Öfkenin Altın Çağı

“Asıl pehlivan, güreşte rakibini yenen kişi değil, öfke ânında öfkesine hakim olan kimsedir.” (Buhârî, Edeb, 76)

Günümüz şartlarında yaşadığımız hayat tarzı ve onun neticesindeki çeşitli sosyolojik ve ekonomik sıkıntılar, karşımıza psikolojik problemler olarak çıkmaktadır. Bu problemler, bazen sadece bize tesir ederken çoğu kez de halka halka çevremizdekileri tesiri altına almaktadır. Bazen baş edilmesi güç davranış bozukluklarıyla karşılaşmak, çıkmaza girdiğimizi hissettirir, hele ki muhatabımız sevdiklerimiz ise…

Yaratılışımızda fıtratımıza konulan duygu yoğunlukları vardır. Hava, su, ateş ve toprağın bedenimizdeki yansımaları, davranışlarımızı etkilemektedir elbet. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Öfke şeytandandır. Şeytan ise, ateşten yaratılmıştır. Ateşi söndüren de sudur. Onun için biriniz öfkelendiğinde hemen abdest alsın.” (Ebû Dâvud, Edeb, VI, 4784) buyurarak bu hususa değinmiştir.

Abdestin, birçok tıbbî faydasına ilaveten sinirleri yatıştırdığı gerçeği de bilimsel olarak tespit edilmiştir. Ve yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Kişi ayakta iken öfkelenirse, hemen otursun. Öfkesi giderse iyi, gitmezse hemen yatsın!” (Ebû Davud, Edeb, VI, 4782) buyurarak öfke kontrolü için tavsiyelerde bulunmuştur.

Şeytana yakışan bir davranış biçimi olarak gösterilen öfke, maalesef ki, hayat standartlarıyla ilgili olarak devamlı bir şekilde gündemimizi işgal etmekte ve hattâ neredeyse altın çağını yaşamaktadır. Burada hayat standartları olarak ifade ettiğimiz şartlar, sadece ekonomik geçim zorlukları değil; hayatımızı kuşatan ferdî ve toplumsal inanç, ahlâk ve vicdan kıtlığıdır. Aslında tek başına insanı da, o tek fertlerden meydana gelmiş bulunan toplumları da ayakta tutan prensipler, bu saydıklarımızdan başkası değildir. Tabiî olarak bunlardaki eksiklik veya çarpıklıklar, ferdi de, toplumu da bunalım ve buhranlara, dolayısıyla öfke ve cinnet nöbetlerine sokmaktadır.

Derin bir nefes alıp her şeyi bir kenara bırakarak şöyle bir etrafımıza bakarsak insanların hepsinin kendince önemli pek çok sıkıntısının olduğunu görebiliriz. Zengin-fakir, yaşlı-genç ve hatta çocukların bile içlerini kemiren, onları yoran ve yıpratan birtakım dertleri vardır. Bunların kimi gerçekten önemli, kimisi ise değildir. Ama neticede hepsi “dert”tir. Derdi olan, bunu çözemeyen ve üstüne üstlük yeni dertler yüklenip duran insanların durumu, bir düdüklü tencereye benzer. Devamlı altından ateş alan tencere, nasıl buhar çıkartırsa, öfkeli insanlar da âdeta burnundan solurlar. Kimi ufacık sebeplerden kornaya basar öfkeyle, kimi eşine kızar, “Yemek hazır değil mi?!” diye. Çocuklar ise, böyle bir öfke bombardımanı altında en çok tahrip olan varlıklardır. Hem bedenî-rûhî zayıflıkları sebebiyle, hem de büyüklerinden örnek alıp kopyaladıkları bu öfke nöbetlerini ileride başkalarına yansıtacakları için…

Peki, nedir bu bitmez tükenmez öfkenin temeli? Nasıl baş edilir, bu hayatın önlenemez gerçeği ile? Baştan beri bu satırları okuyan herkes, yaklaşmıştır cevaba: İnanç takviyesi ile. Öfkeyi, elinden kolundan ancak îman, tevekkül ve teslimiyetin güçlü halatlarıyla bağlayabiliriz. Öyle uzundur ki bu ip, her gönlü sarar, her yanlışın üstesinden gelir ve her sıkıntıyı uzaklara savurmaya yarar. Allah korkusu, korkutur öfkeyi. Titretir hücrelerini. Âhiretin varlığı, dünyanın sonunun olduğu gerçekleri, kırdırmaz kalpleri. Yanlışlıkla kırılsa bile kalpler, bir daha incitmemek üzere toparlanır; muhabbet ve îman gücü ile yaraları sarılır. Tokat için kalkan ellere vicdan “Dur!..” der. Çünkü bu vuruşların sesi cehenneme kadar gider. Çünkü gözyaşı döktürdüğümüz her çift göz, öbür cihanda bizi izler. Geçim sıkıntısı ile atılan her adım, eğer ki Yaratana isyan etmiyorsa, o yollar bereket olur, geri döner. “Rızkı veren Allah!..” cümlesi, öfkeyi yıkayıp siler… Îman gücü, önce rûhu, sonra bütün bedeni sarar ve bu huzur, sevdiklerimizin hepsine sükûnet, olgunluk ve muhabbet olarak yansıyarak iki cihânı aydınlatır.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle