Yetim Peygamberim

Yetim kızın başını okşayan mübârek el,

Ben de yetim bir kızım, ne olur bana da gel!

Yetim kızı kendine evlat sayan Muhammed,

Ben de yetim bir kızım, beni yavrun kabul et!

Gül sevgin yeter bana, ey sevgili Rasûlüm

Öyle muhtacım sana, ne verirsen kabulüm!

(Yetim Kız İlahisi,Şiir:Yasin İlhan)

 

Yüreğimizi dağlayan “Yetim Kız” ilâhîsini tekrar tekrar dinlemişsizdir. Her defasında âdetâ Peygamber Efendimiz’in şefkat dolu çehresiyle bizlere baktığını ve “Yetimlere siz nasıl davranıyorsunuz?”' sorusunu sorduğunu hisseder gibi oluyoruz.

Sahi, etrafımızda kaç yetim var ve hangi birinin derdi, bizim gece uykularımızı kaçırdı?

Hangi birinin o mâsum gözlerine ışık, umutsuz kalbine umut olmayı denedik?

Annesiz, babasız, evsiz onlarca çocuğun dramı kaçımızın boğazına düğümlenen birer acı oldu.

Onlar ki, Allâh’ın birer emâneti. Rasûlullah ile kaderdaş olan yavrular...

Hiç bir zaman anne kokusunu duyamamış, baba merhametini görememiş onlarca çocuk yaşıyor bizim de yaşadığımız bu şehirlerde... Merhametten nasipsiz nice insanların elinde o mâsum yavrular eziliyor, incitiliyor ve yarınlara birer suçlu kimliği ile çıkıyor. Bugün birer mâsum yavru iken yarın toplumda bir suç makinesi hâline gelen bu çocukların düştükleri durumlardan bizler de sorumlu değil miyiz? Onlar boyunlarında suçları ile Rabbimizin huzuruna durduklarında, bizi göstermeyecekler mi Allâh’a?! Bizden şikâyetçi olmayacaklar mı sanıyoruz Rûz-ı Mahşer’de?!

İşte bu duygularla kendisi de bir yetim olan Hazret-i Peygamberin yetimlere hangi pencereden baktığını, kısa da olsa ifade etmeye çalışacağız. Umarız yazdıklarımız, önce nefsimizde tesirli olur.

Hangi birimiz, O’ndan daha çok hayatın sıkıntısına dûçâr olduk?

Hangi birimiz, yetimliği ve öksüzlüğü, O’nun gibi daha küçücük bir çocukken tattık?

Ve hangi birimiz, evlat acısını, eş acısını, anne-baba acısını O’ndan daha fazla hissettik?

Peygamber Efendimiz, Rabbimizin “Habibim!” diye târif ettiği ve yarattıklarının en şereflisi olduğu hâlde, insânî boyutta altından zor kalkılır imtihanlarla karşılaşmıştı.

“Beni Rabbim terbiye etti, terbiyemi de ne güzel şekilde eyledi.”  hadîs-i şerifinde beyân buyurulduğu üzere ilâhî mürebbîsi olan Allah, O’nun bu ağır imtihanlar karşısındaki sabır, teslimiyet ve güzel ahlâkını biz kullarına örnek göstermiş ve O’nu bize, “âlemlere rahmet” olarak takdim etmiştir.

Peygamber Efendimiz, sosyal hayatın tam ortasında idi. Yetimler, fakirler, kimsesizler, efendisinden zulüm gören köleler, eşi ile arasında problemleri olanlar, Efendimizi meselelerini halledecek bir mercî olarak görüyorlardı. Allah Rasûlü, kendisine gelen her türlü meseleyi, görmüş-geçirmiş bir âkil insan olarak büyük bir firâset ve engin bir tecrübe ile çözüyordu. Çünkü etrafındaki insanların yaşadığı her türlü dünyevî sıkıntının bir benzerini neredeyse kendisi de bizzat yaşamıştı.

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yetimliğinin hatırlatıldığı âyet-i kerimede Rabbimiz:

“Seni yetim bulup da barındırmadı mı? Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da yola iletmedi mi? Seni ihtiyaç içinde bulup da zengin etmedi mi? Öyleyse sakın yetimi ezme!” (ed-Duhâ, 6-9)

O’na, önce kendi yetimliğini hatırlatıyor ve sonra da “yetimleri ezmemesini, onlara sahip çıkmasını” emrediyor.

Allah Rasûlü de, bu ilâhî fermana uygun bir hayat yaşamış, her fırsatta yetim ve kimsesizleri himâye etmiş ve insanları da buna teşvik etmiştir. Nitekim bir gün, işaret ve orta parmağıyla işaret ederek:

“Gerek kendisine ve gerekse başkasına âit herhangi bir yetimi görüp gözetmeyi üzerine alan kimse ile ben, cennette işte böyle yan yanayız.” buyurmuştur. (Ahmed bin Hanbel, V, 250)

Ebu Cehil, vâsîliğini yaptığı bir çocuğun malını yanında tutuyor, ancak çocuğun hakkı olan malından ona vermekten imtinâ ediyordu. Hatta zaman zaman bu mâsum yavruya eziyet ediyordu.

Bir gün çocuk, malından ihtiyacı olan bir şeyi istedi. Ebu Cehil, ona istediğini vermek bir yana, çocuğu azarlayarak yanından kovdu. Çocuk ağlar vaziyette iken, Ebû Cehil’in yanında bulunan diğer müşrikler de alay ederek çocuğa:

“-Git, Muhammed senin hakkını versin!..” dediler.

Henüz bu alayı anlayacak yaşta olmayan çocuk, bütün saf duyguları ile Peygamber Efendimizin yanına geldi ve durumu anlattı. Yetim hakkı konusunda çok hassas olan Efendimiz, çocuğun elinden tuttu ve doğruca Ebu Cehil’in yanına geldi. Peygamber Efendimiz, çocuğun hakkını Ebu Cehil’den isteyince o da itiraz etmeden dediklerini verdi. Etrafındakiler, Ebû Cehil’in bu tavrına şaşırıp sebebini sordular. O da:

“-Vallahi siz de benim yerimde olsa idiniz, aynı şeyi yapardınız. O’nun sağında ve solunda birer mızrak gördüm. Vermeyecek olsam, hemen bana saplanacaktı.”

İslâm toplumunun varlık gösterdiği ve müşrikler ile savaşların olduğu dönemlerde ashâb-ı kiramdan savaşlarda şehit olanların çocukları yetim, eşleri dul kalıyordu. Bu gitgide iç burkan bir dram hâlini alıyordu. Herkesin babası, koruyanı, gözeteni olan Peygamber Efendimiz, bazı evliliklerinde tamamen himâyesiz kalmış kadınları ve onların çocuklarını himâyesine alma hedefi güdüyordu. Böylece O, ashâbının da yetim ve dullara sahip çıkmasına örnek oluyordu.

Ümmü Seleme annemizin durumu da böyle idi. Peygamberimiz, Hazret-i Ümmü Seleme annemiz ile evlendiğinde, beraberinde beş yetimi vardı. Peygamberimiz ona, beraberinde yetim çocukların bulunmasının kendisiyle evlenmesine bir engel olmayacağını söyledi ve onu evlatlarıyla birlikte hânesine kabul etti. Bu çocukların babası Ebû Seleme seçkin sahabîlerdendi. Bir savaşta şehit olmuştu. Bu çocuklar, Peygamberimizden, öz babalarını aratmayacak, hatta daha sıcak bir şefkat görmüşlerdi.

Ayrıca yapılan savaşlar sonunda şehit düşen sahabîlerin çocukları yetim kalınca Peygamberimiz bu çocuklara ayrı bir ilgi gösterir, onları yalnız bırakmaz, ihtiyaçlarını karşılardı. Bazılarını da bizzat kendi himâyesine alırdı.

 Hatta daha nübüvvet verilmeden önce, Peygamber Efendimiz, iki yavrusu olan Hazret-i Hatice ile evlenmiş ve onun çocuklarını da kendi yuvasında misafir etmiş, onlara da babalık yapmıştı. Denilebilir ki, Peygamber’in hânesi, ilk kurulduğu andan itibaren yetimlerin ve gariplerin yuvası olmuştur.

Şu hâdise, kalbimizi rakikleştirecek, göz pınarlarımızı harekete geçirecek ayrı bir nebevî rahmet örneğidir:

 Peygamber Efendimiz, bir bayram namazından sonra mescitten çıktığında, çocukların neşe ve sevinç içinde oynadıklarını gördü. Bir duvarın dibinde de perişan kılıklı ve mahzun bir çocuk ağlayıp duruyordu. Dikkatini çekti ve Efendimiz, o çocuğun yanına vardı.

“-Yavrum, neyin var, niçin böyle üzgün duruyorsun?”

Çocuk bir yetimdi. Babası Uhud’da şehit olmuştu. Annesi de başka biriyle evlenince çocuk sahipsiz kalmıştı. Rasûl-i Ekrem Efendimiz, çocuğun elinden tuttu. Başını okşadı, gönlünü aldı.

“-Neden ağlıyorsun? Bundan böyle babanın ben, annenin Âişe, kardeşinin de Fâtıma olmasını istemez misin?”

Çocuk, sevincinden uçacak gibiydi. Heyecanla:

“-Nasıl râzı olmam, Yâ Rasulallah?” diyebildi.

Peygamberimiz, çocuğa ismini sordu. O:

“-Buceyr.” dedi.

“-Hayır.” dedi. “Bundan böyle senin ismin Beşir olsun.” buyurdu.

Peygamberimiz çocuğu aldı, evine götürdü. Yedirip içirdi, üstünü başını giydirdi. Karnı tok, sırtı pek olan çocuk, bir süre sonra oynayan çocukların arasına karışmak üzere sokağa çıktı. Neden sevinmeyecekti? Babası Cennete gitmişti; ama şimdi babasının yerine geçen insan, bütün babaların en hayırlısıydı. Arkadaşları Beşir’in hâlindeki değişikliği görünce etrafına toplandılar. Merakla sordular:

“-Sen daha önce ağlayıp duruyordun. Şimdi ne oldu da bir anda böyle değiştin?!”

Beşir cevap verdi:

“-Açtım, doydum; çıplaktım, giyindim; yetimdim, Rasûlullah babam, Âişe annem oldu.”

Bunun üzerine diğer çocuklar, Beşir’e gıpta ederek şöyle dediler:

“-Ne olaydı, keşke bizim de babalarımız Uhud’da şehit olsaydı da, biz de öyle bahtiyar bir babaya kavuşsaydık!..”

Peygamberimizin vefatına kadar Beşir bin Akra, O’nun yanında kaldı. Peygamberimiz ebedî âleme göçtükten sonra Beşir için asıl yetimlik başlamış oldu. Şöyle ağlıyordu:

“-İşte şimdi yetim kaldım, işte şimdi garip oldum.”

Peygamber Efendimiz hadîs-i şeriflerinde, yetimin sadece başını okşamanın bile bir cennet müjdesi olduğunu haber vermişlerdir:

“Kim sırf Allah rızası için şefkatle yetimin başını okşarsa, elinin değdiği saçlar sayısınca ecir ve sevap kazanır.”

Ebu’'d-Derdâ -radıyallâhu anh- rivâyet ediyor:

Peygamber Efendimize bir adam geldi, kalbinin katılığından dert yandı. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona şu tavsiyede bulundular:

“Kalbinin yumuşak olmasını, ihtiyacın olan şeylere kavuşmayı ister misin? Öyle ise yetime şefkat göster, başını okşa, yediğinden ona yedir ki, kalbin yumuşasın ve muhtaç olduğun şeylere kavuşasın.”

* * *

Gelin, yazımızı, başta verdiğimiz “Yetim Kız İlâhîsi”nin şiiri ile bitirelim. Ve duâmız şu olsun:

Yâ Rabbi, sen civarımızdaki yetimlere bizi kayıtsız bırakma!.. Onlarla dertlenecek anlayış ve şuur ver bizlere… Âmin.

* * *

Yâ Rasûlallah kimsesizlerin sahibi senmişsin,

Öyle demişti dedem.

Bu gün sokakta çocuklar sek sek oynarken yine aralarına almadılar beni, ittiler.

Çok üzüldüm, ağladım; dedemle babannem teselli etti.

Yâ Rasûlallah uyurken de oyuncağıma sarılıp yatıyorum,

Bazen teselli ediyor, ama çoğu zaman ağlıyorum,

Benim de annem olsa, bana masal okur, ninni söyler, uyuturdu,

Benim annem de, babam da sen ol, yâ Rasûlallah!

Benim başımı da sen okşa, beni de sen sev!

Biliyorum, geliyorsun, başımı okşuyorsun, üstümü örtüyorsun,

Çünkü bazı geceler kalktığım da biri üzerimi örtüyor,

Benim annem de, babam da sensin yâ Rasûlallah!

Sensin yâ Rasûlallah, sensin yâ Rasûlallah!

PAYLAŞ:                

Şefika Meriç

Şefika Meriç

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle