Makam-ı Şehâdet

Her şeyin en güzelini ister insanoğlu... Gözümüzü yumup da nefeslerimiz tükendiğinde, bu yalan dünyaya bırakacağımız geçici arzular için çırpınıp dururuz bir ömür boyu... Peki, ölümün en iyisini istemek, hiç aklımıza gelir mi? Hâşâ!.. Hiç ölmeyecekmiş gibi bir tavrı vardır nefsin... Kimse ölümü kendisine yakıştırmaz, onunla ilgili hayal kurmaz, aklına bile getirmek istemez, nedense?!

Enbiyâ Sûresi’nin 35. âyet-i kerîmesinde:

“Her can ölümü tadacaktır. Bir imtihan için sizi iyilikle de, kötülükle de müptela kılarız. Sonunda ancak Bize dönersiniz.” buyruluyor.

 Yani ölümden kaçış olmaz. Korkunun ecele faydası yoktur. Hakikatte ölüm bir son değil, esas hayatın başlangıcıdır. Yolculuk mesâbesindeki bu dünyası güzel olanın, ölümü de güzel olur; ölümü güzel olanın, hiçbir zaman son bulmayacak hayatı, yani âhireti de güzel olur. Güzellik izâfîdir ve kişiye göre değişir. Burada güzellikten kasıt; Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına uygunluğudur. Allâh’ın rızasına muvâfık îman ve amel-i sâlih dolu bir hayat yaşamak ve îman üzere rûhunu Rabbine teslim etmektir, en güzel olan…

Ölümün en güzeli de Allah yolunda can vermek, başka bir deyişle şehid olmaktır. Nübüvveten sonra en yüce makamdır, şehâdet makamı... Hak Teâlâ, şehidler için:

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanma!.. Bilakis diridirler, Rableri katında rızıkları verilmektedir.” (Âl-i İmran, 169) buyuruyor.

Nefesimiz sayılı ve Mevlâ ne zaman takdir ederse, o vakit dünya hayatımız sona erecek. Nasıl olsa ölümü tadacağız. Öyleyse ölümün en güzeli olan şehidliği neden istemeyelim ki?

Ayrıca şehidlik herkese nasip olmaz. Sözlerimizle, duâlarımızla istediğimiz gibi, temiz hayatımız ve güzel amellerimizle de hep şehâdete hazırlanacağız!.. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in buyurduğu gibi; “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz de öyle haşredilirsiniz!.” (Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, V, 663)

Allah yolunda öldürülenler şehid olurlar. Ancak bir hususa dikkat etmelidir: Bütün gâye, ölmek değildir. Asıl hedef, bütün hayatı, Allâh’ın emir ve yasaklarına göre yaşamaya çalışmak, bunun için elimizden geleni yapmak ve hatta gerekirse ölümü bile göze almaktır!.. Gâye, İslâm’ı yaşamak ve yaşatmaya çalışmaktır. Yoksa kuru cihangirlik dâvâsı ve kavga-gürültü çıkarmak değildir. Ölmek ve öldürmek, ancak böyle ulvî bir gâye varsa, değerlidir.

Savaşta her ölen veya öldürülen, şehid sayılmaz!.. Şehidlik, kişinin kalbindeki îman ve niyetle irtibatlıdır. Peygamber Efendimiz, en çetin çarpışmaların yaşandığı Uhud Savaşı’nda, kendi taraftarlarından bir kişi hakkında “O, cehennemliktir!..” buyuruyor. Ashâb-ı kiramdan birisi, o şahsı uzaktan takip etmeye başlıyor. Kolundan yaralandığını, sonra da kendi kılıcıyla intihar ettiğini görüyor. Son ânında yanına gelerek, bu intiharının sebebini soruyor. O da:

“-Ben, Medine’deki bahçelerimi korumak ve savaştan ganimet toplamak için yola çıkmıştım. Yaralandığımda, kolumun acısına dayanamadım ve intiharı seçtim!..” diyor. (Bkz: Vâkidî, I, 263)

Demek ki, Hazret-i Peygamber’in ordusunda, en çetin mücâdelelere katılmış olmak da “şehid” olmak için yeterli değilmiş!.. Demek ki, her şeyden önce insanın îmânının sağlam ve niyetinin hâlis olması gerekiyormuş.

Peygamber Efendimiz, bir başka hadîs-i kudsîde, Allâh’ın huzuruna getirilen bazı şehidlerin, şehâdetinin makbul olmadığını, çünkü onların sadece “Ne kadar kahramanca savaştı!” denilmesi için harbe gittiklerini haber vermektedir. (Müslim, İmâre, 152)

Öyleyse şehâdet, kolayca ulaşılamayan çok yüce bir mertebe!.. Kalbin, buna bir ömür boyu hazırlanması gerekiyor.

Ömür boyu süren bu kulluk ve ihlâs gayretinden sonra, isterse harb-darb olmasın; kişi, kendi yumuşak yatağında vefât etsin, o yine şehidler defterine yazılıyor. Bu müjdeyi de Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- vermiş:

“Her kim kalbinden sâdık olarak Allah’tan şehitlik isterse, yatağında ölse bile Allah o kişiyi şehidler mertebesine eriştirir.” (Tirmizî, 1705; Ebû Dâvud, 2541; İbn-i Mâce, 2797)

* * *

Hamdolsun, şu anda ülkemizde bir savaş yok. Ama amansız bir saldırı var. Evet, her geçen gün artarak devam eden saldırılar hem de… Tüfekle, silahla, ok ile değil… Modern silâhlarla, televizyon ve internetle; içten içe, tâbiri câizse “çaktırmadan” bir saldırı var.

Öyle bir saldırı ki; farkında olmadığımız için, bırakın savaşmayı, kendimizi savunamıyoruz bile… “Bir milleti yok etmek için önce o milletin kültürünü yok etmek lâzım!..” demişler.

Bizim kültürümüz, insanımız, medeniyetimiz, dostluğumuz, îmânımız, ahlâkımız, âilemiz sapasağlam urgan gibiydi. Her gün kültürümüzden, kimliğimizden bir lif koparılıyor. Hiç fark etmiyoruz bile… İnsanlığımız, ahlâkımız, ilmimiz, irfânımız tırtıklanıp duruyor. Bizi, biz yapan; bizi birbirimize bağlayan değerler, mâhir eller tarafından ufak darbelerle bir bir yere indiriliyor.

O hâlde ne duruyoruz? Şehid mi olmak istiyoruz? Rabbimizin verdiği bir fırsat bu, haydi değerlendirelim!.. Topla tüfekle değil, yüreğimizdeki îman ile, şahsiyetimizdeki ilimle, irfanla, hikmetle, ahlâkla savaşacağız. Kendi dînimize, kültürümüze ve mâneviyâtımıza ters olan her şeyle sonuna kadar, tâvizsiz mücâdele edeceğiz. Eskiden savaşlar, karşılıklı ordular hâlinde yapılıyordu. Şimdi ise, masa başlarında, televizyonlarla, dizi ve filmlerle, müziklerle ve hatta oyunlarla yapılmakta…

Elbette gün geliyor, bir düğmeye basarak bir şehrin, bir ülkenin üzerine bombalar düşüyor; ama o zamana kadar düşman o bölgeyi içten iyice çökertmiş oluyor zaten... Hatta “Üzerimize iyi ki, siz bomba attınız, yoksa hâlimiz nice olurdu?!” diyecek noktaya geliyor halklar, milletler… Kendisini bombalayan, yok eden düşmana karşı büyük bir hayranlık duyuluyor. İşte bu da, harbin aslında, çok önceden gönüllerde kaybedildiğini gösteriyor.

O hâlde, harpler gönülde başlıyor ve orada bitiyor. Gönlünde harbi kazanan, meydanda da kazanıyor. Gönlünde esârete düşen, başını da zincire vurduruyor.

Allah yolunda cihad edip şehid olmak mı istiyoruz? Topla, tüfekle savaşmaya gerek yok. Uzaklarda düşman aramaya gerek yok!.. Düşman içimize, evimize, akrabamıza saldırdı bile… Bir yerden başlamak istiyorsak, önce kendimizden başlayacağız!.. Evimizden, akrabamızdan, mahallemizden… Onları kirlerden, paslardan arındıracağız. Gönlümüzü, niyetimizi düzelteceğiz; işte o zaman göreceğiz ki, önümüze nice kapılar açılacak!..

Duâlarının başına şehâdeti yerleştiren kullar!.. Şehâdet uzaklarda değil!.. Hayatı “şehid” gibi yaşayanların, ölümleri de “şehid”çe olur!..

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle