Sözün büyük bir mesûliyeti var. Kitâbımız Kur’ân, iyi sözün de kötü sözün de açık bir şekilde tarifini yapmış ve bize bu konuda rehberlik etmiştir. Halk arasında yaygın olarak kullanılan şu ifadeyi de yeniden düşünmek îcap eder: “Söz uçar, yazı kalır.”
Varlık âleminden önce, keyfiyetini bilemeyeceğimiz bir boyutta, varlığının başlangıcı olmayan Rabbimizle birlikte, söz de vardı. Zira Rabbimizin sıfatlarından biri de “Kelâm”dır ve o da diğer sıfatları gibi ezelîdir.
Toplumlar, kendi değerlerini, yüz yıllar içinde oluşturur ve bir mânâda kimliklerini bu değerler üzerine bina ve tarif ederler. Bundan dolayı bir toplum için “değer” olarak ifade edilen her şey, aynı zamanda o toplumun kodlarını, kültürel genetiğini oluşturmaktadır. Bu değerlerin oluşmasında ise dînî âidiyetler ile medeniyet ve kültür birikimleri en başta gelir.
İnsanların yanlış tavırları karşısında konuyu şahsîleştirmeden, nebevî bir üslupla o hataya yönelmeli ve onu düzeltmek için çaba göstermeliyiz. Biz günahlardan nefret ederiz, onları işleyenlerden değil. Eğer nasihat edeceksek saygılı bir şekilde etmeliyiz.
Konumuzun özünü oluşturan “Rahmân’ın Kulları” ifadesi ise, Rabbimizin mübarek kelamı Kur’ân’ın husûsî bir ifadesi… Herkes Allâh’ın kulu olarak yaratılmış. Ama bu kullar, özel… Onlar, Rahman’ın has kulları… Furkan Sûresi’nde yer alan âyetlerde Rahmân’ın bu has kullarının (İbâdu’r-Rahmân) üstün özellikleri bir bir sıralanıyor.
Gerçek mânâda îfâ edilen kulluğun, kişinin hem dünyasını hem de âhiretini îmar eden şerefli bir vazife olduğunu Rabbimizin kullarına hitaplarından anlıyoruz. Dolayısıyla kulluk şuuru, en başta Allâh’ın muhatap aldığı, kendisine değer verdiği bir varlık olmak şuuru ile başlar. Bir insan için en büyük devlet, en kıymetli zenginlik; Rabbine kul olabilme zenginliğidir.
Doğum yeri bizde olan, ismi-cismi bizden olan, ama bize, kültürümüze, toprağımıza, değerlerimize yabancı kimseler; bizi idare etti, yönlendirdi, şekillendirdi. Bu da “aydın” tabakası ile “millet” arasında büyük bir gönül ve fikir ayrılığı oluşturdu. Âdeta baş bir tarafa gitti, ayaklar bir tarafa, vücut ve kollar başka tarafa… Böyle yol almak mümkün olabilir mi?
Savaşa katılıp ölmek değildir, şehadet! Şehadet, Allah rızâsı için yaşayıp O’nun dinini yaşatmak uğruna canını, malını, her şeyini kurban edebilmektir. Asr-ı saadet dediğimiz, Peygamber Efendimiz ve ashâbının yaşadığı dönem, şehâdete gün sayan insanların yaşadığı dönemdir.
Kâinâtta tecellî eden bütün merhamet ve şefkat görüntüleri, Allah Teâlâ’nın rahmetinin sadece yüzde birine denk geliyorsa, O’nun rahmetinin genişliği daha ne kadar olabilir? İnsanın aklı, havsalası yetmemektedir.
Müslüman topraklarında doğan, bu topraklarda asırlarca insanlığa şefkat, merhamet, hizmet ve şehadet ufku kazandıran, onları İslâm ile mayalayan her türlü müessese ve değerimize sahip çıkmalıyız. Eğer onların yok oluşuna seyirci kalırsak, bir gün kendimizin de yok olup gittiğini acı bir şekilde görmüş oluruz.
Bugün yaşadığımız toplumda çocuklar, anne ve babalarının efendisi; ebeveynler de âdeta çocuklarının kölesi durumuna düşmüştür. Çok acı ve üzücü bir tablo olmasına rağmen bu durumdan toplum olarak bir an evvel çıkmamız, olması gereken âile düzen ve münasebetlerini tekrar kazanmamız gerekmektedir.
Pişmanlık duygusu, îman ve takvânın da işaretidir ve kalbin canlılığını gösterir. Hastalanmış, katılaşmış yahut ölmüş kalpler; ne pişman olurlar ne de tevbeye sarılırlar.
Gittikçe kaybolan örnek nine ve dedelerimizin bu topluma kazandıracağı çok şeylerin olduğunu tekrar ifade ederken, bir gün -ömrümüz varsa- biz de aynı duruma geldiğimizde bu konuda örnek bir davranış ortaya koymak için kendimize model nine ve dedeler seçmeliyiz.
Peygamber Efendimizin tebliğ ve davet ettiği İslâm’ın insanlığa sunduğu ölçüler, âlemşümuldür; dünyanın her bölgesine ve her çağa hitap eder. Muhteva değişmese de, o dinin farklı insanlara, farklı devirlere yansıtılması demek olan “tebliğ dili” birtakım farklılık gösterebilir, hattâ göstermelidir.
Netice olarak, yaşlı insanlar, dünyaya kaderleri îcabı bizden önce gelmiş, kendi bahtlarına takdir ve taksim edileni yaşamışlardır. Bir müslüman olarak her varlığa ilâhî nazarla bakmamız gerektiği gibi, onlara da merhamet ve şefkat duygularımızla, kıymetlerini bilerek ve onlara hissettirerek yaşamalıyız. Yaşlılar ve çocuklar, Rabbimizin her zaman merhametini celbeden in...
İslâm, fert ve toplumu aynı anda ele alan, birisini diğerine feda etmeyen, karşılıklı vazife ve sorumluluklarla insanlığın istikbalini ve kâinâtın nizamını koruma altına alan yüce bir dindir. Allâh’ın dâveti dünde kalmadı, kalmaz. Ama insanların Allâh’ın dinine dâvette eskiyen üsluplarını, bugüne göre yenilemeleri şart, vesselâm…
Rabbimiz tarafından devamlı nazar edilen ve insanın mânevî istikâmetini belirleyen en önemli nokta, kalptir. Kalp, sıradan ve sadece bir et parçasından ibaret değil, insanın ruhî ve mânevî olarak şekillenmesini sağlayan ilk ve tabiî merkezdir. İnsan, kalbiyle sever, üzülür, nefret eder, bağlanır, inanır, itaat ve isyan eder. O yüzden insan, kalbinin durumuna göre mânevî...
İslâm’ın evrenselliği, onun prensiplerini kabul etmeyenleri de içine alacak şekilde koruyucudur. İslâm, sadece îman etmiş, İslâm’ın kurallarını kabul etmiş insanların her türlü haklarını koruma altına almakla kalmaz, îman etmeyen, İslâm’ı kabul etmeyen insanların da insan olmalarından dolayı belli hak ve hukuklarını gözetir.
İnsanın nefsiyle her an mücâdele edebilmesi ve bu mücadeleyi ömür boyu sürdürebilmesi, farklı bir uyanıklık ve gayret gerektirmektedir. Zira her insanın nefsi, benlik iddiası taşıyan, Firavun gibi ilâhlaşma potansiyeline sahip büyük bir kibir, gurur ve bencillik içindedir. Menfaatlerine kavuşmak için hırslı, ihtiraslarına gem vurmakta ürkek ve alabildiğince başıboş ve s...
Hayat böyle işte!... Ânı, Rabbinin rızasına uygun yaşamazsan, ânın değerini bilmeden koşarsan, bir gün saçlarına düşen aklara, yüzünde beliren kırışıklıklara ve ışığı kalmayan gözlerine bakar, derin bir iç geçirirsin. Allah âkıbetimizde pişmanlık vermesin.
Allah’tan gayrı ne bir hâlimiz, ne de hayalimiz olmalı! Ki O’nun mülkünde, O’nun verdiği bu bedende yaşıyoruz; taşıdığımız bu can dahî O’nunken neyimize güvenip O’na baş kaldırırız, nankörlükle dolu isyan duygularımızla… Biz kimiz ki, O’nun kudreti karşısında diklenelim! Bizim gücümüz nedir ki, O’nun sahibi olduğu bu âlemde bir laf edelim… Biz, haddimizi bilmekle mükell...
Kalpte yer tutan konulan sevgi ve emeller sayesinde, dünya ve içinde sunulan her nîmet, insanı kendisine bağlayabilme potansiyeline sahiptir. Bunlar, insanın meyli miktarınca gönül dünyasında kök salıp birer hastalık seviyesine ulaşabilir, hattâ bir müddet sonra kalıcı hâle gelebilir. Mal sevgisi, makam sevdası, şöhret hevesi veya tûl-i emel derecesinde yaşama arzusu, i...
Yetim, mâlum olduğu üzere, babası ölmüş çocuklara denir. Arapça’da yetim, “yalnız, tek başına” demektir. Bir âile ve özellikle çocuklar için baba, evin direğidir. O kaybolunca, ev yıkılır, hanım ve çocuklar ortada, sahipsiz kalır. Bu yüzden yetimler mahzundur, derdini dinleyecek, yükünü hafifletecek, hayatın ve insanların darbelerine karşı onları koruyacak en büyük hima...
Daha çok şikâyet temalı yazı ve fikirlerin ifade edildiği gençlik, sürekli sitem edilen, şikâyet edilen grup olarak görülmemeli… İnsanımızın istikamet üzere olması için çözüm önerileri sunulmalıdır. Her birimizin ortak derdini ifade eden cümle aslında şu: Müslüman bir toplumda yaşıyoruz, ama çocuklarımızı korumakta zorlanıyor, çocuklarımızı kaybediyoruz!
Müslümanların bu farklı kültür ve medeniyet anlayışına karşı tavrı ne olmalıdır? Her şeyi olduğu gibi kabul mü etmeli, yoksa top yekün karşı mücadeleye mi geçmelidir? Aslında iki durum da hayatın gerçeklerine uymadığı gibi, sürdürülebilir değildir. Gözümüzü olup bitenlere kapatmak, onu yok kılmaz. Biz kendimizi bir şekilde korusak da, etrafımızı ilelebet böyle korumak m...
Depresyonun farklı tarifleri var. En kısa ve anlaşılır olanı şöyle: Dışarıdan gelen uyarılara karşı hassasiyetin azalması, girişim gücünün ve kendine güvenin kaybolarak umutsuzluğun, karamsarlığın güçlenmesi biçiminde beliren rûhî bozukluk. Başka bir ifadeyle “rûhî çöküntü hâli”…
Şükür, kulun Rabbinin kendisine verdiği bütün nimetlere mukabil, bir “kıymet bilme” duygusuyla hareket edip O’na olan muhabbet ve bağlılığını ifade etmesidir. İnsanın, “insan olarak yaratılması” başlı başına bir şükür vesilesidir. Her varlık, Cenâb-ı Hak tarafından yaratıldığı için “kıymetli” olduğu hâlde, insan, bu yaratılanların en şereflisi ve en üstünü kabul edil...
İnsanı âdeta kör bir kuyuya atar gibi çaresiz bırakan günümüz hayat anlayışı, âfetlerinden âzami derecede korunması gereken bir hayat hâlini aldı. Zannediyorum ki “inzivâ” hayatının yaşanması ve hattâ gerekli olduğu bir âhir zaman içindeyiz. Kendimizi, neslimizi, aklımızı, canımızı ve malımızı korumak için az, ama bizi istikamete götürecek dostlar edinerek, insânî ilişk...
Şüphesiz değişim, dönüşüm, farklılaşma tabiî bir durum… Hayatın hep aynı hâl üzere kalması beklenemez. Ancak iyiden kötüye, doğrudan yanlışa ve güzelden çirkine doğru bir değişim; insanlık açısından herhalde bir ilerlemeyi değil, tam aksine geri gidişi göstermektedir.
Aslında İslâm’ın yaşanması için öyle büyük laflar, yüksek idealler ve ulaşılmaz ölçüler ortaya koymaya gerek yoktur. İslâm, özünde anlaşılır, kolay ve tatbik edilebilir ölçüleri ihtivâ ederken, zaman içinde belli bir anlayış, o ölçüleri herkesin yapamayacağı veya zorlanacağı yahut dinin emir ve yasaklarını âdeta ulaşılmaz bir konuma itmiştir. Bu da insanların bir kısmın...
Her birimiz için “göz aydınlığı” olan yavrularımız, Rabbimizin bize en güzel hediyesi ve emânetidir. İnsanın dünyada vazgeçemeyeceği varlıkları içinde evlâdı, şüphesiz en başta gelir. Nitekim Rabbimiz, evlâdın gönüllerdeki bu sevgisi sebebiyle, anne-babalar için bir “imtihan vesîlesi” olduğunu ifade buyurmaktadır. Özellikle anneler için tarif edilmez bir kıymeti olan ço...