Benden Vefa Bekleyen Dostuma

Es-selâm, haber bekleyenlere...

Tarih: Geçen yıl, bu zamanlar...

Değişen, yüz hatlarımda çoğalan çizgiler ve sırtımda farkında olmadığım, ama mutlaka hesabını vereceğim yüküm...

Zaman çarkının dişlileri arasında asıl vatana doğru yol almanın zorluğu içinde çırpınan âciz kardeşin...

Sana bir türlü hak ettiğin vefâyı gösteremiyorum. Vefâ dediğin rüyâlarda sarılmakla, gözyaşlarını silmekle bitse, ne âlâ değil mi?

***

 

Aziz Dostum,

Boşuna dememişler “Büyük dağlar, büyük yer tutar gönüllerde” diye... Sen de benim yüreğimi kapladın.

Sevgi ne ummanmış ki, girdikçe derinleşiyor. Derinleştikçe güzellikler ve çileler artıyor. Bir taraftan dost incilerini vefâ sedefinin içinde toplarken; diğer tarafta çileler, hayatın önüne koyduğu basamaklar ve zorluklara rağmen çırpınmalı ummanda... 

Şükür Allah’a.. Bize öylesine lütuflarda bulundu ki... 

Dünyanın dört bir yanına dost incilerimizi dağıtmışız. Kimi insanlar koca dünyada kendisini yalnız hisseder, ama Rabb’e sayısız secde ve şükürler olsun ki, Orta Asya’dan Avrupa ortalarına kadar dünyanın her yerinde gönlümüzün parçaları var!.. Nereye gitsek, tamamlanacağız!

Bizler eksiğiz, dostlar tamamlayacak bizi, diye düşünüyorum ve aklıma sadâkat âbidesi Hazret-i Ebûbekir geliyor. O “Dürr-i Yektâ” gelmeden önce yapayalnız hissediyordu kendisini... Özlüyordu. Aşk ateşi o gelmeden  yakıyordu. Derken geldi “Dürr-i Yektâ”... Ona gönül verenlerin ilklerinden oldu. Yaklaştıkça yandı. Aşk ummânı Mustafâ’nın deryasına daldı, daldı. Daldıkça verdi, verdikçe daldı. Nesi varsa verdi, malını, mülkünü, evlâdını, her şeyini.. 

Geriye ne bıraktın?” diye sorulunca; 

Allâh ve Rasûlü’nü!..” diyecek kadar verdi.

Bu dehşetli cevap, bütün âşıklara ve dostlara en güzel numûne değil mi? “Kurb-i sultan âteş-i sûzân” imiş.

“Bu Ebû Bekirlik vefânın neresindeyiz?” diye soramıyorum kendime? Çünkü geriye kalan dost için dost, Allah için sevgi...

***

Mânâ âlemimi filizlendiren bahçıvânım, bir gün dediler ki:

“Muhabbet itaati gerektirir!”

Bu sözü duyunca bütün hücrelerimin ürperdiğini hissettim. Günlerce düşündüm. Ve sorguya başladım:

“Yaradanıma muhabbetim ne kadar?”

Emir ve yasaklarına ne kadar itaat ediyorsam, muhabbetim o kadar!..

Sonra İki Cihan Sultanı, sevginin menbâına karşı muhabbetim?

“Yâ Rab! Yardım et!..” diye yalvardım. Sen onu âlemlere rahmet olarak gönderdin. Mü’mine rahmet, kâfire rahmet, âleme rahmet... Yaralı kalbime rahmet. 

Bahçıvanım yetişti imdâdıma:

“Muhabbet aynasına bak, ne kadar benziyorsan o kadar muhabbetlisin!” dedi. 

Baktım:

Benim yaşantı tarzımla, o Sultanın yaşantısına. O yetim geldi, kırık kanatlı... Ben de yetimim, benim de kanadım kırık çünkü... 

Ben yetimim, kırığım... Gözyaşım bütün yetimlerin gözyaşına tercüman olsun. Şahidim, fem-i saâdetinden çıkan şu hadis olsun:

“Ümmetimin en büyük felâketleri benim içinde olmayışımdandır”

Yandım, ya Rasûlallâh! 

Yandım, ya Rabbi!..

Ağladım, ağladım. Biliyorum ki, gözyaşı rahmettir, şifâdır. Şifâ olsun diye yaralı gönlüme...

Ben ne kadar benziyorum? Yatış tarzım, konuşmam, insanlarla muâmelem ve en önemlisi sevdiklerime karşı vefâm!..

Hazret-i Âişe, Allah Rasûlü’nü ilk kez duhâ namazı kılarken görür ve hayatı boyunca bu namazı terk etmez! 

Meşhur Eyyub el-Ensârî, yedi ay Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i misafir ediyor, bir çok savaşlara katılıyor ve Peygamber Efendimiz’in sayısız iltifatlarına mazhar oluyor. Ve bir gün:

“İstanbul elbet fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan; onu fetheden asker ne güzel askerdir!” müjdesini duyunca, hem de iki defa, 90 yaşında İstanbul surlarının önüne geliyor. Ve bir hadîs-i şerîfin sınırlarına daha girebilmek, o sevgilinin sözünü bir kere daha tutabilmek için bu uğurda can veriyor. Ve cesedini askerlerin ulaşabildiği son noktaya gömdürüyor ki;

“Bu benim dostluğuma, aşkıma, vecdime, vefâma bir işaret olsun. Bu aşk meydanında at koşturmak isteyenler, buradan bayrağı alsınlar. Benim aşkım bayrağı buraya kadar getirdi, haydi siz de buradan alın, yüreğinizin gücü nereye kadar götürüyorsa, oraya kadar gidin!..”

Muhabbet itaati gerektirirse, itaat de vefâyı gerektirir. 

Allah cümlemizi Muhammedî muhabbete dalıp, itaat incilerini toplayan ve vefâ güneşiyle ısınarak ısıtan kullarından eylesin!

Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle