Hac ve Umre’ye Gönlünü Hazırla

Hac ve umre, Cenâb- Hakk’ın insanları her yıl dâvet ettiği evidir. Bu dâvet, Hazret-i İbrahim ile başlamış ve insanlardan tarih boyunca bu dâveti işitenler, kâfile kafile icabet etmişlerdir. Bazı insanlar, ömürlerinde bir kere bile hac etme imkânını bulamazken bazıları da defalarca bu mübârek mekânları ziyaret etme fırsatı bulurlar.

Her yerin, her makamın bir teşrifat programı olduğu gibi Mekke ve Medine’yi ziyaret edeceklerin de bu yolculuk esasında birtakım hususlara dikkat etmesi lâzımdır. Öncelikle hacca ve umreye niyet edenler, bu topraklara niçin gittiklerini çok iyi bilmelidirler. Bu topraklar, hediye almak ve turistik seyahat için gidilen yerler değildir. Buralar, Cenâb-ı Hakk’ın evi içi seçtiği mübârek mekânlardır. Buralarda Hazret-i Âdem başta olmak üzere, Hazret-i İbrahim, Hazret-i İsmail ve daha yüzlerce nebînin makamı ve hatıraları vardır. Oradaki çöl kumuna ve birtakım uygunsuz hareketlere takılarak, o mekânların mânevî üstünlüğünü fark etmemek, büyük bir nasipsizliktir.

Diğer taraftan insan, hac ve umreyi, Allâh’ın bir emrini îfa, en büyük ibadetlerden birini edâ ve günahlarından temizlenme fırsatı olarak görmelidir. Orada vakitleri olur olmaz şeylerle hebâ etmek yerine, duâ, zikir, Kur’ân tilâveti ve secdelerle değerlendirmeye çalışmalıdır.

Haccın esası, incinmemek ve incitmemektir. Orada hangi vesileyle olursa olsun, insanların gönlünü sızlatacak hareketlerden kaçınmaya çalışmak gerekir. Muhammed Belhî (k.s.), hayret ve taaccüb hâlinde zaman zaman şöyle dermiş:

“–Ne kadar tuhaf!.. Bir çok illeri aşan, bin türlü zahmete katlanarak Kâbe’ye ulaşan bir kimseyi düşünüyorum ve hâline şaşıyorum. Mekke’de göreceği Kâbe, nihayette enbiyânın eseridir. Acaba neden nefsini aşıp, kalp Kâbesi’ne yönelmez. Halbuki kalb Kâbesi’nin sanatkârı, Hakk Teâlâ’dır.”

Bazen tamamen haksız bile olsalar, insanların eziyetlerine katlanmak ve onları kırmamaya çalışmak çok önemlidir. Nitekim hacılardan birisi, Medine’de uyumuş, uyanınca para kesesinin çalındığını düşünmüş. Keseyi aramaya başlayan adam, bu esnada İmam Cafer Sâdık’a rastlamış ve onun yakasına yapışarak:

“–Kesemi sen çaldın!..” demişti. Ca’fer Sâdık:

“–Kesede ne vardı?” diye sormuş.

“–Bin dinar vardı.” cevabını alınca, adamı evine götürmüş, eline bin dinar saymıştı. Parayı alan adam evine dönmüş, içeri girmiş, çaldırdığını sandığı para kesesinin evinde olduğunu görünce doğru Cafer Sâdık’a gitmiş, özür dilemiş, paraları iade etmek istemişti. Fakat Cafer paraları kabul etmekten kaçınmış ve:

“–Elimden çıkan bir şeyi, bir daha geri almam.” demişti.

Hacdan maksat, güzel yemekler yiyip rahat otellerde kalmak değildir. Belki kulluğun ifası için asgari şartların bulunması gerekmektedir, ancak yüzyıllar boyunca nice Allah dostu, bu topraklarda maddî refahtan çok, mânevî bolluk ve lutfun tâlibi olmuşlardır. Buradan elde edilecek kazanç, biraz rahattan, biraz uykudan fedakârlık etmeden ele geçmez.

Kâbe’yi ziyaret ve oradan istifade bir gönül işidir. İnsanlar, oraya hangi niyetlerle ve nasıl bir kalbî kıvamla giderlerse, karşılaşacakları muâmele de o istikamette olur. Niceleri bizzat şâhidi olmuştur ki, o topraklara gitmek sadece para ile olmaz. Pek çok zengin, bir türlü oralara gidememişken, gönlü zengin cebi fakir sayısız kimse de oralara gidip haccını edâ etmiştir.

PAYLAŞ:                

Zahide Topcu

Zahide Topcu

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle