kalacak güzel amel defterleri (sadaka-i câriyeler) bırakalım.

Hayırlarda öncü olalım. Hiç olmazsa hayır işleyelim, hayır konuşalım. Hayırlı bir şeyler yapamıyorsak bari şerden, şerli ortamlardan/insanlardan uzaklaşalım. Bu Ramazan’ı, hayatımızın milâdı yapalım. Zira her geçen gün, bizim ömrümüz de, insanlığın ömrü de kısalıyor. Geride kalan günlerimiz, geçip giden günlerimizden hayırlı ve bereketli olsun. En güzel ânımız, Rabbimize vuslat ânımız olsun. Âmin.

Muhterem Okuyucularımız;

Hay huy içinde geçen bir hayat sürüyoruz. Gün geçmiyor ki yeni dertler, tasalar, hastalıklar, savaş ve katliâm haberleri gelmesin. Gündem her an değişiyor. O kadar ki, herkesin elindeki telefon ve kilitlendiği ekranlar sayesinde neredeyse 3-5 yaşındaki çocuklar bile ekonomik ve siyâsî gelişmelerden, magazin haberlerinden uzak kalmıyor. Cümbür cemaat bütün âile, en harâretli tartışmaların ortasında yaşıyor.

Gerçekten bir taraftan dünya süratle ısınıyor; dünya çapında büyük gelişmeler bütün insanlığı kuşatıyor. Hastalıklar, kıtlıklar, savaşlar gittikçe küresel bir hâl alıyor. Yeni dünya düzeninin/savaşının ayak sesleri artık herkes tarafından rahat duyulur bir şekle dönüşüyor.

Bir taraftan insanlık büyük bir inanç ve ahlak boşluğu içinde boğuşup duruyor. Fert fert insanlar, toplumları ayakta tutan âileler, farklı sahalarda çalışan şirket ve müesseseler ile dünya sistemini oluşturan devletler büyük bir mânevî çöküş yaşıyorlar. Öyle bir halat ki, her bir parçası tutanın elinde kalıyor. Nesiller arasındaki boşluk büyüyor; çocuklar ve gençler, büyüklerini korkutacak oranda derin bir keşmekeşin içine sürükleniyorlar. Bundan hayvan, bitki ve cansız varlıklar da nasibini alıyor.

Âhiret günü geliyor, kıyamet yaklaşıyor; hep dediğimiz gibi… Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- böyle bir durumda ümmetine, “ağaç dikmeyi” tavsiye ediyor:

“Yarın kıyamet kopacağını bilseniz bile, bugün elinizdeki fidanı dikin!” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, s. 168; Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, III, 30)

Bu hadîs-i şerîf, elbette ilk anlaşıldığı şekliyle ziraati tavsiye etse de, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ümmetine:

-Yarına karşı ümitvar olmayı,

-Son âna kadar elimizden gelen hayırlı işlere devam etmeyi,

-Elimizdeki hayrı bir tarafa bırakarak faydasız korku ve panikle ne yapacağını bilmez bir hâle düşmemeyi öğretiyor aslında...

Biz müslümanlar, dünyanın da, hâdisâtın da sahipsiz olmadığını, hiçbir şeyin kendi başına/sebepsiz, hikmetsiz vukû bulmadığını biliyoruz, buna inanıyoruz.

Her ne kadar yaşanan hâdiselerin görünüşte fâilleri/aktörleri bulunsa da hakikatte Allâh’ın ilmi, irâdesi ve izni dışında hiçbir şey gerçekleşmez. O hâlde biz, öncelikle işin içindeki hikmet-i ilâhîyi, murâd-ı ilâhîyi görmeye çalışalım. Eğer buna gücümüz yetmiyorsa, aklımızın, ilmimizin, gücümüzün yettiği bütün hayırlara koşalım; bütün şerlerden uzak duralım. Neticede herkes gücü yettiğinden mesûl. Rabbimiz kimseye takatinin üstünde bir sorumluluk yüklememiş.

O hâlde gelin, Şaban ayının hitama erdiği, Ramazan Ayı’na kavuştuğumuz şu mübarek günlerin kıymetini bilelim. Gücümüzü aşan, konuştukça bizi yoran/üzen ve değiştiremeyeceğimiz şeylerle ilgili “boş gevezeliklerle” en kıymetli sermayemiz olan ömrümüzü heder etmeyelim. Bu gün ve geceleri; kendimiz, âilemiz, toplumumuz ve insanlık adına hayırlı işlerle geçirelim. Sâlih ameller işleyelim. Yaratılış maksadımıza uygun ibadetler yapalım. Geride açık kalacak güzel amel defterleri (sadaka-i câriyeler) bırakalım.

Hayırlarda öncü olalım. Hiç olmazsa hayır işleyelim, hayır konuşalım. Hayırlı bir şeyler yapamıyorsak bari şerden, şerli ortamlardan/insanlardan uzaklaşalım. Bu Ramazan’ı, hayatımızın milâdı yapalım. Zira her geçen gün, bizim ömrümüz de, insanlığın ömrü de kısalıyor. Geride kalan günlerimiz, geçip giden günlerimizden hayırlı ve bereketli olsun. En güzel ânımız, Rabbimize vuslat ânımız olsun. Âmin.

Muhterem Okuyucularımız;

Hay huy içinde geçen bir hayat sürüyoruz. Gün geçmiyor ki yeni dertler, tasalar, hastalıklar, savaş ve katliâm haberleri gelmesin. Gündem her an değişiyor. O kadar ki, herkesin elindeki telefon ve kilitlendiği ekranlar sayesinde neredeyse 3-5 yaşındaki çocuklar bile ekonomik ve siyâsî gelişmelerden, magazin haberlerinden uzak kalmıyor. Cümbür cemaat bütün âile, en harâretli tartışmaların ortasında yaşıyor.

Gerçekten bir taraftan dünya süratle ısınıyor; dünya çapında büyük gelişmeler bütün insanlığı kuşatıyor. Hastalıklar, kıtlıklar, savaşlar gittikçe küresel bir hâl alıyor. Yeni dünya düzeninin/savaşının ayak sesleri artık herkes tarafından rahat duyulur bir şekle dönüşüyor.

Bir taraftan insanlık büyük bir inanç ve ahlak boşluğu içinde boğuşup duruyor. Fert fert insanlar, toplumları ayakta tutan âileler, farklı sahalarda çalışan şirket ve müesseseler ile dünya sistemini oluşturan devletler büyük bir mânevî çöküş yaşıyorlar. Öyle bir halat ki, her bir parçası tutanın elinde kalıyor. Nesiller arasındaki boşluk büyüyor; çocuklar ve gençler, büyüklerini korkutacak oranda derin bir keşmekeşin içine sürükleniyorlar. Bundan hayvan, bitki ve cansız varlıklar da nasibini alıyor.

Âhiret günü geliyor, kıyamet yaklaşıyor; hep dediğimiz gibi… Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- böyle bir durumda ümmetine, “ağaç dikmeyi” tavsiye ediyor:

“Yarın kıyamet kopacağını bilseniz bile, bugün elinizdeki fidanı dikin!” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, s. 168; Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, III, 30)

Bu hadîs-i şerîf, elbette ilk anlaşıldığı şekliyle ziraati tavsiye etse de, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ümmetine:

-Yarına karşı ümitvar olmayı,

-Son âna kadar elimizden gelen hayırlı işlere devam etmeyi,

-Elimizdeki hayrı bir tarafa bırakarak faydasız korku ve panikle ne yapacağını bilmez bir hâle düşmemeyi öğretiyor aslında...

Biz müslümanlar, dünyanın da, hâdisâtın da sahipsiz olmadığını, hiçbir şeyin kendi başına/sebepsiz, hikmetsiz vukû bulmadığını biliyoruz, buna inanıyoruz.

Her ne kadar yaşanan hâdiselerin görünüşte fâilleri/aktörleri bulunsa da hakikatte Allâh’ın ilmi, irâdesi ve izni dışında hiçbir şey gerçekleşmez. O hâlde biz, öncelikle işin içindeki hikmet-i ilâhîyi, murâd-ı ilâhîyi görmeye çalışalım. Eğer buna gücümüz yetmiyorsa, aklımızın, ilmimizin, gücümüzün yettiği bütün hayırlara koşalım; bütün şerlerden uzak duralım. Neticede herkes gücü yettiğinden mesûl. Rabbimiz kimseye takatinin üstünde bir sorumluluk yüklememiş.

O hâlde gelin, Şaban ayının hitama erdiği, Ramazan Ayı’na kavuştuğumuz şu mübarek günlerin kıymetini bilelim. Gücümüzü aşan, konuştukça bizi yoran/üzen ve değiştiremeyeceğimiz şeylerle ilgili “boş gevezeliklerle” en kıymetli sermayemiz olan ömrümüzü heder etmeyelim. Bu gün ve geceleri; kendimiz, âilemiz, toplumumuz ve insanlık adına hayırlı işlerle geçirelim. Sâlih ameller işleyelim. Yaratılış maksadımıza uygun ibadetler yapalım. Geride açık kalacak güzel amel defterleri (sadaka-i câriyeler) bırakalım.

Hayırlarda öncü olalım. Hiç olmazsa hayır işleyelim, hayır konuşalım. Hayırlı bir şeyler yapamıyorsak bari şerden, şerli ortamlardan/insanlardan uzaklaşalım. Bu Ramazan’ı, hayatımızın milâdı yapalım. Zira her geçen gün, bizim ömrümüz de, insanlığın ömrü de kısalıyor. Geride kalan günlerimiz, geçip giden günlerimizden hayırlı ve bereketli olsun. En güzel ânımız, Rabbimize vuslat ânımız olsun. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle