Beni de Dâvet Et

Yine bir hac mevsimiydi. İbrahim -aleyhisselâm-’ın çağrısına dünyanın dört bir tarafından icabet vardı. Zenginlik ve cömertlğine sınır olmayan Kâinât’ın Hâlıkı -celle celâlühû-, ikram etmek üzere milyonlarca insan içinden seçtiği kullarını dâvet ediyordu mukaddes beldelere… O ki, bütün âlemlerin tek sahibi olmasına rağmen Kâbe’yi “Beytim” diye vasfetmekteydi.

Hac; Âlemlerin Rabbi’nin üzerimizdeki hakkını edâ etmekti. Hac; mahşerî kalabalıkta damla olmak, bütünle birlikte arınmak, yeniden dirilmekti. Dâvet üzere nasiplenenler ömürlerindeki en kudsî yolculuk ve en makbul taati îfâ ediyorlardı.

Geride kalanlar ise, tevbe, duâ ve sa’ylerle eğitim ve terbiyeye devam ediyorlardı. Onlara henüz bir dâvet yoktu. Sararmış yapraklar gibi gözyaşları içinde hazan mevsimini yaşıyorlardı. Gidenlerin ardından öksüz ve yetim çocuklar gibi şöyle mırıldanıyorlardı;

Aylar, günler, saatler özleminle sulanır / Ömür törpüsü yıllar birbirine ulanır

Anlatsam anlatamam içimdeki melâli / Asırlarca beklemiş bir sevgili misâli

Böyle hicran ve hasret dolu gecelerden birinde, mahzun ve kırık bir yürek şöyle seslenir Rabbine:

“Ey zenginler zengini! Ey cömertler cömerdi! Ey Hayy ve Kayyûm olan büyük Mevlâm! Beni benden daha iyi biliyorsun. Gece ve gündüzlerime şahitsin ki; Beytine muhabbetim, hasretim tarifsizdir. Bu meveddeti anlatmaya ne cümleler yeter, ne kelimeler... Hasreti bir kor gibi içten içe yakar yüreğimi. Ömrümden eksilen her yeni günle ateşim bir kat daha fazla kabarıyor.

* * *

Lâkin şu gönül kuşum, ten kafesinden uçup gitmeden… Şu gören gözlerim kapanmadan, tutan ellerim, ayaklarım mecalsiz kalmadan… Bir de bu fakire gelse kutlu dâvet! Gelse de; İbrahim olup kumlarda yansam… İsmail olup, kurbanın olsam… Hacer Anam gibi kırlarda boyun büksem… Sana misafir değil; Sen’in esirin olsam! Beytinin kapısının eşiği olsam! Mü’minlerin hâdimi; o beldelerin ayak basılan kumları olsam!.. Şu kirli yüzümü-gözümü zemzemle yıkayıp temizlesem, arındırsam...

Gücümün, kuvvetimin sonuna dek pervanen olup Beyt’inde dönsem. Dönsem dönsem de vuslata ersem. Altınoluğun altında, rahmetinle ıslanıp secdelerde erisem. Havva Anam gibi bîçâre Arafat’a koşsam, affını kazanana dek yalvarsam, inlesem...

Berâtımla birlikte gitsem Sevgili’nin Kutlu Beldesine… Hazret-i Ebûbekir gibi yoldaşı, Hazret-i Ali gibi hizmetkârı olsam. Muhacir gibi O’ndan ayrılmayıp, Ensar gibi varımı yoğumu vermekle şerefyâb olsam…

O Güller Sultanı -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in gezip dolaştığı, basıp yorulduğu yerleri öpsem. Salât ü selâmımla Kutlu Ravza’sına varıp şükür secdelerine kapansam… Kızı Fâtıma’nın ahlâkını, Hatice’nin sadâkatini sorsam… Hazret-i Âişe’nin ilmini, Hazret-i Sevde’nin tevazusunu alsam… Alsam da, sâliha bir hanım olarak onlara benzesem.

Ey yerleri ve gökleri eşsiz örneksiz yaratan, celâl ve ikram sahibi Rabbim! Emanetini almadan, beni de davet buyur, n’olur?!

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle