Z’aman!

Takvimler, hatırlatmalar, alarmlar… “Güldürmeyin beni!..” der gibi bakıyorlar insanlara… Zamanın telaşını anlayamadığımızdan dolayı bu acılar, bu “aman”lar… Bilsek orada yolun sonunu tahmin eden biri var. Anların yaslı günü, anıların büyük buluşmasında konu belli; boşa harcananların kaderi... Sonra bir ses duyarsın, sonsuza gidenin ismi kulağına fısıldanır. Uğultular gelir ardından, gözyaşıyla uğurlayanların hüzünlü rüzgârı eser. Sırası gelen gitmiştir artık ve ardından kuyruğa giren bedenler… Burada vedalaşmanın gölgesinde oyalanmamak gerekir, hüzünden sıyrılanlar bunu bilirler. Asıl olan vedânın öğrettikleridir. Ele avuca sığan şey, giderken âhirete “ne götüreceğinin” düşüncesidir.

Çok oyalar, bu tatlı dünya telâşelerinin tatlı muhabbetleri… Ballıdır ya, tekrar tekrar konuşmak istersin, sonunu bildiğin hikâyeleri… Ve sadece beş vakit kıldığın namaz, içini rahatlatır olmuşsa, yalnızca ibadetine güvenmekteysen, yanlışın var demektir. Yolun tozlu ve kurak, yağmura hasret kalan bir iklimdesin. Çok sürmez bu mutluluk oyunların... Zira oyundan farksızdır mutlu olduğunu sandığın hâtıraların…

Bir yerde İslam için minik bedeni ızdırap içinde olan birileri var ise, ve sen bundan muzdarip değilsen, henüz yola bile çıkmamışsın. Erzak telâşesindeyken gemiyi kaçıranların gözyaşı kadar çirkindir, senin zulüm gören ümmet için umursamaz tavırların… Mideler doldurulurken içleri boşaltılan merhametin kokusunu bile duyamazsın. Kan kokusundan tiksindikçe hep suçu, bu havalara atarsın, bulutlara düşman olursun. Uyanmanın gereğini uykudayken tartamadığın gibi, Cennet’in bütün fırsatları alınır elinden, tutamazsın… Unutmazsın planlarını, unutturmazsın acılarını, ama unutursun Müslüman olduğu için kanı akanları… Çok çığlıklar gelir uzaklardan, için titreyecek diyerek korkusuyla kapatırsın pencerelerini... Sen! Annenin kıymetli evlâdısın ya, elinde yavrusu can veren anaların acısı büyük gelir sana…

Aslında bir oyundan farksız bu dünya… Her santiminde kendini Yaratan’ı anlatan dev bir oyun topu... Nerede olmak istersen orada bulduran seni... İttiğin, fırlattığın ne varsa, içinde biriktiren, biriktirdikçe omuzlarında yük olan bir dev... Sustuğun zulümleri, kendine yakıştırdıkça çirkinleşeceğin bir ayna...

Ve çok geç değilse kurtuluş için, topladığın iyiliklerin sırası gelir; bunca umursamazlığına rağmen dünyanın Cennet kokulu bahçeleri cömerttir. Yaratan’ın terbiye ettiği bu âlem, gözünü kapattığın her zulmün intikamını bir tevbe ile dindirir. Kirli aynalar temizlenir, “nasûha”lar eklenmiş arınmalarla, Güneş’i yansıtacak kadar aklanırsın, layıksındır artık ışıklara… Barışırsın zamanla… İslâm için rûhunu fedâ etmiş minik bedenleri hissedecek kadar zarifleşirsin, kilometrelerce uzaktaki bir annenin gözyaşını görecek kadar derindir gözlerin…

Ve sen, bu güzellikle kıymetlenirsin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle