Hevâlı Hevesler

Kur’ân-ı Kerîm, insanlığın yegâne hayat reçetesidir. Umûma dönük yönü ile ferdi öne çıkaran emir ve nehiylerin her biri, insanları ilâhî istikamete sevk etmek içindir.

Rabbimiz, kulunu en iyi tanıyan, zaaflarını bilen ve onun muhtaç olduğu her şeye göre nimetlerini yaratan bir Rab’dir. Dolayısıyla mü’minin hayatının merkezinde “Kur’ân-ı Kerîm” ve Peygamber Efendimizin örnek hayatı olan “Sünnet-i Seniyye” olmalıdır.

İnsan, muhtelif temâyüller taşıyan bir beden ve ruhtan yaratılmıştır. Bu özellikler arasında melekî meyiller olduğu gibi hayvânî hususiyetler de bulunur. İslâm, insanın hayvânî özelliklerini ıslah edip, melekî sıfatlarını olgunlaştırması yönünde birtakım temrinler öğretir. O yüzden tasavvuf ilminin temelinde insanın mânevî eğitimi vardır. “Nefis terbiyesi, kalp tasfiyesi, benlikten vazgeçme, teslîmiyet, zühd hayatı” gibi kavramlar, tasavvufun, dolayısıyla İslâmî hayatın temelini oluşturan mefhumlardır.

İnsan, zaafları ile dünyaya gelir. Nefsânî arzular, insan yaşadıkça var olan arzulardır. İnsanın bedeni yaşlansa da rûhu ve nefsi yaşlanmaz. Bedenin istekleri değişse veya azalsa da nefsin istekleri hiçbir zaman tükenmez. Nefis, insanın mükellef olma çağından itibaren tâ ruh bedenden ayrılana kadar, doymak bilmeyen bir iştahla sürekli ister.

Bu yazımızda, Kur’ânî bir kavram olan ve birçok âyet-i kerîmede ifade buyrulan “Hevâ” ve “Heves” mevzuuna kısaca temas etmeye çalışacağız.

 

Hevâ ve Heves ne demektir?

Hevâ, genel olarak, “hakkın zıddına meyletmek” demektir. Dilimizde, “nefsin arzuları” mânâsında “hevâ” ve “heves” kelimeleri kullanılmaktadır. Dînî bir terim olarak “hevâ”; “nefsin, Rabbimiz’in emir ve yasaklarının zıddına meyletmesi” demektir. Hevâya uymanın en tehlikeli tarafı, “…Hevâya uyma! Sonra bu seni Allah yolundan saptırır...” (Sâd, 26) âyetinde beyan edilmiştir.

Mü’min, ilâhî prensipler çerçevesinde yaşayan insandır. Hayatının her ânından ve yaptığı her fiilden sorumlu olduğunun şuurunda olan insandır. Dolayısıyla her hususta nefsinin ne dediği, ne istediğinden ziyâde İslâm’ın bu hususta ne dediğini önemser. Kur’ânî ölçünün ne olduğuna bakar. Hâl böyle olunca, insan, hiçbir zaman “bana göre” anlayışı içerisinde olmamalıdır. Hele İslâm’ın emir ve yasakları hususunda, temeli, İslamî bilgi ve bakış açısına dayanmayan ferdî görüş bildirmeye girmemesi lâzımdır.

Hevâ, sadece kuru bir meyil değildir. Bir yöneliştir. Ancak içinde sevgi ve muhabbet olan bir yönelmedir. Nefsin hoşuna giden her şeye îtinâlı bir meyildir.

Bu sebeple hakkın hilâfına, istekle ve sevgiyle meyletmek, gerçek “hevâ”yı anlatmaktadır. Sâd Sûresi’nin 26. âyetinde ifade edilen sapıklık tehlikesi de bu sevgi ve muhabbete dayalı meylin neticesi olarak ortaya çıkmaktadır.

Peygamber Efendimizin mübarek hayatına ve dönemindeki müşriklerle münâsebetlerine baktığımız zaman, âyet-i kerîmelerde ifade edilen “hevâsına uyan kimseler”in genel mânâda vahyin hakîkatini anladığı hâlde bile bile hakîkatin zıddına hareket edenleri kapsadığı görülmektedir. Hal böyle iken, “hevâ” ile hareket etmek -Allah muhâfaza buyursun- bir müşriklik tavrıdır. Dolayısıyla “hevâya uymak” tamamen bir hak karşıtlığı, İslam düşmanlığı mânâlarına gelir ki, bu özellik, hiçbir zaman bir mü’minde olamaz.

 

Kur’ân-ı Kerim’de Hevâ ve Heves

Kur’ân-ı Kerîm’de hevâ ve heves mevzuunu vurgulayan birçok âyet-i kerîme mevcuttur. Pek çoğumuzun bildiği:

Hevâ ve hevesini kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü? Sen (Rasûlüm!) ona koruyucu olabilir misin? Yoksa Sen onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini veya düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hattâ onlar yolca daha da sapıktırlar.” (el-Furkan, 43-44) âyet-i kerîmesinde “hevânın ilâh edilmesi”nden, “hevâsına uyanların hayvanlar gibi olduğu”ndan bahsediliyor. Bu da gösteriyor ki, insanın nefsânî arzularının peşinden gitmesi, kendi idrâkine göre ilâhî emirler konusunda beyanda bulunması, “Allâh’a ortak koşma”ya denk düşecek bir hata olarak ifade ediliyor.

Hevâ ve hevesinin telkinlerine kulak vererek yol almak, dikenli bir yolda ilerlemeye benzer. İslâm’ın cennet yolu varken nefsin iflâh olmaz isteklerine uyarak mânen yok olmak, sonların en felaketli olanı değil midir?

Hiç yoruma girmeden, hevâ ve heves peşinden gidenlerin hâllerini anlatan şu âyet-i kerîmelerle mevzuumuza son verelim:

“Hevâsını kendisine ilâh edinen ve Allâh’ın (kendi katındaki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (el-Câsiye, 23)

“Eğer sana cevap veremezlerse, bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi heveslerine tâbî olandan daha sapık kim olabilir? Muhakkak ki Allah, zâlim kavmi hidâyete erdirmez.” (el-Kasas, 50)

“Ey îman edenler! Adâleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şâhitlik eden kimseler olun!. (Haklarında şâhitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adâletten sapmayın, (şâhitliği) eğip büker (doğru şâhitlik etmez), yahut şâhitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (en-Nisâ, 135)

Sonra seni, din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Öyleyse Sen ona (o şerîate) tâbî ol! Ve bilmeyenlerin hevâlarına uyma!” (el-Câsiye,18)

“De ki: «Allah şunu yasak etti, diye şehâdet edecek şâhitlerinizi getirin!» Eğer onlar şâhitlik ederlerse, Sen onlarla beraber şâhitlik etme!.. Âyetlerimizi yalanlayanların ve âhiret gününe inanmayanların heveslerine uyma! Onlar, Rab’lerine eş tutuyorlar.” (el-En’âm,150; Benzer âyet-i kerîmeler için bkz: el-Bakara, 120, 145; el-Mâide, 48-49; el-En’âm, 56; er-Ra’d,37; el-Kehf, 28; Tâhâ, 16; er-Rûm, 29; Muhammed, 16)

PAYLAŞ:                

Şefika Meriç

Şefika Meriç

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle