Haccın Sırları

Hac

Hac, insan rûhunun âhengini, iklîmini ve rengini bulduğu, aslî hüviyetini kazandığı, mânevî feyz yağmurlarıyla temizlenip arındığı ve hakîkatine erdiği rûhâniyet tezâhürleriyle dolu bir ibâdettir.

* * *

Hac, Allâh’ın sonsuz rahmetinin tecellî ettiği, afv ü mağfirete mazhar olan müslümanların derin bir îmân, vecd ve aşk heyecânı içinde kaynaştığı mübârek ve ihtişamlı bir iklîmde cereyan eder.

* * *

Hac, Hazret-i İbrâhîm ve Hazret-i İsmâîl -aleyhimesselâm-’ın tevekkül ve teslîmiyetinden hisse alabilmek, içimizdeki nefs denilen düşmanı ve dışımızdaki şeytanî temâyülleri taşlayabilmek, sınıf farklılığından sıyrılıp kefen iklîmine girerek Rabb’e ilticâ edebilmek, kıyâmetin o dehşetli manzarasının hissiyâtıyla ürpermek, müslümanlar arasındaki uzak ve yabancı toplulukları bir araya getirmek, bir îmân kardeşliği tesis etmektir.

* * *

Hac, sırf maddî ve zâhirî bir ibâdet değildir. Onun mânevî yönü, zâhirî yönünden çok daha mühimdir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in «hacc-ı mebrûr» ifâdesiyle kasdettiği hac da, böyle baştan başa mânevî güzelliklerden ibâret bir hacdır. Bu yönüyle hac; duâ, tevbe ve istiğfâr ile gönüllerin ilâhî rahmet, bereket ve fazîletlere nâil olmasıdır. Hayatın sâlih amellerle mâmûr edilmesidir. Hacdan sonra da bu hâlin devâmı için Cenâb-ı Hakk’a söz verilmesidir.

* * *

Hac, var­lık ve nefs el­bi­se­lerinden sıy­rı­larak rûhânî bir hayâta adım atmaktır. Hac, in­san rû­hu­nun âhen­gi­ni, ik­lî­mi­ni ve ren­gi­ni bul­du­ğu, as­lî hü­vi­ye­ti­ni ka­zan­dı­ğı, feyz yağ­mur­la­rıy­la yıkanıp arın­dı­ğı, rû­hâ­ni­yet te­zâ­hür­le­riy­le do­lu bir ibâ­det­tir.

* * *

Hac, beden elbisesinden sıyrılıp rûhun derinliğine nüfûz ederek nefsânî kasırgalardan kurtulmağa çalışmaktır.

* * *

Hazret-i İbrâhîm ve Hazret-i İsmâîl -aleyhimesselâm-’ın tevekkül ve teslîmiyetlerinin sembolü olan hac, beşerî sıfatlardan soyunup bir mağfiret iklîmine; teslîmiyet ve tevekküle giriştir. Hac, muhabbet dolu bir kulluğun îfâsıdır. Hac, altta ve üstte birer havlu ile baş ve ayak açık, kulun bütün dünyevî rütbelerden soyunması, bir nevî kabirden kalkıp mahşer yerine gelmesi ve böylece Rabbine gönülden yalvarış hâli, tam bir teslîmiyettir.

 

Haccın Îfâ Edildiği Mekânlar

Haccın îfâ edildiği mübârek mekânlar, ulvî bir âlemin rûhâniyet iklîmleridir. Bu iklîmler, ilâhî nişânelerle doludur. Oralarda hep Allâh’ın rahmet ve bereketi yâda gelir. Bunun içindir ki, Kur’ân-ı Kerîm’de o iklîmlerin vasfı şânında, «şeâirullâh» ve «hurmetullâh» denilmiştir.

* * *

Madden ve mânen o mübârek topraklara koşuş, kumlu çölleri görmek için değildir. Oralara yöneliş, İbrâhim -aleyhisselâm-’ın makâmını, İsmâil -aleyhisselâm- ve evlâdının vatanını ziyâret içindir. Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in doğup büyüdüğü, İslâm’ı teblîğ ettiği toprakları görmek, O yüce Varlık Nûru’nun teneffüs ettiği havayı ciğerlerimize ve gönüllerimize doldurmak gâyesiyledir.

* * *

O kudsî mekânlarda gözlerindeki perdeleri çekerek gönül gözleriyle etrafa bakanların îmân deryâları cûşa gelir, aşk ve muhabbet-i ilâhî gönül damarlarında harekete geçer. Nereye nazar etseler, oradan yüce bir vecd ve istiğrâk kendilerini kaplar; böylece gözleri yaşarır, dilleri dâimâ tesbih ve tehlîl ile meşgul olur.

 

Şeytanı Taşlamak

Çakıl taşlarını atmaktan maksat, şeytana buğzetmektir. Çünkü o, Hazret-i Âdem’i topraktan yaratıldığı için küçük görmüş, kendisinin ateşten yaratılmış olması sebebiyle üstünlük iddiâ etmiş, gurura kapılmıştı. Cenâb-ı Hak da onu, küçümsediği bu toprak terkibiyle taşlatmaktadır.

 

Kâbe

Kâbe, Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân’da “Secde et ve yaklaş!” (el-Alak, 19) buyruğu ile ikâmesini emrettiği namaz ibâdetinin istikâmet hedefidir. Aynı zamanda bütün müslümanların müştereken teveccüh ettiği nokta; yâni İslâm dünyâsının nabzının attığı yerdir. İnsandaki tecellî-i ilâhînin nazargâhı kalb; kâinâttakinin ise Kâbe’dir. Yâni Kâbe, bir mânâda insan vücûdundaki kalb mesâbesindedir.

* * *

Bütün husûsiyetleriyle Kâbe, Arş-ı ilâhînin gölgesi, rahmet ve bereket kaynağıdır. Diğer bir ifadeyle Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve mağfiret sıfatlarının aksettiği mücellâ bir aynadır. Gönülleri aydınlatan bir güneş, yâni nûr menbaıdır.

* * *

Mevlânâ Hazretleri buyurur:

“Kâbe, Âzeroğlu İbrâhim’in binâsıdır. Gönül ise, “Celîl” ve “Ekber” olan Allâh’ın nazargâhıdır.”

“Eğer sende basîret varsa, gönül Kâbe’sini tavaf et!. Topraktan yapılmış sandığın Kâbe’nin asıl mânâsı gönüldür.”

“Cenâb-ı Hakk, görünen, bilinen sûret Kâbe’sini tavaf etmeyi, kirlilikten temizlenmiş, arınmış bir gönül Kâbe’si elde edesin diye sana farz kılmıştır.”

“Şunu iyi bil ki, sen Allâh’ın nazargâhı olan bir gönlü incitir, kırarsan, Kâbe’ye yaya olarak da gitsen, kazandığın sevâb, gönül kırmanın günâhını dengeleyemez..”

Makbul Bir Haccın Alâmeti

Makbul bir haccın alâmeti, kişinin hacdan sonraki hâlinin de rızâ-yı ilâhî istikâmetinde olmasıdır. Mü’min, hacda günahlarının affedilmiş olmasına güvenerek rehâvete kapılmamalı, bu âlemin bir imtihan diyârı olduğunu aslâ hatırından çıkarmamalıdır.

 

Not: Bu yazının hazırlanmasında, muhterem Osman Nûri Topbaş Hocaefendi’nin “Hacc-ı Mebrur ve Umre” isimli eserinden istifade edilmiştir.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle