İnsan, Tek Bir Defa Ölecek

Beşiktaş’ta bir gece büyük bir gürültü ile uyandım. Ambulans sesi, mahallelinin sesi birbirine karışıyordu. Bu seslerden daha korkunç geleni ise, bir kadın çığlığı idi:

“-Ölmek istemiyorum, lütfen beni yaşatın!..”

Gecenin bir yarısı evden çıkamadım, ama “Ölmek istemiyorum!” çığlıkları kulağımda gece boyu çınladı durdu. Ertesi gün durumu öğrendim; karşımızdaki apartmanlardan birinde tek başına yaşayan altmış-yetmiş yaşlarında bir hanım rahatsızlanmış; komşular âcil servisi aramışlar, hastaneye kaldırmak için… Kadın sadece:

“-Ölmek istemiyorum!..” diye bağırıyormuş.

“-Ölmek istemiyorum!..”

Öldü, kadın... Bir hafta sonra vefat etti.

Günlerce bu ses beynimde yankılandı: “Ölmek istemiyorum!”

Doğmak kadar ölmek de var. Hem de hak… Habersiz geliverecek, ansızın… Ansızın geliverecek de, biz de bu hanım gibi ölümü istemeyip, son anlarımızda:

“-Ölmek istemiyorum!..” diye bağıracak mıyız?

Ölüm, bu kadar korkunç mu? Bu feryatlar normal mi? Yaşamayı hırsla istemek, zamanı gelince ölmekten, aslandan kaçar gibi korkmak, normal mi?

Ölümle ilgili duyduğumuz rivâyetler çok. Özellikle de korkunçluğuna dâir… Anlatılır durulur, halkın Hazret-i Îsâ’dan diriltmesini istediği kişi, rûhen konuşur, Hazret-i Îsâ ile:

“-Tekrar ölüm acısı yaşayacaksam eğer, lütfen bedenimi diriltme!..”

Bir hadîs-i şerifte, fâcirlerin ruhlarının cesedlerinden “kancalı ve çatallı bir şişin, ıslak yünün içinden çekip çıkarılması gibi”, mü’minlerin ruhlarının da “su damlasının bir kaptan akıp gittiği şekilde” çıkacağı haber verilmektedir. (Bkz: Hâkim, I, 93-95/107; Ahmed bin Hanbel, IV, 287, 295)

Acı verici, bir o kadar da ürkütücü… Ölüm ânında hissedilenler, herkeste aynı olmayıp, kişinin ameline göre değişmekle birlikte, kim emîn olabilir ki, son nefesinde selâmetle rûhunu teslim etmekten…

Hazret-i Mevlânâ, “Mesnevî”sinde:

“Bolluk içinde tatlı bir ömür sürenin ölümü acı olur. Çünkü alışılmış şeylerden ayrılması güç olur. Bedenine tapan, nefsinin her arzusunu yerine getiren, canını kurtaramaz.” buyurur.

Ölüm ânının güçlüğü, dünyaya düşkünlükle doğru orantılı… Kim dünyayı çok seviyorsa, zevkini ve sefâsını sürmekten pek bir zevk alıyorsa, “ehl-i keyf” ise dünyada incinmesine kıyamadığı bedeninin rûhundan ayrılmasına dayanamayıp direniyor, ölmemek için… Bağırıyor:

“-Ölmek istemiyorum, ölmek istemiyorum…”

Bu hâl, nefsin feryadı; koskoca ömrün nasıl tüketildiğini îzah ediveriyor.

* * *

Son nefes için Allâh’a sığınıyoruz, her şey için sığındığımız gibi…

Büyüklerimiz hep şöyle duâ ederlerdi; babaannem de söylerdi, şimdi annem de söylüyor:

“-Allâh’ım! Yatıp da köşelerden baktırma, kimselere muhtaç etme, kötü ölüm verme!.. Üç gün yatağımızda yatıp herkesle helâlleşelim, zemzem suyu ağzımıza damlatılsın, başımızda Yâsîn’lerimiz okunsun, kelime-i şehâdet getire getire, hüsn-i hâtime ile dördüncü gün son nefesimizi vermeyi nasîb eyle.”

Son nefesi için duâ etmeyen kimse yok gibidir. Çünkü hayatın en büyük gerçeği bu… Zor ölüm istemeyiz, kolay ölüm isteriz.

Ölmeyi hiç birimiz arzu etmeyiz esasında, hastalandığımız zaman ya da ağır bir kaza geçirdiğimizde aklımıza gelen ilk soru:

“-Acaba ölecek miyim?” olur.

Ölüm konusunda çok büyük problemlerimiz, dâhilî çatışmalarımız vardır. Bu çatışmalar da kimin imanı az ise, onda daha çok olur. Îmânı kâmil olanın ölümle problemi olmaz. “Ölüm güzel şey!..” der, Hazret-i Mevlânâ gibi “şeb-i arûs/vuslat gecesi” kabul eder Rabbine kavuşmayı…

Hazret-i Âdem ve Hazret-i Havvâ’nın yasaklanan ağacın meyvesini yemeleri de fânîlikten kurtulmak, yani ölmemek içindi. Ebedî olmak düşüncesi, fânî olmayı istememek, insanoğlunun mayasında mevcut… Nefis, ölmemek için her şeyi yapıyor!.. Çünkü onun hükmü, dünyada geçer. Âhirette nefsin yeri yoktur!.. Çünkü imtihan bitmiştir. İmtihan, nefsin olduğu yerde yapılır, şeytanın mevcut olduğu yerde; her ikisinin de en aktif oldukları yerde… Âhiret, şeytanın da, nefsin de hükümsüz oldukları yerdir. O sebeple insanoğlunun nefsi sona ereceği, hükmünü kaybedeceği âlemi istemiyor ve dünyaya sımsıkı sarılıyor. Nefsini terbiye etmeyen, rızâ makamına gelemeyenler, dünyaya hiç ölmeyecekmiş gibi sarılıyorlar. Hiç ölmeyecekmiş gibi büyük bir hırsla…

Kulda ebedî olmak, ölmemek düşüncesi mevcutsa şayet, o zaman açık bir kapı olmalı, kulların bu talepleri bir şekilde karşılanmalı, gerçekten ölmemeli… Belki mekân değiştirilmeli, âhirete irtihâl edilmeli, ama “mevtâ olunmamalı” diye düşünüveriyor, insanın şımarık aklı… Allâh’ın her şeye gücü yeter ve kullarının bu isteğini bir şartla kabul ediyor:

“Son nefesini Allah yolunda ver!..” İşte o zaman hem ölüm acısı hissetme, hem kendini hayatta bil. Yani sıradan bir “mevt” değil; dipdiri, taptaze kal. Bakara Sûresi, 154. âyet-i kerîmede buyruluyor ki

“Allah yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyin!.. Hayır, onlar diridirler. Fakat siz anlayamazsınız!..”

Âl-i İmran Sûresi, 169-171. âyetlerde ise:

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilâkis onlar diridirler. Rableri katında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Allâh’ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir hâlde arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış şehid kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. Onlar, Allah’tan gelen nîmet ve keremin; Allâh’ın, mü’minlerin ecrini zâyî etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.”

Bu âyetleri tefsir ederken Elmalılı Hamdi Yazır, “Hak Dîni Kur’ân Dili” isimli tefsirinde:

“Şühedâ hayatı, rûhânî bir hayat, daha doğrusu hakikî bir hayattır.” diyor. Said-i Nursî hazretleri ise:

“Şehid, kendini hayatta bilir. Ölümün acısını hissetmeden, kendini daha güzel bir âlemde bulur.” diye bu âyet-i kerîmeyi îzah ediyor.

Beşiktaş’ta mevlidhan, seyyid soyundan kıymetli bir teyzemiz vardı. Bir gece abdest aldığı sırada kapıların açıldığını, koridorda birisinin kendisini beklediğini hissetmiş. Banyodan çıkınca karşısında asker kıyafetli bir delikanlının kendisine baktığını görmüş. Birden kayboluvermiş adam... Bu hâdiseyi, sohbetimiz esnasında anlattığı zaman sadece bilime inanan, realist, akılcı olan bir öğretmen hanım:

“-Halüsinasyon görmüşsünüz hiçbir şey yok, korkmayın!..” demişti de biz işin aslını öğrenmek için araştırma yapmıştık. Olay halüsinasyon değildi ve gerçekten teyzemizin oturduğu ev, bir şehidin kabri üzerine inşâ edilmişti. Teyzemiz, bu durumu bilmeden evini almıştı. Kabri üzerine binâ inşa edilen şehid, ara ara gelip hâne halkını ziyaret ediyordu. Öyle herkes görmüyordu kendisini, özel insanlar görüyordu. Farklı insanlardan da duymuştum bu hâdiseyi. Şehidler “mevtâ” değiller ve dipdiriler… Onlar, hâlâ yaşadıklarını biliyorlar. Namazı kılmadan yatınca teyzemiz, bu şehid, kapıları açıp kapatır, onu bir türlü uyutmazmış!.. Cemaatimizin içinde kimi inandı, kimi inanmadı. Çünkü Allah Teâlâ, “Siz bu durumu anlayamasanız da onlar diridirler!” buyuruyor.

Şehitlikte hem ölüm acısı çekilmeyecek, hem de hakikî olarak hayatta kalınacak. Harika bir mûcize, büyük bir nîmet… Gerçekten insanoğlunun aklı, bu durumu anlamakta çok güçlük çekse de; Rabbimizin kullarına verdiği harika bir ikram… Bu îman ile, ölümden korkmayan, ölümü öldüren kişi, kimden korkar!.. Herkes ondan korksun!.. Ölümden korkmayan bir ordunun önünde hangi düşman durabilir?! Hazret-i Hâlid bin Velid, İran komutanına:

“-Sizin, hayat ve şarabı sevdiğiniz kadar, ölümü seven bir orduyla size geldim!..” der.

İran ordusunun komutanı, şimdi nasıl baş etsin ölümden korkmayan bu îman ile… Şehîd olmayı kalbine en büyük arzu olarak yerleştirip, her daim:

“-Rabbim! Şehidlik nasip eyle!..” diye ağlayan, duâlar eden, bu îmânı her an gönlünde taptaze, dipdiri tutan kimseyi zâlim yıldırabilir mi?

“Mâdem insan tek bir defa ölecek, o da neden Allah için olmasın?”

“Hayatım da, ölümüm de Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir!..” diye her gün niyetini tazeleyen, bu düşünce üzerine sâbit kalan kul, şehid olmayı arzulamaz da ne yapar?!

Bir hanım, şu cümlelerle endişesini belirtmişti:

“-Şehid olmayı istemek dile kolay, ama iş başa gelince bana çok zor geliyor. Ya ölmez de herkese muhtaç kalırsak?! Ya çok büyük işkenceler ederek öldürürlerse bizi!.. Bosna Hersek’te kadınlara tecavüz edip, birçok dayanılması güç işkenceler edip öldürmedi mi düşman?! Ben böylesi işkenceden korkuyorum. O sebeple şehidlik beni biraz ürkütüyor. Ya bir kurşunla değil de işkenceler içinde can verirsem? Kur’ân’da “hendek ahâlisi”nden bahsediliyor, diri diri toprağa gömülerek şehid edilmiş Müslümanlar!.. Kızgın yağ kazanlarına atılanlar da var; eti kemiğinden demir taraklarla tarananlar da… Kol ve bacaklarından çaprazlama kesilip, bir de üstüne asılarak Firavun işkencesi ile öldürülenler de… Kur’ân bunların hepsini söylüyor. Ben acaba:

“-Allâh’ım! «Hastalanayım, ama üç gün yatakta yatayım; dördüncü gün rûhumu al!» diye mi duâ etsem?”

Her güzel şey, her güzel nîmet, karşılığında bir bedel istiyor. Kıymetli şeyleri büyük bedeller ödeyerek elde ediyoruz. Aslâ ucuza verilmiyor. Hâl böyle iken bir rivâyete göre kul hakkı hâriç bütün günahların affedilmesine sebep olan, hesapsız suâlsiz direkt cennete gitmeyi sağlayan, her ne kadar işkence hissetse bile ondan daha acı olan ölüm acısını hissetmeyecek derecede son anda bir kolaylık bulan, hele en önemlisi daima hayatta kalınıp, dipdiri olunup toprağın altında mevtâ olunmayacak olan şehidlik makamı…

Şehidin kul hakkından başka bütün günahlarını Allah bağışlar.” (Müslim, İmâre, 32)

Bütün bu nîmetler ucuza verilir mi? Bedel ödenmeden kişiye ikram edilir mi? O zaman şehid olmayı arzu eden bütün bunları bilerek isteyecek… Doğrusu, bütün bu şartları kabul edip şehid olmayı istemek de büyük bir îman gerektiriyor. Bir rivâyete göre, münâfıklar aslâ şehid olmayı istemezler de, güçlü îman sahibi olan kişiler, ağızlarından şehidlik duâsını düşürmez, âdeta günlük vird edinirler.

Allah yolunda her cihad eden, şehit olur mu? Gâzi oluyor da şehid olmuyor. Çünkü Allah şehidliği, rızkı, hidâyeti verdiği gibi dağıtıyor; nasip işi... Hâlid bin Velid ki, büyük kumandan!.. Vücudunda mızrak ve kılıç yarası olmamış hiçbir yeri yokken son nefesini yatağında veriyor ve:

“-Onca cephelerde koşturdum, savaştım. Şu hâlime bakın; yatakta, kadınlar gibi can veriyorum!..” demiştir.

Hâlbuki Hazret-i Hâlid bin Velid’in katıldığı savaşlardan birinde Bizanslı komutan, Hâlid bin Velid ile İslâmiyet’i konuşup müslüman olduktan bir saat sonra, Müslümanların safında savaşırken şehid oluyor. Bir saatlik Müslümanlık ile şehid olmak… Bu, gayr-i müslimlerin İslâm saflarına geçmeleri için büyük teşvik… Gerçekten cihad meydanında şehid olmak nasip işi… Öyle herkese verilmeyen bir nasip… İnsan düşünüyor; şimdi Halid bin Velid’in bütün gayretleri boşa mı gitti? Gitmiyor tabiî ki… Gâzilik de büyük nimet… Hem Allah Rasûlü buyuruyor ki:

“Bütün kalbiyle şehid olmayı isteyen kişiyi Allah, yatağında ölse bile, şehidler mertebesine ulaştırır.” (Müslim, İmâre, 157)

* * *

İnsanın sıfatı olarak “şehîd” kelimesi, farklı mânâlara geliyor. Bir şeye şâhid olan kimselere şehîd deniliyor; gerçekleri gören, dinleyen, duyan ve gâfil olmayan kimselere de şehid deniliyor. Allah yolunda öldürülen mü’minlere, “şehîd” denilmesi, ölen kişinin cennetlik olduğuna dünyada şâhitlik edilmesi, gerçekte ölü olmayıp yaşaması sebebiyledir.

Şehîdler, âhirette gördüğü nimet ve mükâfat sebebiyle dünyaya tekrar dönüp on defa öldürülmeyi temennî ederler.” buyuruyor, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-... (Buhârî, Îmân, 26; Müslim, İmare, 103)

“…Şehîdler, âhirette Peygamberler, sıddîklar ve sâlihlerle beraber olurlar.” buyruluyor Nisâ Sûresi, 69. âyet-i kerimede…

* * *

“Hakiki şehid”, îlâ-yı kelimetullah, yani İslâm’ın yücelmesi için Allah yolunda savaşıp can veren kimselere denirken bir de “hükmî şehidlik” kavramı var. Deprem, yangın, sel felaketi, âfet ve benzeri musîbetlere mâruz kalarak ölen, mîde ağrısından ölen, doğum sırasında ölen, suda boğularak ölen, kolera, vebâ ve veremden ölen, göçük altında kalarak ölen, ilim yolunda ölen müslümanlar da hükmen şehid oluyorlar. (Bkz: Buhârî, Cihâd, 30, Tıb, 30; Ebû Dâvûd, Cenaiz, 11, 16; Nesâi, Cenaiz, 14; Muvattâ, Cenâiz, 36; Müslim, İmâre, 164-166)

Kişi, şehid olmayı gönülden arzu etti mi, Allah gerek hakikî, gerek hükmî şehidler arasına dâhil ediverir kulunu... Kul şehid olarak son nefesini verme hususunda samimiyet ve ısrarla duâ ederse, Allah, o kulunu abdest alıp girdiği yatağında son nefesini verse dahî şehidler arasına dâhil ediverir.

Bunlar, Rabbimizin bileceği işler!... Bize ince hesaplar yapmak yakışmaz. Bize samimi bir şekilde şartsız şehid olmayı istemek yakışır!... Allah şânına göre, bizim hakkımızda nasıl dilerse, o tasarrufta bulunur!.. Dilemek kuldan, icâbet etmek Allah’tandır. İcâbeti de nasıl edeceği bizim bilgimiz, ilmimiz dâhilinde değildir. Kula bu hususta, himmetini yüksek tutmak yakışır. Her zaman olduğu gibi “havf” ve “recâ” (korku ile ümit) arasında bir duygu ile Cenâb-ı Hakk’ın kapısında istemek gerekir. Ne kendinden tamamen emîn, ne de tamamen ümitsiz…

“-Allâh’ım, Sana güveniyorum; Sen benim için en güzelini nasib edersin!..” demek kulun edebindendir.

Akıl-bâliğ olduğumuz ilk andan itibaren hem kendimiz, hem de sevdiklerimiz için edebileceğimiz en büyük duâ, en asîl istek, şehid olmayı istemektir. Öyle gönülden istenmeli ki, Allah şehidlere yakışır bir dünya hayatını bize nasip etsin inşâallah!.. Anneler-babalar, çocuklarına mutlaka şehidlikleri, hele hele Çanakkale şehidliğini gezdirmeli!.. O şehidlerin, Bedir şehidlerinin, Uhud şehidlerinin hikayelerini anlatmalı!..

Çocuklarımız, hayatlarını, Allah yolunda mânâlı bir şekilde yaşamak için bu hikayeleri öğrenmeye muhtaçlar!.. Allah yolunda gayret etmenin en büyük nimet olduğunu bilip dünya sevgisinden uzak bir hayat anlayışları olmalı ki; aslanın ağzında son nefesini veren ceylan, nasıl teslim ve sessizse, o sükûnet ile ölümü karşılayabilmeli!..

Sonradan annelerinden öğrendiğim kadarıyla, o gece “Ölmek istemiyorum!..” diye feryat eden yaşlı hanımın çığlıkları çocuklarda ölüm korkusunu artırmış. Ölümden ciddi şekilde korkan mahalleli çocukların, bu korkuları, ancak şehidlik kavramı gönüllerine kâmil bir şekilde yerleşirse ve ölüme hazırlık şuuru ile takvâ üzere bir hayat yaşanabilirse izâle edilebilir. Gönülden, şeksiz, şüphesiz duâ ediyoruz:

“Allâh’ım! Bizlere şehidlik makamını nasip eyle!.. Hayatımız, ölümümüz hep Sen’in uğrunda olsun!.. Âmin.”

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle