Allâh’ın Dâvetine İcâbet

Elest Bezmi         

İnsanoğlunun hayatın ihtiyaç ve fırtınaları karşısındaki zayıflık ve âcizlik hâli, onu zaten fıtratında var olan üstün bir güce inanma ve güvenme hissine yönlendirmiş, bu da beraberinde o güce karşı itaat, hürmet ve tâzim duygularının ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Allah Teâlâ’nın ruhlar âleminde;

“-Ben sizin Rabbiniz değil miyim?..” sorusuna:

“-Evet, Sen bizim Rabbimiz’sin!..” (el-A’râf, 172) diye cevap vererek hakikî mâbudunu ikrâr eden insan, dünyaya indiği andan itibaren Yaratıcısı’nı aramış; zaman zaman Ay’a, yıldıza, Güneş’e, hattâ kendi elleriyle yapmış olduğu putlara dahî tâzim, ikram ve taatte bulunmuştur.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, müslüman olduktan sonra câhiliye döneminde yaşadığı bu âdetleri acı acı gülerek şöyle anlatmıştır:

“Uzun seferlere çıkarken ilâhlarımızın yanımızda bulunması için kendimize helvadan putlar yapar, bir müddet önlerinde tâat ve hürmette bulunurduk. Dönüş yoluna geçtiğimizde ise yorulup acıkınca kenarlarından başlamak üzere yavaş yavaş onları yer bitirirdik…”

 

Hakikî Mâbud

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’dan itibaren gönderilen peygamberler, insanın îman ve teslîmiyet arayışına rehberlik etmiş; onlara Allâh’ın varlık ve birliğini (tevhîdi) öğretmişlerdir. Çeşitli bölge ve zamanlarda peyderpey vahyedilen kitaplarda, Âlemlerin Rabbi, esmâ ve sıfatlarıyla kendisini tanıtmış, kullarına çok yakın olduğunu, hayy (diri) olarak her an ve mükemmel şekilde gören, işiten, güç ve kuvveti her şeye yeten hakikî bir mâbud olduğunu bildirmiştir. Bu husustaki âyet-i kerîmelerin bazıları şöyledir:

“Allah, O’ndan başka ilâh yoktur; diridir, her şeyin varlığı O’na bağlı ve dayalıdır. Ne uykusu gelir, ne de uyur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O’nun izni olmadıkça katında hiçbir kimse şefaat edemez. Onların önlerinde ve arkalarında olanları O bilir…” (el-Bakara, 255)

“De ki: O Allah birdir. Her şey o Allâh’a muhtaç ama O, hiçbir şeye muhtaç değildir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir şey O’na denk değildir.” (el-İhlâs, 1-4)

“Kullarım Sana Beni sorduklarında bilsinler ki, şüphesiz Ben onlara çok yakınım. Bana duâ ettiklerinde, duâ edenin duâsına karşılık veririm...” (el-Bakara, 186)

Âlemlerin Rabbi, vahyedilen kitaplarda kendisini tanıtmasının yanında, insanın yaratılış maksadını, dünya ve âhiret hayatının mâhiyetini, din ve hesap gününün özelliklerini anlatmış; kulları için hazırlamış olduğu Cennet nîmetlerine ulaşmanın ve insan-ı kâmil olmanın yollarını göstermiştir. “…Şu hâlde Benim dâvetime gelsinler ve Bana îmân etsinler ki, doğru yolu bulabilsinler!” (el-Bakara, 186) buyurarak dünya imtihanını kazanmanın ipuçlarını vermiş;

“Sizi Bize yaklaştıracak olan, ne servetiniz ne çocuklarınızdır. Ama îmân edip sâlih ameller yapanlar başka, yaptıklarına karşılık onlara kat kat fazlası ödül vardır ve onlar köşkler içinde hiçbir endişe taşımadan yaşayacaklardır.” (es-Sebe’, 37) buyurmuştur.

Âlemlerin Rabbi, Kur’ân-ı Kerîm’de 114 sûre ve 6236 âyet-i kerîme ile insana hitap etmiş, bir nevî “şahsa özel mektup” göndererek “Oku!” diye emretmiştir.

 Günde beş kez ezanlarla huzûruna davet etmiş, “Ümmü’l-Kitap” denilen Fâtiha Sûresi’nde kuluyla günde kırk kez kulluk ahdini tazeleme hususunda anlaşma yapmıştır.

“Duânız olmasa ne ehemmiyetiniz var!” (Bkz. el-Furkan, 77) buyurarak yatarken, otururken, hastayken, üzüntülü ve sevinçliyken duâ yapmamızı/ibadet etmemizi istemiştir.

 “Artık siz Beni anın ki, Ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin!” (el-Bakara, 152) buyurarak tefekkür ve tezekkür etmemizi emretmiş; “…Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (ez-Zümer, 9) diye sormuştur...

 

Vermiş Olduğu Sözünü Unutan İnsan

Bununla beraber insanoğlunun, yine fıtratından gelen nisyan (unutkanlık) ve gaflet yüzünden gözle görülür dünyaya ve dünyalık hâdiselere öncelik verdiği; Allâh’a olan ahdini ve âhireti unuttuğu/gündeminde tutmayı ihmal ettiği açık bir gerçektir. Zira Allah Teâlâ’nın “Âdem’e secde” emrine itaat etmeyerek Cennet’ten kovulan İblis, insanların sağlarından, sollarından, önlerinden ve arkalarından yaklaşarak onlara sorumluluklarını unutturacağına söz vermişti. Bunu ilk kez, Hazret-i Âdem’in çocukları Hâbil ve Kâbil’de görürüz.

Kendilerini bir damla sudan yaratıp şekil veren, maddî-mânevî çeşitli nîmetlerle donatan Yaratıcılarına ikramda bulunurken Hâbil koyun sürüleri olduğu için koçlarının en iri ve semiz olanını Cenâb-ı Hakk’a kurban etmiş; Kâbil ise, çiftçilikle uğraştığı için, şeytanın vesvesesiyle çürümeye yüz tutmuş meyve ve sebzeleri kurban olarak takdim etmişti.

 Bunun gerekçesini Âlemlerin Rabbi, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bildirmektedir:

“…Fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz.” (el-A’lâ, 16)

“Hayır, hayır! Siz çarçabuk geçen dünyayı seviyorsunuz ve âhireti bırakıyorsunuz.” (el-Kıyâmet, 20-21)

“…Siz geçici dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah, âhireti kazanmanızı ister...” (el-Enfâl, 67)

“Bu dünya hayatı, ancak oyun ve oyalanmadır. Âhiret yurdu ise, asıl hayattır. Keşke bilmiş olsalardı.” (el-Ankebût, 64)

 

Dünya Hayatının Gâyesi

“Ben insanları ve cinleri ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 56) buyuran Allah Teâlâ’nın bildirdiğine göre, dünya hayatı, insanın yalnızca Allâh’a itaat ve ibadet yaparak sâlih insan olması için yaratılmış bir imtihan meydanıdır.

Mâlumdur ki, itaat ve ibadet, yalnızca emredilen rutin ameller olarak düşünülmemelidir. Kişinin sosyal hayatında yapmakla sorumlu olduğu her türlü iş, faaliyet ve düşünceler de itaat ve ibadet içine girmektedir. Nitekim çekirdek bir âilede konulan en temel kurallar dahî, o âilenin düzen ve istikrârı için elzem bir hâle dönüşmekte, âile fertlerinin huzur, mutluluk, başarı, gelişme ve eğitimleri için önemli bir terbiye mekanizmasına dönüşmektedir.

 

Herkesin Yapabileceği Bir Hayır ve İbadet Vardır

Âlemlerin Rabbi, kişiye vermiş olduğu halifelik sorumluluğu ile kendisinden dünyada doğru, âdil ve iyi davranmasını istemiş; bu sorumluluğun gereğine uygun bütün davranışlara da ibadet hükmü vermiştir. Tıpkı evinden, eşinden ve çocuklarından sorumlu bir babanın ona göre davranıp çalışması, rızıklarını temin etmesi; annenin ihlâsla çocuklarına ve eşine iyi davranmasının ibadet olduğu gibi… Çocukların anne-babaya itaatleri ve sevgileri başta olmak üzere, birbirlerine merhametle yardım etmeleri, hâl-hatır sorarak yanlarında bulunmaları, ihtiyaç sahibine yardım etmelerinden tutun da yolda adres soran kişiye tarifte bulunmaya kadar hepsi sadakadır. Hattâ henüz ağızdan çıkmayıp yapılmasına niyet edilen iyilik ve güzellikler dahî, kayda geçen sâlih ameller cümlesindendir.

Bunun yanında, Allah ve Rasûlü’nün öyle müjdeleri vardır ki, kişi yapmış olduğu güzel bir söz ve davranışla, uyurken veya vefat ettikten sonra dahî sevap kazanması mümkündür. İçerisinde bulunmuş olduğumuz rahmet ve bereket aylarında ise, yapılan bir iyiliğe on, yüz, bin kata kadar karşılık verileceği bildirilmektedir. Bu müjdelerden bazıları, âyet-i kerîmelerde şöyle haber verilir.

“…Hiç şüpheniz olmasın ki, iyilikler kötülükleri giderir…” (Hûd, 114)

“…Güzel söz; kökü yerde sâbit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. (O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. (İşte) Allah, öğüt almaları için insanlara böyle benzetmeler yapar.” (İbrâhim, 24-25)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur:

“Can taşıyan her varlığa yapılan iyilikte ecir vardır.” (Buhârî, Müsâkât, 9)

“Bir müslüman, Allâh’ın rızâsını umarak âilesinin geçimini sağlarsa yaptığı harcamalar onun için birer sadaka olur.” (Buhârî, Îmân, 41)

“Her iyilik sadakadır.” (Buhârî, Edeb, 33)

“Bir kimsenin Receb Ayı’nda bir gün oruç tutması, bir senelik oruç tutması gibidir.” (Beyhakî, Şuâbü’l-Îmân, 3801)

“Kim yatağına abdestli yatarsa, o gece bir melek sabaha kadar «Yâ Rabbi, bu kulunu affet!» diye duâ eder.” (Hâkim)

“Abdestli yatıp uyuyana kadar Allah Teâlâ’yı anan, uyanana kadar namazda sayılır. Bir melek onun için ibadet eder. Uyandığı zaman yine Allah Teâlâ’yı anarsa, o melek bu kulun affı için Allâh’a duâ eder.” (İbn-i Hibbân)

“Oruçlunun uykusu bile ibadettir, sükûtu tesbihtir; davranışlarına kat kat sevap vardır, duâsı karşılık görecektir ve günahları mağfiret olunacaktır.” (Beyhakî, Şuâbü’l-Îmân, V, 421)

“Misafir rızkı ile gelir, giderken ev halkının günahlarının affına vesîle olur.” (Aclûnî, I, 88)

“İnsan ölünce, şu üç ameli dışında bütün amellerinin sevâbı kesilir: Sadaka-i câriye, kendisinden istifâde edilen ilim, arkasından duâ eden hayırlı evlât.” (Müslim, Vasiyye, 14)

“Yedi şey vardır ki, kul vefâtından sonra kabrindeyken de bunların ecri kendisine ulaşır. Öğrettiği ilim, akıttığı su, açtığı su kuyusu, diktiği meyve ağacı, inşaa ettiği mescid, miras bıraktığı Mushaf-ı Şerîf, vefâtından sonra kendisi için istiğfar edecek hayırlı evlât.” (Beyhakî, Şuâbü’l-Îmân, III, 248)

PAYLAŞ:                

Seher Küçük

Seher Küçük

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle