Sadaka

Kâinâttaki Düzen

Allah Teâlâ, pek çok yönden insanları birbirinden farklı yaratmıştır. Farklı millet ve kabileler hâlinde yaratması, insanların birbirlerini tanıması içindir. Rızık ve zenginlik konusunda farklı seviyelerde insanlar yaratması[1] da, insanların birbirlerinin işlerini yapması, toplumda çeşitli mesleklerin var olması, bir hiyerarşi ve düzen kurulması içindir. Eğer herkes, aynı kabiliyette olsa, hep aynı meslekler olur; bu da insanların binbir türlü ihtiyaçlarını temin etmeye yetmezdi. Aynı şekilde zenginlik ya da fakirlikte eşitlik olsaydı, kimse kimsenin işini yapmak istemez, kendisini başkasıyla eşit statüde görürdü. Bu da toplumda büyük bir kargaşa ve düzensizliğe sebep olurdu.

Bir toplumda zengin de olacaktır, fakir de… Mühim olan, zenginlerle fakirler arasında uçurum olmaması, zenginlerin mallarıyla gururlanıp böbürlenmemesi ve bunların Allâh’ın geçici bir ihsan ve emâneti olduğu şuuruyla mallarındaki fakirlerin hakkını[2] gereği gibi vermesidir. Fakirler de tembellik etmeyerek rızkının peşinde koşmalı, çalıştığı hâlde eline geçen az bir miktara da kanaat etmeli, zekât ve sadakalarla kendisini gözeten zenginlere karşı içinde kin, burûdet ve hased hissetmemelidir. Böylece her iki farklı kesim, birbirine sahip çıkıp gözeterek birbirinin ihtiyaçlarını karşılamalı ve toplumsal adâlet, yardımlaşma ve denge tesis edilmelidir.

Zenginin malından fakire bağışta bulunması, onun keyfine bırakılmış bir şey değildir. Cenâb-ı Hak, varlıklı kimselerin yılda bir defa zekât vermelerini farz kılmıştır. Böylece malın bereketlenip çoğalacağı, kirlerinden arınacağı bildirilmiştir.[3] Ayrıca çeşitli sebeplerle “sadaka” mecburiyeti konulmuş; dul, yetim, akraba ve muhtaçlara iyilik yapması istenmiş[4] ve arkasında hayırla yâd edilmesine vesile olacak “sadaka-i câriye” eserleri bırakması teşvik edilmiştir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“İnsan öldüğü zaman ameli kesilir (amel defteri kapatılır). Üç şey müstesnâdır: Sadaka-i câriye (insanlara fayda vermeye devam eden hayır eserleri), faydalı ilim ve kendisi için duâ eden hayırlı çocuk.”[5]

 

Sadaka

Mü’minlerin, Allâh’ın emirlerine uymadaki sadakatlerini gösteren iyilik, ihsan ve her türlü bağış ve infaka “sadaka” denir. Zekâta, bir dönem, sadaka da denmiştir. Ancak sadaka, çok daha geniş kapsamlı olup vâcip ve nâfile cinsinden bağışları da içine alır.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-yarım hurma ile de olsa, sadaka verip cehennemden kurtulmayı tavsiye etmiştir. Aynı şekilde Allah Rasûlü, insanlara güler yüz göstermenin, birisinin bir ihtiyacını karşılamanın, âilesinin ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmanın ve bu kazandığı ile onların maişetlerini temin etmenin, yolda insanlara ezâ verecek bir taşı kaldırmanın, hattâ eşinin ağzına bir lokma vermenin bile bir “sadaka” olduğunu haber vermiştir. Dolayısıyla sadaka, sadece maddî ihsanda bulunmak değil, bazen güzel ahlâk ve iyi niyeti bile içine almaktadır. Bu yüzden dünyevî malı-mülkü olsun olmasın, bütün Müslümanlar, her türlü durumda sadaka verecek kadar zengindir.

Sadakanın sosyal yardımlaşma ve dayanışma dışında ferdin kendisine de pek çok faydası vardır. Onu cimrilikten, bencillikten ve katı kalplilikten koruma, başına gelecek felâket ve musibetleri def etme, ömrünü uzatıp bereketlendirme gibi… Bu hususta Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den şu hadîs-i şerifler rivâyet edilmiştir:

“Mallarınızı zekât vermek sûretiyle koruma altına alın, hastalıklarınızı sadaka vererek tedâvî edin, gelecek olan belâlara karşı duâ ile hazırlıklı olun.”[6]

“Kazâyı ancak duâ çevirir. Ömrü de ancak iyilik uzatır.”[7]

“Sadakalar, belâyı defeder.”[8]

Peygamber Efendimize hangi sadakanın daha faziletli olduğu sorulmuş, O da şöyle cevap vermiştir:

“Sağlıklı ve ihtiyaçlı olduğun, geçim sıkıntısı çekip fakirlikten korktuğun hâlde verdiği sadakadır. Sakın can boğaza gelinceye kadar (sadaka vermeyi) geciktirme!.. Sonra o zaman: «Şunu falana, şunu da falana verin. Şu da falanın hakkıydı.» dersin.”[9]

Dinimiz, pek çok hatanın cezasını da toplum menfaatine olarak “sadaka” cinsinden tâyin etmiştir. Meselâ yemin keffâreti, ihram yasaklarının çiğnenmesi, oruç tutamayan kimselerin oruç bedellerini fidye olarak ödemeleri gibi…

 

Sadakayı Allah Alır

Bir mümin, muhatabına yardım ve iyilikte bulunurken bunu karşısındaki insanı rencide etmeden yapmalıdır. Çünkü Peygamber Efendimiz, “Muhakkak ki sadaka, muhtacın eline geçmeden önce Allâh’ın (kudret) eline geçer.”[10] buyurmuştur.

Âyet-i kerime’de de, “Sadakaları Allah alır.”[11] buyrulmak sûretiyle ikram eden kimsenin asıl muhatabının Allah olduğu vurgulanmıştır.

Eğer mümin, sadaka ve infakının, öncelikle Allâh’ın eline geçtiğini bilirse, o sadakayı Allâh’a takdim ediyormuş gibi hazırlar ve öyle sunar.

Herhangi bir iyilik veya ikramdan sonra, bunu başa kakma, incitme ve ezâya dönüştürmemelidir. Zira böyle bir durum, o hayırdan beklenen mükâfâta kavuşma bir tarafa, yapılan iyiliğin tamamen boşa gitmesine ve hattâ günaha dönüşmesine sebep olabilir. Bu hususta, Kur’ân-ı Kerim’in ikazı çok açıktır:

“Ey îman edenler! Allâh’a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. (Sadakalarınızı imhâ etmeyin!) (el-Bakara, 264)

 

Âhirette Sadaka

Âhirette insanların pişmanlık sebeplerinden birisi, dünyada yeteri kadar sadaka vermeyişleridir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:

“…Rabbim! Beni(m ölümümü) yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip sâlihlerden olsam!..” (el-Münâfikûn, 10)

* * *

Dünyada yapılan hayır ve sadakalardan kabirdeki insanlar da istifade eder. Bu hususta İbn-i Abbas -radıyâllâhu anhümâ- Peygamber Efendimiz’den şu hadîs-i şerifi rivâyet etmiştir:

“Kabirdeki ölü, denizde boğulmak üzere olan ve dehşet içerisinde yardım isteyen kimse gibidir. Babasından, anasından, kardeşinden, samimi ve sâdık arkadaşından gelecek bir duâ bekler. Şâyet bir duâ gelecek olsa, bu, onun için dünya ve içindekilerden daha kıymetli ve sevimli olur. Şüphesiz Allah, kabir ehline, dünyadakilerin duâsı bereketiyle dağlar misâli ecir verir. Dirilerin ölülere gönderebileceği en iyi hediye, onlar için istiğfar etmek ve onlar adına sadaka vermektir.”[12]

 

FITIR SADAKASI

Fıtr, sözlükte “iftar, oruç açmak”; fitre ise “yaratılış” mânâsına gelir. Bu sadakaya “fıtır (fitre) sadakası” denmesinin sebebi, insanın yaratılmasının bir şükrânesini Allah Teâlâ’ya sunması içindir. Dînî bir terim olarak, Ramazan ayının sonuna erişen ve aslî ihtiyaçlarından (Havâic-i asliyye) fazla olarak nisap miktarı bir mala sahip olan Müslümanların kendileri ve velâyetleri altındaki kişiler için mükellef oldukları, “vâcip” mâlî bir ibadettir.

Fıtır sadakası, Ramazan orucunun farz kılındığı hicrî 2. yılında, zekâttan önce meşrî kılınmıştır. Bir yardımlaşma, Ramazan boyunca tutulan orucun kabûlüne, fakir ve muhtaçların bayram sevincine katılmalarına vesiledir.

Fitre vermek için Müslüman bir kimsenin Ramazan bayramının birinci günü, temel ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala sahip olması gerekir. Zekâttan farklı olarak, sahip olunan malın üzerinden bir yıl geçmiş olması ve altın, gümüş ve ticârî mallar gibi “artıcı (nâmî)” bir özellikte olması gerekmez.

Temel ihtiyaçlar (havâic-i asliye) mesken, elbise, ev eşyası, binit, silâh, hizmetçi, âilenin bir yıllık geçim masrafları ve borçlarıdır. Bunların üzerine nisap miktarı kadar (yaklaşık 90 gr altın) mala sahip olan kimsenin, kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu kimseler için fıtır sadakası vermesi gerekir.

Miktarı, Peygamber Efendimiz devrinin ölçüleri ile, arpa, kuru hurma ve kuru üzüm cinsinden yaklaşık 3-3,5 kg. kadardır. Buğday ve cinsinden ise, yaklaşık 1,5-2 kg civarındadır. İsmi zikredilen yiyeceklerin kendisi veya bedeli kadar fitre (fıtır) verilebilirse de, bugün itibariyle fıtır sadakasının hesaplanması şöyle yapılabilir. Herkesin bütçesi ve yediği-içtiği şeyler farklı farklıdır. Ortalama olarak bir gün içinde sabah ve akşam olmak üzere iki öğünde ne yeniyorsa, bunun bedeli, bir şahıs için fıtır sadakası niyetiyle ihtiyaç sahibine verilir. Meselâ kahvaltıda 5 TL, akşam yemeğinde de ortalama olarak 10 TL harcayan birisi, fıtır sadakası olarak âilesindeki bir kişi için 15 TL fıtır sadakası verebilir. Eğer âilesi, dört kişiden oluşuyorsa, toplam 60 TL olarak hesaplanır, bir kişiye veya birkaç kişiye paylaştırılarak ödenir.

Fıtır sadakası, Ramazan bayramının birinci günü, fecrin doğuşu ile vâcip olur. Çünkü fitre bayrama âittir. Böylece oruç tutmanın yasaklandığı bir günde, fıtır sadakası ile muhtaç Müslümanlar sevindirilmiş olur. Ramazan ayı girdikten sonra, bayrama birkaç gün kala veya bayram günlerinde verilebilir. Bayram geçtiği hâlde ödenmemişse, yükümlülük bitmez, en kısa zamanda ödenmesi gerekir.

Bir kimse zekâtta olduğu gibi fitreyi de eşine, usûl ve furûuna, yani anne veya babasına, çocuk ve torunlarına veremez. Çünkü zaten bu kimselere bakmak zorundadır.

 

 

[1] “Allah rızık konusunda sizin bir kısmınızı, bir kısmınızdan üstün kılmıştır.” (en-Nahl, 71)

[2] “Onların mallarında, dilenen ve mahrum olanlar için belirli bir hak vardır.” (Meâric, 24)

[3] “Mü’minlerin mallarından zekât al ki, onunla kendilerini temizleyip mallarını bereketlendirsin.” (et-Tevbe, 103)

[4] Peygamber Efendimiz, akrabaya sadaka vermenin iki kat sevabı olduğunu şöyle beyân buyurmuştur:

“Yoksullara verilen sadaka, bir sadakadır. Hısımlara verilen sadaka iki sadakadır. Biri sadaka, diğeri akrabaya iyilik (sıla-i rahim)dir…” (Tirmizî, Zekât, 26; Nesâî, Zekât, 22, 82; İbn-i Mâce, Zekât, 28; Dârimî, Zekât, 38)

[5] Darimî, Mukaddime, 46.

[6] Taberânî, Hilye; Ebû Davud.

[7] Tirmizî, Kader, 6; İbn-i Mâce, Mukaddime, 10; Ahmed bin Hanbel, II, 316.

[8] Tirmizî, Zekât, 28; Süyûtî, el-Câmiü’s-Sağîr, I, 108.

[9] Müslim, Zekât, 93; Nesâî, Zekât, 60; İbn-i Mâce, Vesâyâ, 4; Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 231, 250.

[10] Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, IX, 109.

[11] et-Tevbe, 104.

[12] Deylemî, Müsned, IV, 103/6323; Ali el-Müttakî, XV, 694/42783.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle