Bu ayki röportajımızda evlâtlarını, gelinlerini, damatlarını birer emânet olarak görmüş ve onları, kendi güzel ahlâkının tesiri ile yetiştirmiş büyüklere, onların bu güzel ahlâkına bîgâne kalmamış ve kendilerine, hayırlı bir evlât olmak için zevkle hizmet eden fedakâr evlâtlara çok güzel numûneler bulacaksınız.
Bütün uzmanların hemfikir olduğu nokta şudur ki, okul öncesi dönem, kişinin beyin gelişiminin de karakter ve kişilik inşasının da çok büyük kısmının, belki yüzde doksanı olabilir, tamamlandığı dönem... Araştırmalar bize gösteriyor ki, yetişkinlikte ortaya çıkan bütün problemlerin kaynağı, hep o okul öncesi dönemde yaşananlardan çıkıyor.
Sosyal medyada aktif olan yüz binlerce annenin takip ettiği, kendisinin gösterdiği Kur’ân ve Sünnet yolunda evlât yetiştirmenin metotlarını öğrendiği, nâm-ı diğer “Oyuncu Anne Merve” yani Merve Gülcemal ile buluştuk.
Normal bir vâize, haftada üç-dört vaaz yapar, bir gün de fetvâ nöbeti tutar, işi biter. Benim bir günde üç tane vaazım olur. Bunların yanında sürekli okuyup çalışarak kendimizi geliştirmemiz gerekir. Kendinizi yenilemez ve toplumun ihtiyacını karşılayamazsanız, sizi kimse dinlemeye gelmez. Boş câmi duvarlarına sohbet edersiniz.
Ben kendimden bilerek derim ki; gurbette okuyan çocuk her şeyi yapabilir, iyi takip etmek lâzım. Güvenilir Ehl-i Sünnet vakıflara, yurtlara teslim etmek lâzım... Ben Ankara’da İslâm karşıtı bir câmianın yurtlarında olsaydım, şimdi bambaşka yerde olurdum. Hele Anadolu’dan ilk defa büyükşehirlere gelmiş, kız-erkek fark etmez, bütün gençleri iyi takip etmek, en önemlisi de...
O, bu asrın Mus’ab’larından sadece bir tanesi… Hikâyesini kısaca özetleyecek olursak; babası, âile şirketini işleten zengin bir katolik... Annesi ise, ateist ve sözde feminist… Avrupa’nın göbeğinde, zengin bir âilenin tek çocuğu iken rûhunun buhranıyla boğuşmuş yıllarca… Tâ ki, Cenâb-ı Hak ona “hidâyet” denen âb-ı hayatı ikram edince rûhu dirilmiş, aradığı huzuru İslâm’...
On iki yaşında İslâm ile şereflendiğini, on beş yaşında İslâm’ı daha çok tanımak ve tanıtmak maksadıyla kendi ülkesinden kilometrelerce uzaklıkta olan bir ülkeye gelecek kadar cesaretli olduğunu öğrendiğimizde, ona olan saygımız ve sevgimiz arttı. Her Filipinli gibi iyimser, duygulu, ketum ve dirâyetli olan Nikita, bizim hiçbir ricâmızı geri çevirmedi. Bıkmadan, usanmad...
Afrikalı Mita kardeşimiz, müslüman olarak Fâtıma ismini alan arkadaşının güzel ahlâkının tesirinde kalarak hidayet kapısının kilidini açmış ve sanki çilelerle süren hayatına sabrın bir mükafatı olarak İslâm’la müşerref olmuş, elhamdülillah! Buyurun; çile, sabır ve şükür üçgeninde bir hayatın hidâyet hikâyesine şahit olmaya ve ibretle okuyup kendi hayatımızı da muhâse...
Gerçek âilem müslüman olduğu hâlde müslüman olmama sıcak bakmadı. Hemen: “-Hıristiyan âilene geri dön, özür dile ve tekrar hıristiyan ol! Savaş zamanında biz seni bırakıp senden kurtulmak isterken onlar merhamet edip seni yanlarına alarak bakıp büyüttüler. Onlar olmasaydı, bugün sen ölmüş olurdun. Yaşamanı onlara borçlusun!” dediler.
O, bir devrin bitip Cumhuriyet’in kuruluşuyla başlayan süreçte, siyâsî ve sosyal çalkantıların yoğun olarak yaşandığı, kıtlığın hüküm sürdüğü, ekonominin taban yaptığı, zor yılların müşâhidi bir hanımefendi… Bu kadar uzun bir ömürde sayısız acı-tatlı hatıra biriktirmiş, tâbir yerindeyse “hayat profesörü” olmuş, koca bir çınar o… Sizi, satırlarım aracılığı ile tanıştırma...