Âile İçi İletişim-4

İletişim ve problem çözme yeteneği

Her ne kadar, iletişim becerisi âile sisteminin düzene girmesinde en temel faktör olsa da, iletişim becerisi olan kişide olmazsa olmaz olan bir başka yetenek ise “problem çözebilme yeteneği”dir.

Zira her ne kadar âile fertleri, iletişim becerisine sahip olsalar bile, eğer bununla birlikte problem çözme yeteneğine sahip değiller ise, problemler sadece konuşularak ve fakat çözüme kavuşturulma irâdesi sergilenmeden bir başka kısırdöngüye sebep olabilir.

Meselâ; kayınvâlidesi ile sık sık problem yaşayan bir hanımın, kendi eşi ile çok kaliteli iletişim kurabiliyor olması, yaşanılan problemin bir çözüme kavuşacağı mânâsına gelmez. Hatta çoğu defa iletişimdeki kalite arttıkça, kişilerin beklentisi de artar.

Eşine, kayınvâlidesi ile yaşadığı problemleri net ve doğru iletişim usûlleri ile ifade edebilen bir hanımın eşinden beklentisi, yaşanılan problemlerin çözüme kavuşturulmasıdır. Ortaya çıkacak olan çözüm ise, her iki taraf için de gayet “kabul edilebilir” olma şartını taşımalıdır.  İşte bu “kabul edilebilir” bir sonuca ulaşabilmek, ancak kişilerin problem çözme yeteneğinin var olmasına bağlıdır.

“İletişim kurma yeteneği”, “problem çözme yeteneği” ile ikizdir. Biri olmadan diğerinin var olması, çoğu defa derin mânâlar ifade etmeyebilir. Zira iletişim kurma becerisi “pasif”, problem çözme becerisi ise “aktif”tir. Pasif beceriler vaktinde aktifleştirilmez ise, muhatabı tarafından ciddiyetini kaybeder, zihin yorgunluğuna neden olabilir.

Bu durum, bir Türk atasözünde “Âyinesi (aynası) iştir kişinin, lafa bakılmaz!” diye özetlenmiştir.

İşte bu yüzdendir ki; birbirini çok seven ve birbiri ile çok iyi iletişim kurabilen birçok çift, karşılaştıkları problemleri çözmekte yetersiz kaldıkları, problemlerine “ortak çözümler” üretemedikleri için, huzursuz bir âile hayatına mahkûm olmaktadırlar. Böylesi huzursuz bir âile hayatının tabiî sonucu, kişilerin başlangıçta sahip oldukları “pozitif iletişim becerisi”nin körelmesine, bunun yerine “negatif iletişim usûlleri” yani “şiddete” dayalı iletişim usûlleri geliştirmesine sebep olacaktır.

Şiddete dayalı iletişim usûlleri denildiğinde akla hemen “fizîkî” şiddet gelmemelidir. Zira pratik tecrübeler göstermektedir ki, şiddetin âile içinde en çok görülen türü, “duygusal” ve “psikolojik” şiddettir. Meselâ; pozitif iletişim yeteneklerini kaybeden eşler, zaman zaman karşılaştıkları problemleri arzu ettikleri şekilde çözüme kavuşturmak için birbirlerinin ihtiyaçları olan sevgi ve ilgi ihtiyaçlarını kısıtlayarak (duygusal şiddet kullanarak) çözüm elde etmeyi bir yetenek hâline getirebilmektedirler.

Bununla birçok toplumlarda, gelenek olarak, âile içinde problem çözme vazifesini çoğu defa tek bir fert üstlenmiş olduğu dikkat çekmektedir.

Her ne kadar birçok âilede, âile içinde açık bir iletişim yürütülüyor olsa da, problemler tek bir şahıs üzerinde birikmekte, âiledeki fertler problemin çözümü için hep aynı kişiye yönelmektedirler. Böylesi bir durum, âile içinde bir ferdin her an “aktif”, diğerlerinin de “pasif” kalmasına sebep olmaktadır.

Hâlbuki âile içinde fertler ne kadar “aktif” ve âile hayatına, âiledeki meselelerin çözümüne katkı sağlıyorlar ise, âile içinde o denli mutlu bir hayat sürer. Âile içindeki fertlerin, problemleri tek başına çözme girişimi, belki diğer fertleri rahatlatmış olsa da, problemlerle baş başa kalan bir fert yorgun ve mutsuz olabilir. Hâlbuki âiledeki mutluluk, ancak kolektif mutluluğa dönüşüyorsa, gerçek mutluluk olur. Yoksa ferdî elde edilen mutluluklar, o âilenin mutlu olduğu mânâsına gelmez.

Âile içi mutluluk, “bileşik kaplar kanunu”na benzer; mutluluğun âile içinde yayılması ve ortak bir mutluluk paydası kullanılması, ancak eşler arasındaki iletişim kanallarının açık olmasına bağlıdır. Bu da âile içindeki bütün fertlerin aktif bir hâlde âile içinde var olmasına bağlıdır. İletişim kanalları açık ve aktif olmayan âilelerde, âilenin kimi üyesinin mutluluk katsayısı çok yüksek olsa da bir diğer âile ferdinin yaşama sevincinin olmaması, ânlık mutluluk yaşayan fertleri de bir süre sonra mutsuz edecektir.

Mademki, âile içindeki mutluluk ortak bir mutluluk olduğunda ancak gerçek bir mutluluğa dönüşüyorsa, o hâlde aile içindeki fertlerin âile hayatında ortak sorumluluk sahibi olması da gerekir.

Birçok mahallî kültürlerde, âile reisliğinin erkeğe verilmiş olması, ailenin sorumluluğunun da “sanki” bir tek şahsın üzerine bırakılmış olması mânâsını beraberinde getiriyor.

Özellikle Akdeniz toplumlarında “âile reisi” algısı ve âile reisi sorumluluğu yetkisinin yalnızca erkeklerin üzerinden yürütülmesi, âile içi iletişim kanallarının da kapanmasına sebep olmaktadır. Hâlbuki âile, ortaklaşa sorumlulukların olduğu bir kurumsa eğer, âilenin yönetimi ferdî alınan kararlarla değil, “şahs-ı mânevî”[1] olarak alınan kararlarla yerine getirilmelidir.

 

Âile Nasıl Yönetilmelidir? Ferdî kararlarla mı, “şahs-ı mânevî” olarak mı?

Şark medeniyetinin oluşmasında, İslam Dini’nin büyük tesirine rağmen âile içinde ferdî liderlik bir alışkanlık hâline gelmiştir.

İslam medeniyetine bakıldığında, âilede işlerin yürütülmesi, ferdî bir yaklaşımla değil, aksine karşılıklı istişâreler ve ortak kararlarla olmaktadır. Bir âilede alınacak kararlar, uygulanılacak stratejiler ve âile içinde fertlerin yapacağı faaliyetler; âile içinde güçlü bir ferdin kendi başına alacağı kararlarla değil, bir şahs-ı mânevî olarak âile fertlerinin ortaklaşa kararları ile oluşturulmalıdır. Bir başka deyişle, âilenin yönetimi, âile içi toplantılarla, âile içinde oluşturulan istişâre mekanizması ile olmalıdır.

Meselâ; “Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- istisnasız ve kesintisiz her gün ikindi ile akşam arası hanımlarıyla bir araya gelir, sohbetler eder, şimdiki deyimle âile toplantıları yapardı. Peygamberimizin yapmış olduğu bu âile içi, görüşme, konuşma, müzâkere ve toplantılar, Annelerimizin yetişmesine öyle bir tesir yaptı ki, Peygamber Efendimizin hanımları, sahabelerin en bilginleri arasında yer aldı.”[2]

Zira âile içi toplantılar, âile içinde meselelerin çözülmesi için bir vasat oluşturduğu gibi, âile içindeki fertlerin de ortak bir duygu dünyasına sahip olmalarını kolaylaştırmaktadır. Eşlerin birbirlerini tanıması, birbirlerinin karakterlerini ve çözüm tavsiyelerini bizzat görmesi ancak âile toplantıları ile olur. Bunun da ötesinde, âile içinde alınan kararların ortaklaşa olması hâlinde, daha sonra karşılaşılacak problemlerin de ortaklaşa olarak çözülmesine zemin hazırlar. Özellikle çocukların, kişilik ve karakter gelişimine büyük katkı sağlar. Çocuklar, âile toplantıları sırasında kendi düşüncelerinin önemsendiğini, sözünün, anne ve babası tarafından ciddiye alındığını ve âilenin problemlerinin çözümünde kendisinin de pay sahibi olduğunu görmenin haklı onurunu yaşar.

Âile toplantıları sırasında âile fertleri, aynı zamanda birbirleri ile fıtrî bir iletişim içinde bulunacaklarından dolayı, kurdukları bu duygusal iletişim ile, kendi aralarındaki muhabbet de artacaktır. [3]

 

[1] Şahs-ı mânevî: İnsanların bir araya gelip oluşturdukları mânevî kişilik.

[2] Mehmet Paksu, Moral Dünyası Dergisi, Temmuz 2010.

[3] Âdem Güneş, Annelik Sanatı, Nesil Yayınları, 2010 .

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle