Büyüklere   Masallar  Ney’in  Firakı

Bir varmış, bir yokmuş. Bu dünya gerçeklerini çocuklar kadar iyi anlayan hiç kimse yokmuş. Masallar gerçekleri, gerçekler de masalları anlatınca; büyüklerin işi sayılmayacak kadar çokmuş. Uzak mı uzak bir yerde duru, masmavi bir gölde; adı yeşil, kendi yeşil endamlı mı endamlı bir saz yaşarmış vaktiyle. Balıklar, yosunlar, türlü türlü yaratıklar hepsi hayranmış saza. Suyun hem altını hem üstünü aynı anda görebilen bir tek oymuş aralarında çünkü. Pek bir edalı, pek bir nazlıymış saz. Rüzgarın tatlı tatlı estiği yaz akşamları, yakamozun ışığında kıvrıla kıvrıla raks eder, göldeki taşlardan havadaki kuşlara herkesi kendine yâr edermiş. Kışın uzun, soğuk gecelerinde bazen kara, bazen yağmura arkadaşlık edermiş. Ömrü neşe ve huzur içinde sü

Bir varmış, bir yokmuş.

Bu dünya gerçeklerini çocuklar kadar iyi anlayan hiç kimse yokmuş. Masallar gerçekleri, gerçekler de masalları anlatınca; büyüklerin işi sayılmayacak kadar çokmuş.

Uzak mı uzak bir yerde duru, masmavi bir gölde; adı yeşil, kendi yeşil endamlı mı endamlı bir saz yaşarmış vaktiyle. Balıklar, yosunlar, türlü türlü yaratıklar hepsi hayranmış saza. Suyun hem altını hem üstünü aynı anda görebilen bir tek oymuş aralarında çünkü. 

Pek bir edalı, pek bir nazlıymış saz. Rüzgarın tatlı tatlı estiği yaz akşamları, yakamozun ışığında kıvrıla kıvrıla raks eder, göldeki taşlardan havadaki kuşlara herkesi  kendine yâr edermiş. Kışın uzun, soğuk gecelerinde bazen kara, bazen yağmura arkadaşlık edermiş. Ömrü neşe ve huzur içinde sürer gidermiş.

Gün gelmiş, devran değişmiş. O pırıltılı, o büyülü günlere, o herkese uzak da Allah’a  yakın vakitlere nazar değmiş. Bir el, bir insan eli, açmakla solmak, gülmekle ağlamak, yaşamakla ölmek arasındaki ipi çekivermiş bir gün. Sazın hayatla olan tüm bağlarını kesmiş koparmış.

Ağlamış saz. İnce ince gözyaşı dökmüş yol boyunca. Beyaz, süt gibi beyaz gözyaşıymış bu. O el bir de ateşe atmış sazı. Yakmış gençliğini, yakmış ömrünü. Bir de kabuğunu soymuş o el. Soymuş hicâbını, soymuş ârını. Bir de sînesini dağlamış demir şişlerle, delikler açmış. Bir de ismini dağlamış, bir de benliğini, bir de rengini. Solmuş teni, sararmış benzi. O masal gibi şen ismi, artık gerçeğe dönüp gam ismi olmuş. 

“Ney” demişler adına. “İçimizi şenlendirsin” deyip de üflemişler başına. Nedir o? Ne oldu? Niye şakımadı ?

Bir uzun “offf...” çekmiş ney. “Gençliğime offf... Güzelliğime offf... Günlerime offf... Gecelerime offf... Hürriyetime offf... Vatanıma offf... Dostlarıma offf... Offf... Offf... Offf…”

İnim inim inlemek düşmüş bahtına artık. Ayrılıktan, firaktan inim inim inlemek...

Az kişi anlamış dilinden, az kişi anlamış hâlinden. Rûhlar âlemindeki huzurlu hayatından dünya hayatındaki çileye, derde, gama, tasaya, ayrılığa düşen çok az kişi. Bu ayrılığı fark edebilen çok az kişi.

Onu dinlemiş Mevlana. Dinlemiş de kendi firâkına denk bilmiş.

“Dinle neyden, duy neler söyler sana.

  Sızlanır hep ayrılıklardan yana.” demiş.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle