İnsanın eğitimini de içine alan insan ilişkileri, ahlâk ve karakter üzerine inşa edilir. Her ne yapacaksak; ister eğitim, ister evlilik, isterse herhangi bir iş ile meşguliyet olsun, bunları yürütürken elimizde tek bir malzeme mevcuttur; bu da kendi karakterimiz ve ahlâkımız...
Kur’an kıssaları, insanın insanlarla ilişkisini öğretmekten ziyade, insanın her hâl ve şartta Allah ile ilişkisinin nasıl olması gerektiğini anlatır. İnsanlarla istediğiniz iletişim becerilerini kullanınız, muvaffakıyet ancak Allâh’ın yardımı iledir. Bütün peygamberlerin duâlarına bakıverirsek anlarız bunu...
Temizliği, sadece Allâh’a kulluk etmeden önce temizlenip rûhen hazırlanmak olarak anlamak olacak şey değildir. “Îmanın yarısı” denecek kadar önem verilen bir mevzu, bu kadar mahdut bir alana indirgenemez…
Şia, Ehl-i Beyt sevgimizi eksik bulup Ehl-i Sünnet’i eleştirir. Burada kastettiği Hazret-i Hüseyin ve Ehl-i Beyt’i çok sevmek değildir. Çünkü bu şekilde yaklaşılırsa, Ehl-i Beyt’i sevmeyen yoktur. Şia, yani Ehl-i Beyt ve Hazret-i Ali taraftarlarının savunduğu, Peygamber Efendimiz’den sonra nübüvvet müessesesi, yani peygamberlik müessesesinin bitmediğidir.
Kerbelâ hâdisesinde Ehl-i Beyt’in erkekleri şehid olarak en güzel makamlara yerleşmişlerken, sağ kalan Ehl-i Beyt kadınları için hayat gerçekten zorlaşmıştır. Hazret-i Hüseyin’in sadece Muharrem’in onuncu günü yaşadığı sevdiklerini kaybetme acısını, Ehl-i Beyt kadınları bir ömür yaşamışlar, acıları bir türlü dinmemiştir.
Çok kültürlü Endülüs Devleti, her bir kültürün varlığını rahatlıkla sürdürmesi için farklılıklardan kaynaklanan taleplere saygı duymuş, İslâm’ın temel prensiplerinden zımmî hukukunun gereğini tam olarak uygulamıştır. Sistem, aslâ kişilerin insâf ve inisiyatifine bırakılmamıştır.
Muhammed ümmeti ki, bununla, Peygamber Efendimiz’e tâbî olan mü’minler kastedilmiş olup, dünya var oldukça “orta yolu takip eden” hakemler (adl ve hüccet) konumundaki âlim, ârif, sıddîkler hep bulunacaktır. Bu, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bereketidir. Ve bu da himmeti, ekmeğe yeğlemekle olacaktır.
Kul, Rabbini O’nun isimleri ile bilir. Allah Teâlâ, âlem ve insanla ilişkilerini esmâları üzerinden kurar. Kâinat ve insan, bu isimlerin tecellîsidir. Her insanda doksan dokuz esmânın tecellîsi vardır. Yalnız bunlar insanlar tarafından bilinip kâbiliyetleri doğrultusunda açığa çıkarılması gerekir. İnsan, mutlaka bir esmânın mazharıdır. Yani onun yaratılış gayesinin için...
Asıl olan câmi mi idi? Yoksa kendisine yöneldiğimiz Rabbimiz mi idi? Her nefis ölümü tadacak, peygamberler de… O zaman peygamber giderse, mescid giderse, her şey biter mi? Kalbimizi dolduran ne idi?
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: “Allah bir topluluğu sevdiğinde onlara belâ ve sıkıntı verir. Başına gelen belâ ve sıkıntıya rızâ gösteren, O’nun rızâsını; öfkelenen, O’nun hoşnutsuzluğunu kazanır.” (Tirmizî, Zühd, 57. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Fiten 23)
Ateistler hiç samimî değildi. Dâimâ gizli bir inanç taşıyorlardı. Ne zaman Allâh’ı inkâr eden konuşmalar yapsam, içimde müthiş bir korku duyuyordum. Eğer Allah yoksa, içimdeki bu müthiş ve dayanılmaz korku neydi ve nereden, kimden geliyordu? Hiç olmayan bir şeyden korkulur mu? Yoktan korkulmayacağına göre, demek ki vardır, dedim. Bir süre sonra «Allah var.» dedim ve kur...
Güç, kuvvet ve mevki sahibi inançsızların ilk yaptıkları şey, nefislerini ilâh edinmek, kulluk ve ibadete yegâne lâyık olan Allâh’a inananları zor kullanarak kendilerine benzetmeye çalışmaktır. “Ashâb-ı Kehf” (Mağaradaki Gençler) kıssası, böyle fitne zamanlarında inananlardan beklenen duruşu, inançlarında sebat eden samimî mü’minlerin duâsına Cenâb-ı Hakk’ın mükemmel bi...
İnsanlara güvenmek için, onları tanımak elzemdir. Tanımak için de birlikte yaşamak, anlamaya çalışmak gerekir. İnsanları tanımanın en iyi yolu; onlarla alışveriş yapmak, seyahat etmek ve yemek yemekse, bunu en iyi mahallemizde yaparız. Bu şekilde, sadâkati, dürüstlüğü, sözünde durmayı, ahlâkî sorumlulukları; kısacası “ben” değil, “biz” olmayı öğreniriz. Bu okulun en öne...
Medîne’de yaşamak, başka şehirlerde yaşamaktan farklıdır. Kendisini Mescid-i Nebî’ye, Harem’e göre ayarlayan, para kazanmak derdinde olmayıp, vefâlı Ensâr gibi Efendimize asr-ı saâdet ruhu ile bakanlar burada barınabilirler. O zaman Mescid-i Nebî ve Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bütün dertlere derman olur. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e k...
Allah’tan habersiz yuvanı dağıtabilir mi, ya da Allâh’a rağmen yuvanı dağıtabilir mi? Diyorsun ki, o kadar güçlü, evlâtları ve âilesi üzerinde o kadar tesirli ki, onlar her dediğini yaparlar, o da istediği her şeyi yapabilir. Yani -hâşâ- Allah kadar güçlü!.. O kadar güçlü ki, -hâşâ- Allah çaresiz ona izin verir. Sen başkalarına anlatırken, onun bu kadar güçlü olduğunu v...
Dışarıya çıkıldığı taktirde ev içindeki kıyafetin hâricinde, baştan topuklara kadar, kadının tesettürünü sağlayan bir “dış kıyafet”in kadınlar tarafından giyilmesi emredilmiştir. Bu kıyafet, kadının bütün bedenini kaplamalıdır. İçini belli etmeyecek şekilde kalın olmalı, erkeklere benzeyen özellikleri olmamalı ve gayr-i müslim kadınların giyimine benzememelidir. Ayrıca ...
Peygamber Efendimiz’in eşlerinin kendisinden, lüks ve müreffeh bir hayat, takı ve ziynet kabîlinden bazı şeyler istemeleri ve birbirlerini kıskanmak sûretiyle O’nu üzmeleri sebebiyle Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir ay onlara yaklaşmamak üzere yemin edip (îlâ) ayrı yaşamaya karar verdi.
Âile hayatı içinde kadın, kurallara göre rolünü îfâ edip etmemesi yönünden iki sıfatla nitelendirilmiştir: “Sâliha” ve “Nâşize”... Sâliha kadınlar, hem kocalarının ve diğer âile fertlerinin yanında hem de onların bulunmadıkları yerlerde vazifelerini hakkıyla yerine getirir; Allâh’ın koyduğu, toplumun benimsediği kuralların dışına çıkmaz, âileye ihanet etmez, şerefine le...
Kocaların, boşama haklarını kötüye kullanarak sevmedikleri veya kendilerini sevmeyen, iyi geçimi ve mutluluğu paylaşamadıkları eşlerini, sırf onlara zarar vermek, intikam almak, başkalarına yâr etmemek... için nikâh altında tutmaları, bu âyette yasaklanmış; bunu yapanların yalnızca eşlerine değil, kendilerine de zulmetmiş olacakları bildirilmiştir.
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbiniz’den sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riâyetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (en-Nisâ, 1) buyuran Cenâb-ı Allah, hem erkek hem de kadınlar iç...
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, teheccüde kalkınca ibadete başlamadan önce tefekkürle alâkalı olan bu âyet-i kerîmeleri okumayı âdet edinmesi, tefekkürün, kulun ibadet aşkını artıran, ibadeti kula hoş ve zevkli hâle getiren sırrı içinde barındırmasından olsa gerektir. Hele kulun Allâh’a yakın olmak, O’nun rızâsını kazanma niyeti ile kulluk etmek, i...
Öfke gibi olumsuz duyguların kaynağı, hayatta karşılaşılan istenmeyen durum ve hâdiseler değildir. O hâdiseye dair içimizde yapılan binlerce iç konuşma ve düşüncelerdir. Özellikle olumsuz iç konuşmalar, olumsuz inançlar; öfke, bunaltı ve depresyonun oluşumunu hızlandırırlar. İç sesleri, vesveseyi, zanları, olumsuz düşünceleri yönetip olumluya çevirmek ise bu rahatsızlık...
İlim, tâlip olana verilir. Bir şeyi istemek; ekmek kadar, su kadar elde etmeyi arzu etmektir. Bunun için her şeye katlanmak gerekir. Dolayısıyla ilmi isteyen için o ilim, geceleri rüyası, hattâ uykusuz gecelerinin uykusu, gündüzleri tükenmek bilmeyen gayreti, dâimâ sahip olmayı hayal edip çabaladığı, onun için bütün isteklerinden vazgeçtiği ideali olmalıdır.
Kâinattaki bütün varlıklar, lisân-ı hâlleriyle, “Ben sadece görünüşten ibaret değilim! Ben Rabbin mânâ âleminin nüvelerini taşıyorum!..” demektedir. Dünyaya bu cihetten bakarsak, yedi kat semâ ve içindekiler, yeryüzü ve içindekiler bir an zikirden ayrı durmayan (zikr-i dâim) hâlleri ile insanı sarhoş eden bir cümbüş ortaya çıkarmaktadırlar. O zaman dünya denen, kişiyi ...
Bu güzide hanımlar; yokluğun, zulmün, işkencenin en çok olduğu zamanlarda sabır ve teslimiyet ile güçleri nispetinde Peygamber Efendimiz’e dâimâ destek olmuşlardır. Peygamber Efendimiz’in etrafındaki hanımlar; benzersiz bir numûne ve ümmete rahmet olmuşlardır.
Konuşmak, dilin faaliyeti gibi görülür. Ağızdan çıkar sözler, görünüşte… Fakat ağızdan çıkan söz, karşımızdakinin kulağından kalbine yerleşiyorsa, konuşmak, sadece dilin faaliyeti olmasa gerektir. Eskiler: “Kişi dilinin altında gizlidir.” demişler.
İnsanoğlunun zaafları vardır; seven bir kalp taşıyan, duyguları olan, hele de merhameti ile, yumuşak gönüllülüğü ile Kur’ân’da övülen bir babanın; eşini, küçücük çocuğu ile yapayalnız bırakıp arkasına bakmadan gitmesi, eşine cevap vermemesi, ona dönmemesi, eşi ile göz göze geldiği zaman, onun gözlerindeki hüznü, sitemi, çaresizliği, bizi bırakma yalvarışını görürse gale...
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “(Ey mü’minler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler, size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş öylesine sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: «Allâh’ın yardımı ne zaman?!» dediler. Bilesiniz ki Allâh’ın yardımı yakındır.” (el-Bakara, 214)