Sanal Âlemde Gösteriş Keyfi

Allah dostları, insanın mânevî hayatına menfî tesir eden faktörleri sayarken helâl lokmayı hep ilk sıraya koymuşlar ve bunun ehemmiyetini pek çok misallerle açıklamışlardır.

Helâl lokmanın kaynağı, temiz kazanıp temiz yemek olduğu kadar yiyeceklerin göz hakkından da muhafaza edilmiş olmasıdır. Zira gözlerin ve gönüllerin takılı kaldığı gıdalarla beslenmek, rûhumuza büyük bir yük olup ibadet hayatımızdan lezzet almamaya ve tembellik göstermeye götürür.

Maalesef kitapları okurken veya büyüklerin feyizli sohbetlerini dinlerken hem hak veren, hem de bunu yapan kimseleri düşünüp kınayanların bir kısmı, bu “göz hakkı” meselesini kitabı kapattığında veya o sohbetten çıkar çıkmaz unutuveriyor.

Hepimiz biliyoruz ki, göz hakkı, sadece yediklerimizi insanların gözü önünde, ortalık bir yerde yemekten ibaret değil! Günümüzde artık “sanal âlem”de, yediklerini veya yiyeceklerini gözler önüne serme hastalığı hızla yayılıyor. Bu durum, okuyup yazan(!), mânevî meclislerde gözyaşı döken kimseler, özellikle de kadınlar arasında yarış hâline gelecek neredeyse...

 Sadece şunu anlamak istiyorum, sevgili dostlar!..

Arkadaşlarımızın, ders veren hoca ve öğretmenlerin, özellikle hanımların bu yedikleri yemeği, yemeden önce fotoğrafını çekip tanıdığı-tanımadığı binlerce kişiye sergilemesini, âdeta insanın canını çektirmeye çalışmasını anlamaya çalışıyorum. Bu, nasıl bir psikolojinin mahsûlüdür acaba?!

Evde yaptığı turşunun, yeni aldığı fırında pişirdiği harika görünüşlü bir kekin, misafirlere hazırlanan masalardan taşan böreklerin, gidilen lokantadaki çeşit çeşit tatlıların sergilenmesinin, -daha açık ifade ile- “gösteriş yapmanın” mânâsını birisi bana açıklayabilir mi?

 “Kahve keyfi”, yok falan lüks lokantada “balık keyfi”, veya şu mekânda “şu-bu keyfi” yazarak mâsumlaştırılan nefislerin gösteriş yarışını, kıskandırma furyasını, şahsen bir mü’mine yakıştıramıyorum.

Bütün İslam coğrafyası kan ağlarken, ardı ardına binlerce şehid haberleri gelirken Müslümanların hele hele mânevî meclislerin suyundan içmiş tarîkat ehlinin boy boy tatil fotoğrafı yayınlaması, yediği içtiği ile reklâm yapmaya çalışması, çağımızda bu kadar hastalıklı sapık insanların varlığından haberdarken ufacık çocuklarının mayolarla çekilmiş fotoğraflarını paylaşması hangi akla hizmet ediyor acaba?

Bizim Sevgili Peygamberimiz:

“Çocuğun avretini koruyun ve onu örtün, zira onun avreti de büyüğün avreti gibidir. Allah avretini açana rahmet nazarıyla bakmaz.” (Hâkim, Müstedrek) buyuruyor.

Bu çocuklar, yarın kıyamet gününde, korumayıp sergilediğiniz minicik bedenlerinin hesabını sormazlar mı? Şikâyet etmezler mi Rabbimize? O zaman cevabımız ne olacak?!

Ya göz göze, burun buruna, karı-koca veya düğün fotoğraflarını sanal ortamda paylaşmanın veya yeni evlenen çiftlerin yatak odasından banyosuna kadar bütün odalarının resmini çekip internete koymasının mantığı nedir?

“-Ben evlendim. Bak benim evim, âilem, kocam var, çocuklarım var… Olmayanlar çatlasın!” mı demek istiyorlar?!

Yeni arabasının fotoğrafını çekip: “Evlilik yıldönümü hediyem!” yazanlar…

Ya da “Babam sağ olsun!” derken, babası olmayana veya hanımına araba alma imkanı olmayan beylere vermek istedikleri özel mesaj nedir?! Hased ve kıskançlığa, daha da önemlisi nazar ve kanaatsizliğe sebebiyet veren bu gafilane davranışlara, daha ne zaman dur diyeceğiz?!

Kime, neyi isbat etmeye çalışıyoruz? Sahip olduklarımız, bizim değerimizi arttırıyor ya da mahrum kaldığımız maddî konfor, bizim değerimizi mi düşürüyor? İnsanlar, kendi mânevî değerlerini kaybetmeye başladığından beri, maddî değeri yüksek şeylerle itibar görmek istiyorlar. Bunu yapanların hepsini aynı görmemek lâzım; bazı kimseler, ne yaptığını, yaptığının ne anlam ifade ettiğini düşünmeden, çevresi, eşi-dostu böyle yaptığı için yapıyor belki… Ama buna dur demek lâzım!..

Evimizin, âilemizin, soframızın mahremiyeti ayaklar altında çiğnenmesin!.. Kim olduğunu bilmediğimiz, sokaktan geçen insanı tutup kolundan evimize almayız, soframıza oturtmayız, çocuklarımızla, eşlerimizle tanıştırmayız. Şimdi internete koymuş olduğumuz bu fotoğraflarla tanıdığımız, tanımadığımız herkese bütün mahremiyetimizi teşhir etmiş olmuyor muyuz? O zaman evimizin duvarlarını, pencere ve perdelerini kaldıralım, her şeyimiz meydanda olsun!.. Biz de zahmet çekmeyelim, başkaları da… Böyle bir mantık olabilir mi?

* * *

Gezelim tabiî ki, gezmek haram değil! Fotoğraf da çekinelim. Ama bunu herkesle paylaşmak, çok masum bir hareket gibi gelmesin!

Unutmayalım, yiyeceğiniz bir yemeğin fotoğrafını paylaşınca en az 100 kişi görecek… Bunların içinde alanı var, alamayanı var. Gezeni var, gezmeye güç yetiremeyeni var. Bu göz hakkının veya kul hakkının hesabını düşünelim, biraz…

Bir de hiç ummadığımız dindar âileler, hıristiyan âdeti olan “doğum günü” veya “yılbaşı” kutlama fotoğraflarını yayarak bu kutlamaları yapmayan insanların:

“-Haa, falanca kimse, çocuğunun doğum günü kutlamış, resimleri face’de… Filanca yılbaşında şurda, şu şekilde eğlenmiş… Demek ki bunlar, kötü bir şey değil!..” demesine sebep oluyor. Böylece farkında olmadan bir hata meşrûiyet kazanıyor, normal görünmeye başlıyor.

İşin daha da vahimi, sanki yapılan şey çok iyiymiş gibi, dini-diyaneti bilen onca insan da doğum günü fotoğrafının altına tebrik mesajları yağdırıyor.

Unutmayalım, şeytan, insana günahları önce küçük ve masum göstererek işletir. Dışarıda görünce haram diyerek konuşmayacağı erkeklerle çeşitli paylaşım sitelerinde arkadaş olup selamlaşan veya bir yazı veya fotoğraf üzerinden atışanlar… “Gözün, dilin, bakışların zinası” olduğu gibi artık günümüzde sanal âlemdeki “nefsaniyeti tahrik eden yazışmaların” da haram olduğunu hatırlatmayı isterim.

“Ne yapalım, artık zaman değişti. Sanal âlemin nimetlerinden faydalanmayacak mıyız?” diye sorabilirsiniz.

Tabiî ki faydalanabiliriz, ama Allâh’ın koyduğu sınırları aşmadan... Nasıl mı? Hayatınızda fiilen mahremiyete dikkat ediyorsanız, bunu sanal âlemdeki sayfalarınızda da uygulayarak... Akraban olmayan, nâmahrem (yabancı) bir kimseyi sanal âlemde de sayfana eklemeyerek, arkadaşlık teklifinde bulunmayarak… Evimizin dışında nasıl dış kıyafetimizle korunup Allâh’ın emrine riâyet ediyorsak sanal âlemde de çeşit çeşit fotoğrafımızı herkese paylaşma hastalığından kurtularak… Sanal nimeti, Allah’ın dinini yayma, hayırlardan haberdar etme, şerlerden uzaklaştırma yolunda kullanabiliriz. Aksi hâlde bu vebal hepimizi yakar.

Evet, gerçekten zaman değişti. Eskiden Anadolu’da bir kısım halkın yaptığı bir âdet vardı; sokakta evlerin önüne oturup gelen giden hakkında gıybet etmek veya gelen geçeni izlemek... Aslında bu kötü huy, sadece Anadolu’muzda değil, Peygamberimiz zamanında da varmış ve Peygamber Efendimiz kendi zamanındaki insanları bundan men etmiş.

Bir gün Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Yollarda oturmaktan kaçının!” buyurmuştu. Sahabîler:

“-Biz buna mecburuz. Meselelerimizi orada konuşuyoruz?!” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Oturmaktan vazgeçmeyecekseniz, o hâlde yolun hakkını verin!..” buyurdu.

“-Yolun hakkı nedir, ey Allâh’ın Rasûlü?” dediler.

“-Harama bakmamak, gelip geçenleri incitmemek, selâm almak, iyiliği (mârufu) emredip münkerden (kötü ve çirkin şeylerden) nehyetmektir.” buyurdu. (Buhârî, Mezâlim, 22; İsti’zân, 2; Müslim, Libâs, 114)

* * *

Şimdi ise, bu sokakta, kapı önünde yapılanlar, sanal sokaklarda yapılıyor. Bir farkla ki, herkes bir sokağa girip başkası hakkında konuşacağına, internet sayfalarına düşünce ve duygularını yazıyor. Böylece iyilik ve güzellik dışında, kötülük ve hatalarını da insanlara göstererek onları şâhit kılıyor.

Bize düşen, sanal sokakların kirli girdaplarında kaybolup savrulmamak… “Sokak kuralları”na uyarak yapılan hatalara ortak olmamak… Bilakis oralara kendi güzellik ve kurallarımız hâkim kılmaya çalışmak… İyiliği emredip kötülükten nehy etmek… Elimizdeki nimetlerle böbürlenmek yerine, açların, yoksulların, kimsesiz ve gariplerin tercümanı olmak; onları, sahip olduğumuz nimet ve üstünlüklerle ezip incitmek, haklarına girmek değil!.. Böylece hem kendimiz, hem de diğer insanlar için “Nimetlerde üstünüzdekilere bakarsanız helâk olursunuz.” nebevî îkazına kulak asmak…

İsrafın, gösterişin ölçüsü yok… Nimetin hesabı, israfın cezası ve ikabı var. Rabbim, bizleri kötü âkıbetten korusun ve bu güzel hasletleri hepimize nasip etsin inşallah…

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle