Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Bir taraftan yaz aylarının, dolayısıyla tatil döneminin bittiği, okulların açıldığı bir aydayız; bir taraftan da bir hicrî yılın bitip diğerinin başladığı bir dönüm noktasındayız. Günler, aylar, yıllar birbirini kovalıyor âdeta… Her gün bir hücremiz, bir parçamız ölüyor, bazen yenileniyor, hayat devam ediyor; bazen de bir daha yenilenmiyor, vâde tamamlanmış oluyor. Hayat kısa, ölüm de muhakkak…

Hakikat bu iken, maalesef en büyük sermayemiz, en büyük imkânımız olan “vakitlerimizi” su gibi boş şeylere akıtıyoruz. İnternet ve telefonlar çıktı çıkalı, ömür sermayemizi, saatlerimizi, günlerimizi, hatta yıllarımızı vakumlayıp bizden alıyor; “hebâen mensûra” olarak gökyüzüne saçıp savuruyor. Bir kara delik gibi, yutmakla doymuyor. Bir gayyâ kuyusu gibi, tesir sahasına girince çırpınmakla kurtulma imkânı bulunmuyor.

Çok kabaca bir hesap yapsak, günde sadece yarım saat telefonla, internetle, televizyonla meşgul olan birisi; haftada 3,5 saatini, ayda 15 saatini, yılda 183 saatini buna ayırmış demektir. Kimsenin yarım saatte telefonu, interneti, televizyon ve bilgisayarı elinden bıraktığı yok! O hâlde durumun vehâmeti ortada… En verimli çağlarımız, en çok iş tutacağımız vakitlerimiz heder olup gidiyor.

Elinde akıllı telefonla yürüyen, yemek yiyen, seyahat eden, araba kullanan, çocuk bakan insanlarla dolu her yer… Sanki insanlar telefonu değil, telefonlar insanları yönetiyor.

Bir insanın adaya tek başına düştüğünde yanında olmasını istediği şeyler; artık üç aşağı-beş yukarı sâbitlenmiş durumda… İnsanlar sosyal medyadan kopmak istemiyor. İnsanlar, sanal âlemde “iletişim” kurduklarını düşünüyorlar. Bundan 15-20 yıl önce hiç “ihtiyaç” olmayan şeyler, bugün “olmazsa olmaz” hâle gelmiş. Artık yeni yeni “bağımlılık” türleri gelişmiş. İnsanlar telefonsuz, internetsiz, bilgisayarsız bir gün geçiremez olmuşlar.

Teknoloji elbette büyük imkânlar veriyor insanlara… Dünyada olan bitenden haberdar kılıyor, banka işlerini kuyruk beklemeden hallediyor, elektrik-su-doğalgaz faturalarını bir “tık”la yatırma imkânı veriyor. Kısa zamanda, çok büyük organizasyonlar kurma; çok farklı kesimlerle ânında haberleşme, tanışma fırsatı veriyor. Bunların hepsi doğru… Teknolojiye, bilime toptan karşı çıkmak mümkün değil…

Ancak bizden de neler alıp götürüyor, ona da bakmak lâzım! Eğer bizi, yaşadığımız andan, hayatın kendisinden, insanlardan ve kendi insanlığımızdan uzaklaştırıyorsa, o teknolojiyi bir kere daha sorgulamak gerekiyor. Eğer farkında olmadan, ilmik ilmik bizi dokuyor, etrafımıza “bağımlılık” ağları örüyorsa, temkinli ve tedbirli davranmakta fayda var. Ona esir olmadan, onu kendi faydamıza kullanabiliriz ve kullanmalıyız da… Fakat artık “onsuz yapamıyorsak”, bir şeyler ters gidiyor demektir.

Bugün insan davranışları ve alışkanlıkları üzerinde çalışan uzmanlar, yeni bir “bağımlılık”tan söz ediyorlar: Teknoloji bağımlılığı… Onun da kendi içinde farklı yönleri var. Biz, müslümanlar olarak, her şeyin ve dolayısıyla eşyanın “Allâh’ın rızasını kazanma yolunda” bir “vâsıta: araç” olduğunu düşünüyoruz. Bu araçlar, hiçbir zaman “gâye: amaç” hâline gelemez, gelmemelidir de… Eğer başka bir hayatımız yoksa ve biz, her dakikamızın hesabını Allâh’a vereceksek; saatlerimizi, ömürlerimizi çalan “boş işlere” karşı da uyanık oluruz.

Rabbimiz, ömrümüzü, rızâsına uygun şekilde geçirmeyi hepimize nasip etsin. Kurban bayramınız, Hicrî yılbaşınız ve Aşûre gününüz mübarek olsun. Cenâb-ı Hak, bizi, ümmetçe yüzümüzün güldüğü hakiki bayramlara kavuştursun. Âmin.

 

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle