Annelik Nereden Öğrenilir

Ömrümün bir kısmı, yetiştirmeye çalıştığım evlâdım için en doğru olanı bulmaya çalışmakla geçti. Bulabildim mi? Allâhu a’lem... Diyelim ki, buldum. Netice istediğim gibi mi olacak? O da Allâhu a’lem… Bu işin kısa vadesi var, uzun vadesi var. En nihayetinde Rablerine emanetler...

İşte o düşüne düşüne bunaldığım, kitap sayfaları arasında kaybolduğum zamanlarda aklıma şöyle bir şey gelmişti: Tamam, bu kaynakların işe yarar bir tarafı vardır. Peki, neden gönlümü bir türlü teskîn etmiyor. Ya boyumu aşıyor, ya herhalde ben bir yerde yanlış yaptım hissine götürüyor ya da tamamen beni sebepler dairesine hapsedip sanki çocuğa tesir eden başka hiçbir faktör yokmuş gibi, her şeyi anne üzerinden şekillendiriyordu. Bu da tabi ki bir anneyi bir yandan rahatlatırken bir yandan da bir kafese hapsediyordu. Velhâsıl, biz anneliği pedagoglardan öğrenmeye çalışıyoruz. Kötü mü? Hayır. Ama sığ...

 İşte o sıralar, Hazret-i Hatice’nin anneliğini düşündüm. Keşke görebilseydim, keşke bilseydim de başka bir şeye ihtiyacım kalmasaydı. Hazret-i Fâtıma’nın anneliği meselâ... Nasıldı? Sahâbe hanımlar nasıl bir anneydi. Onlar da kardeş kıskançlığı olacak mı diye endişelendi mi, çözüm üretti mi? Onlar da bütün gün onlarla oynadı mı? Ya da “Çocuğa uyaran lâzım!” diyerek ne hedefliyorlarsa, o maksatla materyal sundular mı? Yavrularına arkadaş bulmaya çalıştılar mı? Dînî eğitimleri kaç yaşında başlamalı, mükâfât vermeli miyim, tuvalet eğitimine bu yıl mı başlasam diye uzun uzun düşündüler mi?

Biliyorum, biliyorum, tuhaf… Anlatıyorum biraz… Ama siz anladınız beni… Onlar neye takılmışlardı en çok? En çok neyi, ne şekilde önemsemişlerdi? Acaba biz başka ayrıntılarda boğulup asıl olması gerekeni atladık mı? Kim bilir…

Fakat ilginç olan şu ki, o güzel insanların hayatını araştırdığımda anneliklerine dair neredeyse tek bir ize rastlayamadım. Evet, Peygamber Efendimiz’in hayatında çocuk terbiyesine dair bazı ölçüler vardı ve bunlar temel için yeterdi. Ama bir kadın görmek istemişti gönlüm... Bir anne seyretmek istemişti. Ama hiçbir iz yoktu yahut ben bulamadım. Böylesine önemli bir mevzuda acaba neden Hazret-i Hatice, Hazret-i Fâtıma gibi nâdide şahsiyetlerden örnek yok acaba diye tefekkür ederken şöyle bir cevap geldi:

“-Eğer gelmesini dileseydi Rabbim, ayrıntılı bir şekilde gelirdi örnekler...”

O an bir aydınlanma oldu içimde. Annelik acaba özünde hissetme sanatı mıydı? Örneklere göre ezbere gitmek değil de zamana, zemine, her çocuğun biricik fıtratına, her hâdisenin kendi içindeki dinamiklerle, çocuğun o anki hâline, tavrına, annenin kendi fıtratına göre değişen inanılmaz bir basîret ve firâsetle bunları sezebilen ve gönlünde en doğruyu, Allâh’ın yardımıyla bulabilen kul bir anne, sâliha bir anneydi aslolan belki de…

Kadının fıtratına kodlanmış bir hissiyattı belki de bunu hissedebilmek... Hani kadınlar erkekleri de kendileri gibi sanıp “Ben söylemeden bilsin, ben söylemeden hissetsin, ben söyledikten sonra ne kıymeti var!” diyor ya, erkeğin beyin yapısını, mantık ve duygu dünyasını bilmeden… İşte belki de hep kendisi çocuğu bu şekilde hissedecek donanımda yaratılmış olmasından… Daha bebekken, daha konuşamıyorken bile anlamaya çalışıyor yavrusunun ihtiyaçlarını... Büyüdükçe bile değişmiyor. Gözüne, sîmâsına bakıp o anki ihtiyacını ya da afacanlığını sezebiliyor. Öyle büyük bir râbıta, öyle büyük bir hissiyat da var çünkü…

Acaba bizler yavaş yavaş bu meziyetlerimizi mi kaybediyoruz? Künyeler, annelikten mesleklere kaydıkça; ilk sıraya koyduklarınızın yeri değiştikçe, meziyetlerinizin de yeri değişir çünkü… Bunları beraberce tefekkür ettiğimiz bir arkadaşın cümlelerini de paylaşmak istiyorum. Çünkü benim belki de sayfalar dolusu yazmakla anlatamadığımı, bir paragrafla özetlemişti kendisi…

“Ben şunu düşünüyorum son zamanlarda nâçizâne... Kişi Rabbine yaklaştığı zaman Allah ona hikmet verir. Kişi, görünenin arkasındakini görmeye, daha net seçmeye, doğruyu yanlıştan daha iyi bir şekilde ayırt etmeye başlar. Öze dönüşün anahtarı kulluktan geçiyor. Bir sâliha anne, Rabbine ne kadar yakın ve ne kadar teslimse, İlâhî yardımdan da o kadar nasibdâr oluyor. Ashâbın anneliği, babalığı, eşliği, evlâtlığı; her şeyi Allâh’a yakınlıkları sebebiyle mükemmeldi. O sebepten saâdet asrı idi. Biz Rab’den uzaklaştıkça, hikmet bizden el çekti. Artık doğru bildiklerimizden de şüphe eder olduk ve kaygılar içinde eriyip gidiyoruz. Bir şeylerin yanlış olduğunu biliyoruz, ama nereden düzelteceğimizden emin olamıyor ya da bir türlü muktedir olamıyoruz. Kişi, Rabbin rızâsı ve yakınlığı derdinde olduktan sonra -helâl lokması dâhil- her şeyi Rabbin teminatı altında olacaktır, inşâallâh...”

Şunu da eklemek lâzım sanırım, annelik yapmaya çalışan her gönle: Her şeyi her problemi kendimizden bilmek, annelik coşkusunu yaşayamaz hâle getiriyor bizleri… Evet mes’ûliyet ağır. Olumlu ya da olumsuz tesirimiz muhakkak…

Fakat çocuklarımız hakkında nihâî hüküm sahibi biz değiliz. Gayretimiz, şefkatimiz ne kadar, ona bakmalı ve asıl sahibi olan Rabbimize emanet etmeyi unutmamalıyız. Ne olursa olsun annelik mes’ûliyetinin bitmeyeceğinin şuurunda olarak, her dâim gönlümüzde, duâmızda ve gayretimizde olmak zorundalar…

Rabbim firâsetimizi artırsın. Sâliha kul olabilmeyi ve o enerjiyi bütün eve yayabilmeyi nasip etsin. Rabbiyle îman, ihlâs ve gayretle bağlantılı olan bir gönlü, hiç kuşkusuz bedbaht etmeyecektir kerîm olan Mevlâm…

 

 

 

PAYLAŞ:                

Ayse Gunduz

Ayse Gunduz

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle