Oruç Ve Mide Ülseri

Oruç, sözlükte, bir şeyden uzaklaşmak, bir şeye karşı kendini tutmak demektir. Şer’î bir terim olarak oruç; “tutmaya ehil olan kimselerin, niyet ederek imsaktan itibaren güneşin batışına kadar orucu bozan şeylerden korunmaları, yani yeme, içme, ilaç kullanma veya cinsel isteklerden uzak durmaları”dır.

Müslüman, ergenlik çağına gelmiş, akıllı, bu ibadete güç yetirecek bir sağlığa sahip olan, mukîm (yolcu olmayan) kimselere Ramazan orucunu tutmak farzdır.

Bir kimse oruç tuttuğu takdirde ölmekten, hastalığının artmasından veya uzamasından yahut aklının gitmesinden korkarsa, oruç tutmayabilir veya tutmakta olduğu orucu açabilir. Daha sonra iyi olunca, bunu kazâ eder. Orucun, hastanın sağlığı için bir tehlike teşkil edip etmediği konusunda, müslüman mütehassıs bir doktorun bilgisine başvurulmalıdır.[1]

* * *

İmsaktan iftara kadarki süre, bu Ramazan ayında, ülkemiz için yaklaşık 16-17 saatlik bir zamana tekabül ediyor. Bu açlık müddetinde ilk olarak tesir altında kalacak olan sistemimiz, şüphesiz ki, gıdalarla direk bağlantılı olan hazım sistemimizdir.

Sindirim sisteminin faaliyetini kısaca özetlemeye çalışırsak; ağız yolu ile alınan gıdalar, çiğneme ve yutma faaliyetinden sonra yemek borusuna ve mideye iner. Bunlar, midede kuvvetli asit salgısının, birtakım enzimlerin ve mide kaslarının hareketiyle bulamaç hâline gelerek ince bağırsaklara geçmeye hazır hâle gelir. İnce bağırsaklarda özel salgılarla iyice parçalanan gıdaların özleri, vücuda faydalı olacak şekilde emilerek kana karışır. Buradan kalın bağırsaklara giden malzemenin suyu emilerek posası vücuttan dışarı atılır.

 Mide, sindirim sisteminde yemek borusundan sonra gıdaların ilk durağı olup yaklaşık olarak 2,5 litre kapasiteye sahiptir. Midedeki hücreler, çok kuvvetli bir asit olan hidroklorik asit salgılarlar. Demir ve çinko parçalarını kolaylıkla eritebilecek kadar asidik olan bu madde, etten bir duvar olan mideyi nasıl olur da eritmez?

Çünkü midenin iç cephesi, “mukus” adı verilen özel koruyucu bir tabaka ile âdeta zırh gibi koruma altına alınmıştır. Bu mukus tabakasının çeşitli sebeplerle hasara uğraması sonucu mide asidi, mide duvarını tahriş etmeye başlar. Bu tahriş neticesi oluşan yaralara “ülser” adı verilir.

Ülser terimi, tıpta çeşitli yaralar için kullanılsa da (varis ülseri gibi) genel olarak halk arasında ülser denilince akla ilk gelen, mide ülseridir. Her yaşta ve meslek grubunda görülebilen, kalıtımın da rolü olduğu düşünülen bu yaralar; yemek borusunun alt kısmında, midede, oniki parmak bağırsağında oluşabilir. Bazı vak’alarda hem mide, hem oniki parmak bağırsağında aynı zamanda görülebilir.

Mübarek Ramazan ayı geldiğinde zihinleri ve gündemi fazlaca meşgul eden sorulardan birisi, “ülserli hastaların oruç tutup tutamayacağı” konusudur. Çeşitli uyarıcılarla artmakta veya azalmakta olan asit ifrâzâtı, oruç tutarken nasıl bir seyir göstermektedir? Oruç, mide ülserini azdırır mı? Oruç tutmak, mide delinmesine veya kanamasına yol açar mı?

Bu mevzu ile alâkalı olarak Prof. Dr. Said Kapıcıoğlu ve arkadaşlarının 1991 yılında yapmış oldukları bir araştırmada, ülser teşhisi almış olan hastalar, Ramazan ayında ve Ramazan ayından sonra incelenmiştir. Gece ikide sahur yapıp oruca niyet eden hastaların midelerine yerleştirilen bir elektrotla, mide sıvısının pH değeri, yani asiditesi, sabah sekizden başlayarak iftar saatine kadar (saat 19’a kadar) 30 dakika aralıklarla ölçüldü. Aynı hastalara Ramazan ayından sonra, gece ikide yemek verildi. Bu hastalar, oruca niyet etmedikleri hâlde bir şey yemeden ve kendilerine ne zaman yemek verileceği söylenmeden midelerine indirilen elektrotla mide sıvısının asit kesâfeti, aynı şekilde sabah sekizden akşam yediye kadar 30 dakika aralıklarla incelendi. Neticede oruç tutan hastaların mide sıvısının asit değerinin sabah ondan sonra giderek azaldığı, öğle saatlerinde bu hastaların daha da rahatladığı görüldü. Oruç tutmadan aç kalan grupta ise, mide sıvısının asit değeri, sabahtan itibaren giderek artmış öğle saatlerinde ise yüksek seyretmişti. Oruç tutan ülserli hastaların mide asit salgısı, öğle saatlerinde bâriz olarak azalmıştı. Bu sebeple, oruç tutmanın, mide ülserinin ortaya çıkmasında, önemli bir rolü olan asit ifrâzâtını artırdığını söylemek yanlış olur. Ayrıca oruçlu devrede, asit ifrâzâtının artacağı fikri ile mide ve bağırsaklarda kanama, delinme, ülser arazlarında artma olduğu şeklindeki düşüncelere de tereddütle bakılması icap eder.[2]

Haydarpaşa Numûne Hastahânesi I. Dâhiliye Kliniği’nde yapılan “Gastrit ve Ulcus Kanamalarının Ramazan Ayı ile İlişkisi” isimli doktora tezi çalışmasının sonuçlarına göre; oruç tutma sebebi ile midenin uzun süre boş kalmasının, ülser ve gastrit kanamalarında menfî bir tesirinin olmadığı gösterilmiştir.[3] Vakıf Gurebâ Hastahânesi’yle, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde 20 yıllık süreyle orucun ülserli hastalarda mide delinmesine tesir edip etmediğine bakılmış, Ataseven ve Aydınoğlu grubunun çalışmasına göre, ülser perforasyonu, yani mide delinmesinin Ramazan ayında âşikâr bir artma göstermediği tespit edilmiştir.[4]

Tunuslu bir araştırmacı grubu, mide asidi salgılanmasına mani olan ilaçla (proton pompa inhibitörü) tedavi gören hastaların, Ramazan ayında oruç tutup tutamayacağını incelemişlerdir. İlaç kullanarak oruç tutan hastalarla, ilaç kullandıkları hâlde oruç tutmayan hastalar arasında, hastalığın arazları bakımından bir fark görülmediği gibi; Ramazan ayından sonra hastaların yapılan mide endoskopilerinde, ilaç kullanarak oruç tutan hastalardaki şifa oranı, oruç tutmayanlarınkine göre daha fazla bulundu. Netice olarak ilaçla tedavi gören ülserli hastaların riske girmeden rahatlıkla oruçlarını tutabilecekleri belirtildi.[5]

Yine; mide asit ifrâzâtında rolü olan ve mide duvarından salgılanan “gastrin” adlı maddenin seviyesinin, oruç tutan şahıslarda değişebileceği düşünülerek yapılan bir araştırmada, Ramazan ayından önce ve Ramazan ayında gönüllü şahıslardan alınan kan örneklerinde gastrin seviyelerine bakılmış, Ramazan ayından önce ve sonra gastrinin serum seviyeleri arasında fark görülmemiştir.

İran’da 600 kadar ülserli hasta, Ramazan ayında, Ramazan’dan bir ay önce ve bir ay sonra takip edilmişlerdir. Bu hastaların 100’ü orucunu tutmuştur. İki grup mukayese edildiğinde, oruç tutmanın ülsere bağlı delinmeleri artırmadığı görülmüştür.

Ramazan ayında, âcil servislere hazımsızlık şikâyeti ile başvuran hastaların sayısı fazla olmasına rağmen, diğer şikâyetlerle polikliniklere başvuran hasta sayısında bâriz bir azalma olmaktadır. Bunun sebebi, çoğunlukla oruç tutmaktan değil, gün boyu oruç tutarken gösterilen sabrın iftarla beraber terk edilmesidir.

Uzun yaz günlerinde, insanlar genel olarak çok acıkıp susadıklarından bahsetmektedirler. Bunun neticesi olarak da, iftarda ilk iş olarak mideye buz gibi suları ya da meyve sularını indirirler. Saatlerce aç durmanın mükâfâtı olarak iftar menüleri de çeşit çeşit hazırlanır. Bu hazırlıklar da çoğunlukla boşa gitmez ve iftarda genellikle aşırı miktarda yenir. İftarda aşırı ve çok çeşitli yemek, aç karna buz gibi suları içmek, yemek sırasında çok su içmek, yemeği hızlıca ve çiğnemeden yemek, lokmaların âdeta taş gibi mideye inmesine sebep olur ki; saatlerce boş duran midenin buna ilk tepkisi, şiddetle kasılmak ve sahibini âcile göndermektir. Yine Ramazan ayında sıklıkla yapılan hatalardan diğerleri de bu ağır yemekleri yer yemez yatıp uyumak, ya da orucu sahura kalkmadan tutmak veya sahurda aşırı yemektir. İftarda sigara içmek de vücut sistemine yapılan en büyük kötülüklerden biridir.

Bütün bunlar, yani hatalı beslenme alışkanlıklarımız; midede kramp tarzı ağrılar, ağırlık, ekşime, yanma, bulantı, bağırsaklarda şişkinlik, gaz ve kabızlığa sebep olmaktadır. Yani Ramazan ayında mide şikâyetlerinin artmasının sebebi, oruç tutmaktan değil, çoğunlukla iftardan sonra artık orucun bizi tutamamasından ve yemeye karşı olan zaafımızdan kaynaklanmaktadır.

Bununla alâkalı olarak yapılan bir araştırmanın sonuçları, 1997 yılında İstanbul’da yapılmış olan “Sağlık ve Ramazan” adlı kongrede neşredilmiştir. Tunus’ta yapılmış olan bu araştırmada, gönüllü oruç tutan 1917 kişi, birkaç gruba ayrılarak incelenmiştir. Bu şahısların, sahurda alıştıkları ve bildikleri yemekleri yedikten sonra, gündüz ağızda ekşime, midede ekşime, şişkinlik hissi, bulantı, kusma ve mide ağrısı gibi sindirim sistemiyle alâkalı şikâyetleri olup olmadığına dair sualler sorulmuştur. Bilhassa sahura kalkıp yemek yiyenlerin bir kısmında Ramazan ayının ilk haftasında bu tip problemlerin olduğu, bunların daha çok sahurda yemiş oldukları, ekşili bol salçalı yemeklerden ileri geldiği ve bu tip şikâyetlerin hemen tamamının Ramazan ayının ikinci ve üçüncü haftasında tamamen kaybolduğu anlaşılmıştır.[6]

Bütün bunların neticesi olarak şunu söylemek gerekir ki, basit şikâyetlerle Ramazan orucunun terk edilmesi uygun değildir. Yapılan pek çok araştırma, orucun hastalıklara menfî tesiri olmadığını göstermiştir. Bizler hasta olan oruç tutsun mu tutmasın mı diye tartışırken, orucun birçok hastalığın tedavisindeki yeri sebebiyle, Dr. Henry Lahman, Saksonya’nın Dresden şehrindeki hastahânesinde ve Batı Almanya’da 29 klinikte oruçla tedavi yapmaktadır. Bu hususa ışık tutan Dr. Otto Buchinger, Şifalı Oruç kitabında, “Oruç, bıçağa gerek duyulmayan bir ameliyattır.” demektedir.

Oruç sıhhattir, vücudun zekâtıdır, sabrın yarısıdır. Oruç tutmama konusunda muhakkak hâzık (uzman, ehil) bir hekimin görüşü alınmalıdır.

Oruç, insandaki takvâ duygularını canlandırarak, kalbî sâfiyeti artırır.[7] Âyet-i kerîmede; “Ey îmân edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki, bu sayede takvâya erersiniz.” buyrulmuştur. (el-Bakara, 183)

Rabbimizden, bu mübârek ayda tuttuğumuz oruçları, kuru bir açlık değil, kalplerimizi dirilten takvâ azığı eylemesini niyaz ederiz.

 

 

[1] Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, İstanbul-2009, sh: 513-535.

[2] Prof. Dr. Alparslan Özyazıcı, Din ve Bilimin Işığında Oruç ve Sağlık, sh: 127-130.

[3] Yazıcıoğlu M, “Gastrit ve Ulcus Kanamalarının Ramazan Ayı ile İlişkisi”, Haydarpaşa Numûne Hastahânesi İhtisas Tezi, 1975.

[4] Ataseven A.-Aydınoğlu K. ve arkadaşları, Ülser Perforasyonunun Açlıkla İlişkisi”, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dergisi, 1975, VI, 203.

[5] Ataseven A.-Aydınoğlu K. ve arkadaşları, adı geçen makale, sh: 130-134.

[6] Ataseven A.-Aydınoğlu K. ve arkadaşları, adı geçen makale, sh: 130-134.

[7] Osman Nûrî Topbaş, Îmândan İhsâna Tasavvuf, İstanbul, 2002, sh: 182.

PAYLAŞ:                

Betül Nefise İnal

Betül Nefise İnal

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle