Uyanmak, Uyandırmak, Sevmek İçin

(Bu yazı, bir iç muhasebesinin yankısıdır.)

 

“-Ey Mekke yolcusu, ziyaretin nereye?”

“-Bu, nasıl bir suâl?!”

“-Cevabını biliyorsan, neden soruyorsun?”

Bu soruyu, önce kendime, sonra sana soruyorum: “Niyetin ziyaret mi? Kimi ziyaret? Niçin ziyaret?”

 “-Elbette Beytullâh’ı/Allâh’ın evini ziyarete gidiyorum.”

Bu suâllerle kimseyi kınamak ve hesaba çekmek değil maksadım. Dedim ya, bu yazı bir iç muhasebesinin kelimelere dökülmüş hâlidir. İnsana ait bir vâkıayı ortaya koymak, örtüler altında gizlenen nefsin, sinsi yüzünü açığa vurmak için bu yazı... Bu da benim harcım değil elbette. Belki uyanmak, uyandırmak, sevmek için yazıldı.

Bir umre ziyaretinin ardından yazıyorum bunları... Bu sefer başka duygularla… Bundan beş sene evvel de yazmak nasib olmuştu. Gördüğüm mübârek mekânları birer birer anlatmıştım heyecanla. Yine nûrlu Medine, kara sevda Mekke’yi dinlemek güzel olurdu. Ama bu sefer, başka duygularla döndüm garibler yurduna... “Garibler yurdu” diyorum. Çünkü Kâbe’den, Medine’den uzak yaşayan herkes, garibdir. Ve uzak olan her mekân da garibler mekânıdır.

 Ziyaretimiz, Allâh’ın evine ise eğer, kalbimiz buradan neler kazandı? Yoksa kazanan nefsimiz mi?

Nefis mi? O mübarek beldelerden nefsin ne kazancı olabilir ki? Nefsinin münâfıklığından bîhaber misin yoksa!? Sana mânevî fısıltılarla yaklaşıp sûret-i hakdan görünen yüzüyle tanışmadın mı yoksa!.. Sohbet meclislerinde ağlayıp sonra da “gel keyfim, gel!” diyen nefsin, nefsimiz! Aslında pek uzak, ama bize en yakın olanımız.

 Evet, ey yolcu, sen de ziyaret kapısındasın! Eşyalarını hazırlamış, yola düşmüşsün bencileyin…

 Bu gidiş nereye? Sıkletinden arınmış bir kalp safâsı mı yaşayacaksın, yoksa nefsine mi sefâ yaşatacaksın? Ne hoş değil mi Kâbe’yi görmek, etrafında dönmek! Belki de bunu sık sık yapmak nasib oluyor sana... Ama unutma, hemen peşin sıra seni takipte olan nefis şeytanını... Putları baltayla kırmak için dönmek lâzım. Kendini Sevgiliye adamak için. Ya bizim dönüşümüz nereye? Yoksa kendi eksenimde mi dönüyorum, Allâh’ım. Benliğimin üstüne basıp tavafımı Sana yapabiliyor muyum?

 Kâbe’nin efsunlu güzelliğiyle sermest oldun değil mi? İçleniyorsun. Bir “Âââh!” çekiyorsun! “Görmek, gözlerini ve nefsini mi zevklendiriyor, yoksa kalbini mi?”

Bu, ne biçim sual?

Anlıyorum, pek aziz okuyucu, ben de teessüflerine kulak verenlerdenim. Ama bu sefer başka düştü kalem kâğıda… Belki biri hatırlar, belki biri duyar diye bu yazılanları mübarek beldelerde.

 Sen nereden biliyorsun, nefsimiz mi safâya eriyor, kalbimiz mi? Biliyorum, pek aziz okuyucu, biliyorum. Kendi kalbimden, aşamadığım nefsimden biliyorum.

 Bak, bu sene de geldin, bu mübarek sahaya. Telaşlısın. Namaza yetişmek için koşuşturuyorsun. Ne güzel!.. Elhamdülillah, daim olsun üzerindeki nîmet. Tamamlanmış bir nimet olsun senin için… Güzel işlemeli libasınla yürüyorsun, Kâbe yollarında, Ravza’ya gidiyorsun. Yeşil Kubbe’yi seyre daldın, gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Ne büyük haz veriyor değil mi Yeşil Kubbe manzaralı, bu gözyaşları! Parlak bir kalp safâsı istedin. Ama bak, nefsin yine kendini sana süsledi.

Âah kalbim! Âah nefsim. Yine bu yaşlarla gözümü boyadın. Yanıp sönen spotlar altında, çirkin bir elbiseyi süsleyen bir vitrin gibi. Unutma, ey yolcu! Baltayı putların başına indirmek için geldin. Çok sâde bir elbiseyle daha mutlu yürüyorsan Kâbe yollarında, işte o zaman sen de baltayı indirebilmişsin, putlarını devirmişsin. Sadeliğinin içinde, en azametli kalbe sahip Peygamber’ine benzemişsin

 Oruçlusun akşama kadar... Sıcak, taş-toprak bu hararetle yanıyor. Dilin damağına yapıştı, değil mi? İşte ezan okundu. İftarını açıyorsun. Mekke semâlarında Ravza’nın duvarlarında yankılanan ezan sesiyle yine içleniyorsun. Rasûl-i Ekrem Efendimiz’i ve sahabeyi hatırlayıp, bir âah çekiyorsun. Yine her şey yolunda, zevk üstüne zevk duyuyorsun. Peki ya, az sonra oteline gittiğinde, onlarca çeşit tatlı ve yemeklerle donanmış bir sofraya oturduğunda da aynı zevk ile duygulanacak mısın? Etraf israfla dolup taşarken sünnet-i seniyyeyi nasıl yaşayacaksın! İftarını zeytin, peynir, kuru ekmekle açtığında da aynı mutluluğu yaşıyorsan, sen de putlarını devirmişsin demektir.

Libasının sadeliği, sofranın fakirliği, sana daha çok haz vermeli. İşte o zaman Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’i anlayabilir, O’nun hâli ile hâllenebilirsin. Ama çeşit olmayan bu sofrada için burkulduysa, ya o zaman ne yapmalı?! Hani biraz önce duygulanıp ağlıyordun ya gözlerim… Akıyordun ya gözyaşlarım… Ne oldu? Seyre daldığım Kâbe’nin karşısında kalbime safâ değil, cefâ yaşatmışım. Nefsimi hoşnut etmişim, eyvah!..

 İşte az ileride, hattâ hemen yanı başında Pakistanlı, Hintli, Yemenli bir hacı, hacılar var. Yalınayak yürürler, Harameyn sokaklarında. Ne o!.. Onlara bakarken ayağındaki kire, elbisesindeki lekeye mi takıldı gözlerin!.. Yoksa bu gördüklerini yanındakiyle paylaşıp sohbet malzemesi mi yaptın?! Âkif’in dediği gibi “nazarlardan taşan mânâ, ibâdullâhı istihkâr/Allâh’ın kullarını hakir görmek!..” İstihkâr edilecek bir şey varsa, o da kendi nefsimizdir.

 Ey Kâbe yolcusu, Peygamber ziyaretçisi!.. Ziyaretgâhın sahibi onları kabul ediyor, hem de gece-gündüz Ravzası’nda ağırlıyor. Ev sahibi sînesini herkese açmışken bir söz söylemeye ne hâcet! Bir mü’min kardeşinin elbisesindeki kire takılıyor gözlerin... Ya gönül elbisen, ondan haberin var mı? Asıl nezâfet, asıl mahâret onu temiz tutmakta…

Kokudan rahatsız olduğunu söylüyorsun. Şimdi düşün!.. Pek çok zaman yaptığımız gıybetler sebebiyle kalbimizden yayılan o bed kokuları! Her daim bizimle beraber bulunan melekler, bu çirkin kokulara nasıl tahammül etsin?! Kalbime bas, ey kardeşim! Bas ki, seni istihkâr eden bütün putlarım devrilsin. Bas ki, tevazuyla kalbim, secde etsin!

 Her kültürün kendine göre bir hayat tarzı var. Eğer o beldelerde dünyaya gelseydik biz de aynı durumu sergilerdik. Bize düşen hamd ile duâ etmek. Uyanmak, uyandırmak ve sevmek için…

 Ya sen kardeşim! Senin duruşun ne hoş! Ne zamandır seni seyrediyorum. Huzurun beni de sardı. Bütün semâ ehliyle tebrik etmeliyiz seni... Her şeyini terk edip samimi bir tevbe ile Rabb’ine yönelişini! Buradan dönüyorsun, garîbler yurduna doğru... Yolun garibler yurdu olsa da dönüşün Rabb’ine olsun!

Ey yolcu! Kendini Sevgili’ye adamak için git! Baltayla nefis putlarını devirmek için git. Dönmek için git! Muhteşem dönmek için! Kendi eksik, kusur ve noksanını görmek; geçmiş hayatını silip, gafletini yenmek için git!

 Gidişin zelîl, perişan ve bin hata ile dolu olsa da, dönüşün muhteşem olsun!

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle