İnatçı Keçi

Çocuk hikâyelerinin en bilinen kahramanlarından biridir keçi… İsmi, inatçılığı ile bütünleşmiştir. “Keçi gibi” diyerek mecâzen bir kişinin ne kadar inatçı olduğunu ifade ederiz.

Keçinin inatçılığını vurgulayan hikâyede, daracık bir köprünün iki ucundan aynı anda karşıya geçmek isteyen iki keçi vardır. Keçiler, köprünün ortasında karşılaşır, birbirlerine yol vermeyip de itişmeye başlayınca her ikisi de derenin dibini boylayıverir. Çocuklarımıza çok küçük yaştan itibaren bu hikâyeyi anlatır, inatçılığın ne kadar kötü bir davranış olduğunu, kimseye bir şey kazandırmadığını izah etmeye çalışırız.

Peki, bu hikâyenin kahramanları iki keçi değil de, uysallığı ile ünlü iki koyun, ya da liderliği ile ünlü iki aslan olsaydı, acaba sonuç değişir miydi? Hiç sanmıyorum. Bu hikâyenin derenin dibinde bitmemesi için köprüde karşılaşan hayvanların güç bakımından birbirine denk olmaması gerekli. Meselâ köprünün üzerinde bizim inatçı keçinin karşısına çıkan hayvan bir aslan olsaydı; bizimki itişmeye devam edebilir miydi? Yoksa, “Aman efendim, aslan abim gelmiş, buyursunlar!..” deyip yol mu verirdi? Kezâ karşısına çıkan savunmasız bir tavşan olsaydı, keçi, sert bir bakışıyla tavşanı oracıktan kaçırıverecekti.

Öyleyse zavallı keçiyi inatçı ilan etmemizin sebebi, karşısına çıkan hayvanın boyu boyuna, huyu huyuna benzeyen başka bir keçi olması değil midir?  

Ebeveynlere çocuklarının kendilerini en çok zorlayan özelliği sorulduğunda açık ara birinci olan cevap, “inatçılık”tır. İnatçılık, çocukların davranışlarında oldukça yaygın karşılaşılan bir tutumdur. Birçok anne, çaresizlik içinde çocuğunun kendisiyle çok fazla inatlaştığından ve çocuğuna istediği hiçbir şeyi yaptıramadığından yakınır durur.

Çocuklar daha konuşmaya başlamadan önce sorulan sorulara başlarını sağa-sola sallayarak red cevabı verirler. Kabul etmeyi ifade eden yukarı-aşağı baş sallama şekli ise, daha nâdir ve daha sonra görülür. Konuşmaya başladıklarında “hayır” kelimesini, “evet” kelimesinden önce kullanmaya başlarlar. Anneler, çocuklarının çoğu zaman yaşıtları ile problem yaşadıklarını, kendilerinden büyük çocuklarla daha uyumlu oynadıklarını ifade ederler. Yaşları yakın iki kardeş, ikizler ya da iki küçük akran, bir araya geldiğinde aslında kıymet vermedikleri aynı oyuncakla oynamak için inatlaşır dururlar. Burada çocuğun asıl maksadı ise, oyuncakla oynamak değil, kendine denk bir güce karşı kendi gücünü ispat etmektir. Aynı direnci kendisinden çok büyük ya da çok küçük bir çocuğa göstermez.

Ferdîleşme/bireyselleşme çabasının basit bir tezâhürü olarak küçük çocuklar, çok sık kurallara karşı gelmeye başlarlar. Problem gibi gözüken bu davranış şekli, aslında tabiî gelişimin geçici bir parçasıdır. Bu süreç içerisinde çocuğun başına gelebilecek en kötü şey, çocuğun bu davranışlarından yola çıkarak onun karakterini inatçı olarak etiketlemektir. Anne-babaları telaşlandıran bu karşı gelme tutumu, bir an önce sonlandırılmak istenirken lüzumsuz polemiklerle zıtlaşmalar daha da şiddetlenir. Kişiliğinin geliştiği bu dönemde çocuk inatlaşmayı tabiî bir ifade şekli olarak benimser ve tutumlarında bu yaklaşımı devam ettirir.

Bu gibi durumlarla karşılaşıldığında ebeveynler, yılların kazandırdığı olgunluk üstünlüğü ile zıtlaşmayı uzatmamalı ve karşı gelme davranışlarını pekiştirmemelidir. Ebeveyn, çocuk ile aynı statüde olmadığını hatırlamalıdır ve inatlaşmadan uzak durmalıdır. İnatlaşma, ebeveyn ile çocuğu arasında uzadığında birçok davranış bozukluğuna zemin hazırlar; yemek yememek, ödev yapmamak, ağlama krizlerine girmek gibi… Ya da çocuk, girdiği bu güç savaşının gâlip tarafı olmak için kendini ebeveyninin istemediği şeyleri yapmak zorunda hisseder. İki tarafı da rahatsız ve muzdarip eden bu problemler, hikâyemizdeki  keçilerin inatlaşmaları yüzünden suya düşmelerinden çok da farklı değildir.

İnatlaşmanın yerleşmesindeki esas problem, ebeveynlerin çocuklarını güç olarak kendilerine denk görmesinden veya çocukların durumu böyle algılamasına izin vermelerinden kaynaklanmaktadır. Rûhî, bedenî ve zihnî açıdan gelişimini tamamlamamış bir çocukla inatlaşmak, çocuk açısından, karşı tarafın kendisini eşdeğer kabul ettiğinin bir göstergesidir. Ebeveyn kendi gücünü ispatlamak için çabaladıkça, çocuk direnmeye devam edecektir. 

Diğer beşerî münasebetlerin hepsinde de uygulanan güç, karşı taraftan gelecek olan güçle birleşir ve şiddetlenerek sahibine geri döner.  Her etki bir tepkiye sebep olur; inatçı davranışların hepsi, inatçı savunmaları harekete geçirir. Sâbit fikirli, “dediğim dedik, çaldığım düdük” havasıyla kimsenin nehrin karşı yakasına geçmesi mümkün değildir. 

Kişiler ya da toplumlar için ortak hedefler varsa, uzlaşmacı tutumdan başka çıkar bir yol yoktur. Mutlu sonla biten hikâyeler için, zaman zaman alttan alabilmek, fedakârlık yapabilmek gerekir. Nefisler kendini ezdirmemesi için kişinin benliğine “Ezdirme kendini!..” diye haykırsa da; alçak gönüllü olmak kişiyi yücelten, olgunlaştıran ve ona kıymet katan bir ahlâktır. Benliğin hüküm sürdüğü yerde, mutlu ve huzurlu fertler olması mümkün değildir.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle