Felak Sûresi -3

2- Sabahın doğuşu, ferahlığın gelişine misal gibidir. Nitekim insan, geceleyin sabahın doğuşunu beklediği gibi, korkan da kurtuluş sabahının doğasını gözler.

3-Sabah müjde gibidir. Sabah olunca sanki emniyeti îlan etmiş, ferahlığı müjdelemiş gibi olur. Her hasta seher vakti hafiflik bulur.

4-Bu âyette özellikle sabahın zikredilmesi, belki de sabahın darda kalmışların duâ ve üzüntülerine icâbet vakti oluşundan dolayıdır. Hak Teâlâ sanki şöyle demek istemiştir: “De ki: Bütün dert ve sıkıntıların açıldığı o vaktin Rabbine sığınırım!” Ayrıca “Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17) âyeti gereğince, seher ve sabah vakti, istiğfar ve yalvarıp yakarma vaktidir.

5- Kıyamet gününe benzediği için sabah kelimesi zikredilmiştir diyenler de vardır. Zira geceleyin insanlar ölü gibidirler. El etek çekilir, evler de kabirler gibi sessiz sâkin bir hâle bürünür. Sonra kimi evinden çıplak ve iflâs etmiş olarak çıkar, ona kıymet verilmez, iltifat edilmez. Kimi borçlu olur, hapse atılır. Kimi itaat olunan padişah gibi olur. Binekler ona yönelip onun huzurunda durur. İşte kıyamet günü de böyledir. Kimi sevap yönünden iflas etmiş, takvâ elbisesinden mahrum bir çıplaktır. Böylece Cebbâr olan Allâh’ın huzuruna götürülür.

6-Kıyamet hâllerini kendinde toplayan namaz vakti olduğu için özellikle “sabah namazı vakti”nin zikredilmiş olması da muhtemeldir. Namaz, kıyamet provasıdır.

Kıyam (namazda ayakta durmak), kıyamet gününde insanların mezarlarından kalkışını hatırlatır. Namazda kıraat (Kur’ân-ı Kerim’den âyet ve sûreler okumak), kıyamet gününde insanların amel defterlerinin okunuşuna benzer.

Namazdaki rükû, kıyametteki “Başlarını (utançlarından) eğerler.” (es-Secde, 12) âyetinde zikredilen sahneyi canlandırır.

İnsanın namazdaki secdesi, kıyamette “secdeye dâvet olunurlar, ama güçleri yetmez.” (el-Kalem, 42) âyetine işaret eder.

Ka’de (oturuş) ise, şu âyetteki temsile benzer: “Her ümmeti diz çökmüş bulursun.” (el-Câsiye, 27)

Kısacası kul, “Allâh’ım, beni şu gecenin karanlığından kurtardığın gibi, kıyametin bu elem verici hâllerinden ve dehşetli korkularından da kurtar!” demek ister.

Sabah vaktinin seçilmiş olmasının bir sebebi de, sabah namazı vakti hakkında: “Şüphesiz fecir vaktindeki kıraat (sabah namazı) şâhidlidir.” (el-İsrâ, 78) buyrulmuş olmasıdır. Zira gece ve gündüz melekleri, bu namaza birlikte iştirâk ederler.

* * *

Bütün yukarıda sayılan mânâlar, “Felak” kelimesinin “sabah” mânâsında olması ile ilgilidir. Şayet “Felak” kelimesi, kendi anlamlarından birisi olan “tohum ve bitkilerin yeryüzünü yararak çıkması”nı ifade için kullanılmışsa, bu hususta da şu görüşler dile getirilmiştir:

Felak, Allah Teâlâ’nın bitkilerler yeryüzünü yardığı her şeydir. “Şüphesiz Allah tanenin ve çekirdeğin Hâlıkı (yarıp çıkaranıdır).” (el-En’âm, 95) Dağları gözelerle, bulutları yağmurlarla, yumurtaları civcivlerle, rahimleri çocuklarla, kalpleri mârifetlerle (bilgilerle) yarmış, içlerinden bunları çıkarmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de bu mânâ “fâliku’l-isbâh” (bkz: el-En’âm, 96) yani “gece karanlığını yırtarak, yararak sabahı çıkaran” buyrulmuştur.

* * *

Felak kelimesinin bir başka mânâsı da “cehennemde içine düşülen bir vadi” oluşudur. Bu, Arapların alçak ve çukur yerler için kullandıkları “felak” kelimesidir ki, çoğulu “el-fulkân”dır.

Abdullah bin Amr bin Âs -radıyallâhu anhümâ-’dan, bu görüşü te’yid eden bir rivayet nakledilmiştir. O:

“-«Kul eûzü birabbil felak» ilâhî sözünün mânâsı hakkında Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e sordum. O da buyurdu ki:

“-Cehennemde bir zindandır. Orada zorbalar, kibirliler hapsolunur ve cehennem, ondan Allâh’a sığınır.” (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, X, 146)

Müfessir Alûsî, felak kelimesinin bu üç mânâsını saydıktan sonra, kendisine göre tercih edilecek en uygun görüşün birincisi olduğunu dile getirmiştir. Zira bir asıldan doğup çıkan, bütün yaratıkları içine alır. Bu mânâsıyla felak, “samed”in zıddıdır. Samed, her şeyin kendisine muhtaç olduğu, ancak kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığı şey için kullanılmıştır.

 

2- Yarattığı şeylerin şerrinden (Allâh’a sığınırım)

  1. a) Atâ ve İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ- burada İblis’in kastedildiği düşüncesindedirler. Çünkü Allah, ondan daha şerli bir mahlûk yaratmamıştır. Ve bu sûre, sihirden istiâze (Allâh’a sığınma) hakkında nâzil olmuştur. Sihir de, ancak İblis, yardımcıları ve askerleri sayesinde tamamlanır.
  2. b) Bu âyette cehennem kastedilmiştir.
  3. c) “Yarattığı şeylerin şerrinden” ifadesiyle Allah Teâlâ; vahşî hayvanlar, haşereler ve bunlar dışındaki eziyet verici çeşit çeşit hayvanların şerrini kastetmiştir. Buna, bize eziyet veren cin ve insanların dâhil olması ve fiillerinin “şer” diye isimlendirilmesi de câizdir. Aynı şekilde buna, hastalık yapan yiyecekler, su ve ateşin şerleri de eklenebilir.
  4. d) Allah Teâlâ bu ifadeyle yarattığı hastalıkları, dertleri, kıtlıkları, çeşitli belâ ve âfetleri kastetmiştir.

Hayrı ve şerri yaratan Allah’tır. Zira âyet-i kerîmede; “Allah her şeyi yaratandır.” (ez-Zümer, 62) buyrulmuştur. Ondan başka hakiki yaratıcı ve hakiki mâbud yoktur. Eşya, cin ve insanlardan şer tabiatlı olanlar vardır ve bunlar, imtihan icabı, insana zarar verebilmektedir. İnsana düşen, bu şerli varlıklardan, onları yaratan Allâh’a sığınmaktır. Bütün şer odaklarıyla tek tek mücadele etmek hem çok yorucu ve hem de imkânsız derecede zordur. Çünkü bazılarını tanımak ve kendini korumak için tedbir almak mümkündür. Bazıları ise sûret-i haktan görünür, gerçek niyet ve kötülüklerini gizlerler. Bazılarının zararı bir anda, bazılarınınki ise, zamana yayılmış bir şekilde yavaş yavaş ortaya çıkar. Kısacası insanın bütün şer odaklarını fark edip hepsiyle ayrı ayrı mücadele etmek yerine, onları var eden ve onlarla bizi imtihan eden Allâh’a sığınması hem daha kolay ve hem de neticeye en süratli ve kesin bir şekilde ulaşma vesilesidir.

Âyet-i kerimede dikkat edilecek bir husus da “şerrin nisbetinin Allâh’a değil, yarattığı mahlûka yapılmış olması”, yani “yarattığı şeylerin şerrinden” buyrulmuş olmasıdır. Allah, hiçbir mahlûkâtı, sırf şer için yaratmamıştır. Onun işi, hayır ve sulhe dayanır. Buna rağmen yaratılış hikmeti tamamlansın diye, bazı varlıklardan pek çok şerler meydana gelir. Bu durumu, kesinlikle Allâh’ın bilgisi ve iradesi dışında değildir. O ilmi ve iradesiyle her şeyi kuşatmıştır. O izin vermediği müddetçe hiçbir şer meydana gelmez. Ancak Cenâb-ı Hak, şer ve kötülüklerde rızâsı yoktur. Onun rızası, hayır, güzellik ve itaattedir.

Cenâb-ı Hak, insanların hayır, saadet ve itaat üzre olmasını emretmiş, rızâsını ve muhabbetini bu istikamette belirlemiştir. Buna rağmen imtihan dünyası olan bu âlemde; her şey zıddıyla kâim olduğundan, güzelliklerin ortaya çıkıp tanınması için kötülükler de var olmuştur. Dileyen hayrı, dileyen şerri seçer. Ve seçtiği yolun âkıbetine katlanır. Rabbimiz, iradesini hayır yoluna kullananlara müsaade ettiği gibi, kötülükleri seçenlere de izin vermiştir. Böylece hesap günü geldiğinde herkes kendi amelini karşısında bulacaktır.

Biz de Allâh’ın gazabından ve azâbından, yine O’nun lütuf, rıza ve ihsanına sığınırız. Tıpkı Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi:

“Allâh’ım, Senden yine Sana sığınıyorum!” (Müslim, Salât, 42/8)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle