Sürme Çektim Gözüme

“Ey îmân edenler! Allâh’ın ve Rasûlü’nün huzûrunda öne geçmeyin. Allah’tan korkun. Çünkü Allah, hakkıyla işiten, her şeyi bilendir.” (el-Hucurât, 1)

* * *

Unuttum hakîkati, kendimi hakikî bir varlık zannettim. “Ben” dedim, “bence” dedim, “bana göre” dedim; vahyin karşısında vahşî nefsin sultasında olan aklım bilendikçe bilendi. Kâh Firavun oldum, kâh Nemrud… İsimler değişti, vahyin pusulasından çıkınca sergilenen isyan ise hiç değişmedi.

Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurur Mesnevî’de:

“Mâdemki peygamber değilsin, ümmet ol! Mademki padişah değilsin, teba cümlesinden bulun.

Âriflerin izinden yürü ve sükût et. Kendinden bir rey ihdâs edip de zahmet çekme! Bir mürşid ve muallimin emrine inkıyâd ederek izinde yürü ve sükût et! Yoksa istîdat ve kâbiliyet sahibi bile olsa, kâmillik dâvâsına kalkıştığından, değişir, çarpılır ve istîdâdını kaybedersin.”

Bir karar vermeliydim, kıymetli bir Şâh’a kul, yoluna toz, biricik bendesi olmalıydım. Elimde avucumda ne varsa, “ben” dedikçe kaybettim. Ne diyordu, Mevlânâ Hazretleri; “Onların huzûrunda tevâzû ile durup baş eğmez, teslim olmaz, sükût etmez isen istîdatlarını kaybedersin!”

Bir düşünsene, öyle olmadı mı? Konuşan dillerin kaç vakit lâl oldu, bilinir adresin kayboldu… Hep görünürken yok oldun, bir selâmını alan az oldu…

Sen Rahmân’a dost olana dost ol ki, Rahmân sana dost olsun ve bütün mevcûdât ile seni dost kılsın.

“-Sabret!” dedi Dost dâim, “Sabret…”

“-Şimdilik ayakkabı dikiciliğine râzı ol ve sabret… Yoksa, sabretmezsen yamacılık ve eskiciliğe düşersin!”

Ne diyordu Yunus Emre Hazretleri:

Beni bir dağda buldular

Kolum kanadım yoldular

Dolaba lâyık gördüler

Derdim vardır inilerim…

Bu şiir, seyr u sülûk içerisinde karşılaşılacak imtihanlar, sabır ve sükût yolculuğu âdeta… Sen türlü türlü ilim al, makam al, rütbe al; şâh ol zihinlerde, şöhret bul nefsâniyet saraylarında… Sırmadan kaftanların, altından kemerlerin, ipekten elbiselerin olsun… Sonra adın dertli dolap olsun! Sen bir dağın kıymetli ağacısındır, bu ağaçtan taht olur, heybetli heybetli sütunlar olur… Neden “Dolap olsun!” denilir ki bu kıymetli ağaca? Dolap dediysek, oymalı, cilâlı elbise dolabı sanma! Buradaki dolap, kuyudan su çıkarmaya yarayan düzenek (su çıkrığı) mânâsındadır. O döndükçe dertli dertli inler ve Yunus ona sorar derdini:

“Dolap niçin inilersin?” diye.

O dolap, mânevî yolculuktaki insandır. Ruhlar âleminden koparılmış, bu dünyaya gönderilmiş, Kaf Dağları’na lâyık gördüğü nefsine ne roller, ne roller biçilmiş…

Peki, bu dünya mâdem böyledir, mâdem yolculuğu çetindir, mâdem ne ise kıymetli sana canından, imtihan ondan verilir; peki nedir gerekli olan, bu sıkıntıdan kurtulmak için? Ve en güzel tavrı sergilemek için, ne yapmak gerekir?

Hemen cevap gelir beyit beyit;

“O Sultânü’l-Enbiyâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: Bu tevhid ummânında, gemi benim. Yahut o selâmet gemisi, benim can gözüme vâris ve makâmıma halife olan zâttır.

Biz Muhammedîler, o denizde Nûh’un gemisi gibiyiz. Ey yiğit, sakın o gemiden yüz çevirip ayrılma! Hazret-i Nûh’un müşrik olarak boğulan oğlu Kenan gibi, «Dağa çıkar da kurtulurum!» deme! Kur’ân’dan «Bugün Allâh’ın hükmünden ancak O’nun esirgedikleri kurtulacaktır!» (Hûd, 43) âyetini işit.”

Bu gemi, hep gösterilen gemi aslında… Adım kadar âşinâyım vasfına, ömrüm gibi kuşatmıştır her yanda… Bu gemi, kadîm bir öğüttür; o varlıklar yaratılmadan önce var olmuş, her var olacak o büyük sır ile efsunlanmıştır.

O gemi, varlık tohumundan daha eski, hep durur limanda; içi uçsuz bucaksız geniş, teslîmiyet biletini alana el sallamada…

Kendimden önce o sevdayı tanımışım ben, aynalar sûret olarak hep o sevgiliyi yansıtmış aslında… Ben diplere düşmemişim en karanlıklarda; Sevgili’nin gönül sarayından düşünce, hiçbir ilaç tedavi olamamış bana… Bu heyulâ bir kördüğüm…

“Aç düğümü sultânım! Bütün düğümlerin çözümü, senin o güzel gülüşün!..”

“İşin sonunu bugünden görebilirsin. Sonu görecek gözünü, gafletle kör hâline getirme!” dedi Sevgili… Gafletmiş meğer gözümün önünü görememe sebebim… Bir Hak dostu gafleti şöyle anlatır:

“Uzuvların narkoze edilmesi gibidir gaflet... Nasıl ki uyuşturulmuş bir organı kesip atsan acı hissetmezsin, gafletle uyuşmuş gönül de hakikate âmâdır, gözünün önünde nice hakikatler cereyan etse de hissiyat olmaz orada!..”

Öyle bir sır ver ki Dost, bir daha hiç bulaşmamacasına temizleneyim gafletten… Ben koşarken deli dîvâne, kaçtığımı zannederken, battıkça batmışım bu bataklığa... Oysaki ne sağlam gördüğüm kalelerim vardı. Burası da sırça ise, kuvvetli dayanaklarım tek tek yıkıldı ise, hadi bana sarsılmaz bir sığınak söyle:

“Her an bu düşüp kalkmayı istemiyorsan bir insan-ı kâmilin ayak bastığı toprağı gözüne çek. O insan-ı kâmilin ayağının tozunu gözüne sürme yap da bu külhânîliği başından at!

Sen makbul-i ilâhî olan kimselerin hâk-i pâyini sürme gibi gözüne çek ki, o sürme gözü hem yakar, hem de aydınlatır.”

Şimdi anladım; şifa imiş bu yanmalar aslında… Yârin elinde diken, üstümü başımı yaralar, kanatırken, bana yeni bir isim veriliyormuş aslında…

O uykusuz gecelerin müsebbibi bu sevdâdır. Bu sevdâ, Senin celâl görünümlü lûtfunu çağırmadadır. Ayağının tozu şifâdır kaderime… Bu ömür Sensiz ise, bunun adı bir kelebeğin çırpınışıdır.

Ey doğanım! Ey keskin bakışları her dâim yol gösterenim, ey dertli başımdaki dertleri bir nazarı ile silenim! Gözlerim de Sen’in; şu gönlüm de, ömrüm de… Sonsuzluk iklîminden bahşedilmiş adın, sevdamın tadı olsun... Benim bahtım ise, ayağının tozu olsun… Ayağının tozunu sürme diye çektiğim gözüm, sadece Sana baksın, sadece Seni görsün, sadece Seninle tamam olsun…

 

Not: Mevlânâ’nın Mesnevî beyitleri (15723-15750 arası), Tâhirü’l-Mevlevî (Olgun) Şerhi’nden iktibas edilmiştir.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle