Merhum Mûsâ Topbaş Efendi’den Sohbetler

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdular:

“Sizin hastalığınızın ve şifânızın ne olduğunu söyleyeyim mi? Hastalığınızın günahlar, ilâcınızın da istiğfar olduğunu unutmayınız.”

Abdülkadir Geylânî -kuddîse sirruh- buyurur:

“Ey ahâlî! Hayat kapısı açık bulunduğu müddetçe onu ganimet bilin. Hayatta oldukça onu değerlendirin. Zira yakında o kapı size kapanacak. Ömürleriniz tamamlanacak, hayatınız sona erecektir. Hayırlar işlemeye kâdir olduğunuz müddetçe onları işlemeyi ganimet bilin. Tevbe kapısı açık iken bu kapıyı ganimet bilin ve oradan girin. Duâ kapısı açık iken onu ganimet bilin ve ihlâslı yakarışlarla Allâh’a duâ edin. Sâlih mü’min kardeşlerinizin sıkıntılı anlarını ganimet bilin. Böyle anlarda, sırf Allah rızâsı için onların yardımına koşun.”

Yine buyuruyorlar:

“Günahlarınızdan ve kötü tavırlarınızdan dönünüz. Tevbe ediniz! Bu tevbe, sizin kalplerinize dikilmiş fidanlardır. Yanınızdaki binaların temelleridir. Şeytanın binasını yıkınız. Allâh’ın binasını yapınız. İşte o zaman Mevlâ’ya ulaşırsınız. Rabbinize kavuşursunuz. Ben öz, esas üzerinde duruyorum. Kabuk, posa üzerinde durmuyorum. Şu zâhirî dış haller bir posadan ibarettir. Ben onun terbiyesi üzerinde durmuyorum. Bilâkis özünüzün, rûhunuzun, kalbinizin, sırrınızın terbiyesi üzerinde duruyorum. Kışır, kabuktan ibâret zâhirlerinizi ise, bir kenara atıyorum. Sizi terbiye ediyorum. Taaa, Peygamberimizin gözü sizi tutuncaya kadar…”

* * *

Günahlar üçe ayrılır: Bir kısım günahlar vardır ki, afvı muhtemeldir. Bir kısım günahlar vardır ki, mağfiret edilmez. Bir kısım günahlar vardır ki, terk edilmez. Mağfireti umulan günahlar, kul ile Allah Teâlâ arasında olan günahlardır. Mağfiret edilmeyen günah ise şirktir. Terk edilmeyen ve cezası verilecek olan günah da kul hakkıdır.

* * *

Mü’min işlemiş olduğu günahını dâima büyük görmelidir. Allah dostları, en ufak zelleleri dahî, dağlar gibi cesim görmüşler, derin bir mahviyet içinde, Rabbimiz zülcelâl velkemâl hazretlerine gözyaşları ve büyük bir teessür içinde istiğfar etmişlerdir.

Hâlbuki itikadı zayıf, îmanı kemâle ermemiş kişiler ise dağlar gibi büyük günah işlerler, hatalı sözler sarfederler, o işledikleri cesim günah ve kabahatlerini nefisleri, kendilerine basit, küçük ve ehemmiyetsiz gösterir ve istiğfar etmeye dahî lüzum göstermezler.

Bütün peygamberân-ı izâm, ashâb-ı güzîn -radıyallâhu anhüm ecmaîn- hazerâtı, büyük veliler, Allah dostları, işlemiş oldukları pek ufacık zellelerini dahî büyük görmüşler, nedâmet üzere, Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretlerine afv edilmeleri için ilticâ ve istiğfar etmişlerdir.

Sahabe-i güzîn hazerâtının en güzîdesi, gözbebeği mesâbesinde olan Ebûbekir Sıddîk -radıyallâhu anh- hazretleri, Cenâb-ı Hakk’a hitâben:

“-Yâ Rabbi! Suçlarım kumlar gibi sayılmaz. Sen bu günahkâr, âsî kulunu afvet!” diyerek yalvarmış ve daimî olarak tevbe ve istiğfar etmiştir.

Bizlere, âciz kullara düşen, yapmakta olduğumuz günah, isyan ve nisyanlarımıza, daimî olarak tevbe ve istiğfar etmek ve yapmış olduğumuz günahları “nasıl olsa afv olunuyor” diyerek, ikinci defa işlemeye cür’et etmeyip tevbemizde ihlâs üzere sebâtkâr olmalıdır.

* * *

Seher vakti, ne lâhûtî bir zamandır; Allah Teâlâ’nın kullarına bahşettiği en mühim ikrâmıdır, mânevî ziyafetidir. Bütün Hak âşıklarının kışın sıcak yataklarını terk edip gönüllerini Hâlık Teâlâ’ya verdikleri, kudsî, ulvî anlarıdır. Gözyaşları ile namaz, niyaz, istiğfar, tefekkür, zikrullah ile nefislerinden çıkıp Rabbu’l-Âlemîn’e samimiyetle ilticâ ettikleri demleridir.

Bu öyle bir vakittir ki, feyz-i ilâhî yağmur gibi semâdan nüzul sûretiyle, seherîlerin kalplerinde tecellî eder. Bütün rûhâniyet ve melâike-i kirâm hazerâtı da iştirâk ederler. Gece kılınan iki rekât namaz, gündüz kılınan (farzlar hâriç) bütün namazların fevkindedir.

Bu mânevî ziyafetten istifade etmek isteyen kimsenin, gereğini yerine getirmesi lâzımdır. Bunun için gece geç vakitlere kadar oturup seher vaktinin kadrini bilmeyenlerden olmayalım.

Cesedin rahatını, sıhhatimizin devamını, erken yatmakla elde etmeliyiz. Erken yatar isek fuzûlî konuşmalarımızı önlemiş oluruz. Akşam yemeklerini hafif yemek, hem dînî, hem de tıbbî âdâbtandır. Gecenin ilk saatlerindeki uyku, vücudun dinlenmesi bakımından daha semerelidir.

Seher vakti, gâfil zümrenin uyuduğu, gönül sultanlarının samimiyet ve tevâzû ile Rableriyle hemdem oldukları bayramlarıdır. Mânevî terakkiyât, ilerleme vesilesidir. Gece vücut istirahat ettiği, dinlendiği için zindedir. Sâlim, mâsivâdan silinmiş bir kalple yapılan murâkabe, tefekkür neticesi olarak, insan kitaplarla elde edemediği, öğrenemediği birçok rûhânî bilgilere sahip olur.

Seherlerde kalkanların sıhhatleri, rûhen inkişâf ettikleri için bir kuş gibi hafif olur; az uyku kâfî gelir, yemeleri de azalır, fuzûlî konuşmaları da… Fazla uyuyanlarda ise ağırlık, sıklet ve atâlet olduğu için daima sıhhatlerinden şikâyet ederler.

* * *

Yahya Râzî bin Muaz -kuddîse sirruh- buyurdu ki:

“Ey insanlar! Unutmayınız, yarın mahşer yerine bölük bölük, dört bir yandan geleceksiniz. Allah Teâlâ’nın huzurunda hesaba çekileceksiniz, yaptıklarınızın hesabını harfi harfine vereceksiniz.

Hesâbını vermeyen günahkârlar, yaya olarak ve sıkıntı içinde bölük bölük cehenneme sevk edilirler. Hesâbını veren Allah Teâlâ’nın sevgili kulları ise, rahat içinde cennete sevk edilirler.

Kardeşlerim! Mahşer günü, hasret ve nedâmet günüdür. O gün târif edilemeyen büyük bir gündür. O gün amellerin tartıldığı, dünyada yapılan bütün iyiliklerin ortaya döküldüğü, gizli saklı hiçbir şeyin kalmadığı bir gündür. O gün feryatların yükseldiği bir gündür.

O gün hilekârların, riyâkârların ortaya çıkacağı, kimin ne olduğunun belli olacağı bir gündür. O gün birtakım insanların yüzleri beyaz, bir kısmının ise simsiyah olacağı bir gündür.

O gün hiç kimsenin bir başkasına yardım edemeyeceği ve hiç kimsenin hile yapıp tuzak kuramayacağı bir gündür. O gün ananın-babanın evlâttan ve evlâdın ana-babadan kaçacağı, birbirine hiç yardım edemeyeceği bir gündür. O gün zâlimlerin yalvarmalarının, sızlanmalarının fayda vermeyeceği, her nefsin ancak kendini düşüneceği bir gündür.”

* * *

Kimsenin kimseye faidesi olmadığı o zaman için hazırlık yapmalıyız. Bu sebeple tam ihlâs üzere Allah Teâlâ’nın emrettiği şekilde kulluk vazifemizi îfaya yeltenmeliyiz. İhlâsı ve îtikadı zayıf kimseler, niyetlerinin çürüklüğü yüzünden amellerinden istifade edemez ve cehenneme sürüklenirler.

Îtikadı sağlamlaştırdıktan sonra Kur’ân-ı Kerim’in ahkâmını harfiyen yerine getirmeye, yani Cenâb-ı Vâcibu’l-Vücud hazretlerinin yasak kıldığı şeylerden kaçınmaya ve emrettiği ferâiz ve teferruâtını îfâ etmeye gayretli olmalıyız. Namazlarımıza, oruçlarımıza büyük bir engin gönülle devam ederken, kul hakkından korkmalıyız. Ancak zâlimler Allah’tan korkmadıkları için kul hakkı yemekten, kula eziyet etmekten kendilerini alamazlar. Ahlâkî durumumuzun inkişâfına, teâlîsine ihtimam etmeliyiz. Sonra âilemiz, çoluk çocuğumuz, Allah Teâlâ’nın yedimizdeki (elimizdeki) emânetleridir. Her hususta onlarla meşgul olmak ve onlara hakikati bildirmek ve onu tatbik ettirmekle yükümlüyüz. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin gözbebeği Fâtıma-i Zehrâ’ya karşı rıfk ile o nezih muâmelesinin yanında Allah yolunda şiddet göstermesinden ibret alalım.

Yavrularımızın kalplerine Allah Teâlâ hazretlerinin ve Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sevgisini, muhabbetini zerk edelim. “Allah nedir? Peygamber nedir?” suâllerine karşı, çocuklarına ve kendilerine tâbî olanlara bilgiler veremeyen ana-babalar, o şiddet gününde pişman olacaklardır. Ama iş işten geçmiş olacaktır.

Ey önü, sonu, evveli, âhiri, bidâyeti, nihâyeti olmayan, her türlü mekândan, zamandan, cihetten münezzeh olan, ulular ulusu, yüceler yücesi, kâinâtın yaratıcısı Allâh’ım!.. Şan, şeref, kuvvet, kudret, bütün âlî sıfatlar, Sana âid… Bizler mahlûk kullar olarak, Senin o ince sanatını ve hudutsuz derin ahlâkını nasıl idrâk edebiliriz?! Kerem et, lutfet de basîret penceremiz açılsın da bir şemme olsun nasibimize göre Seni anlayabilelim. Aşkımızı ziyâdeleştir de, sâyende kulluğumuzu büyük bir şevk ve edeb içinde îfâ edebilelim. Tamamlık, kemâl Senin sıfatın, noksanlık ise bizim sıfatımız… Bizleri bağışla, hatalarımız sebebiyle yakma! Allâh’ım! Ancak Senin afvına, Rahmanlığına, Gaffarlığına güveniyoruz. Adâletinle muâmele etmene değil!.. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle