Özgürlük, Ama Hangi Yanımıza

Dün yine gazetede bir haber: “E.İ. kendini şeytana kurban verdi. Ailesinin olay hakkında hiçbir bilgisi yok.”

Gencecik güzel bir kızcağız; ama bakışlar solmuş, günlüğündeki satırlarsa vahşet saçıyor:

Bugün bir kedi kestim. Bu daha başlangıç. Dün tanıştığım çocuk, bugüne kadar yedi kedi öldürmüş, hayran oldum.” 

....

Ve benim buraya yazamayacağım korkunç fiiller. Evet bunları yazan gencecik güzel bir kızcağız, fakat kapıp kaçmışlar, tüm güzelliğini…

Peki soruyor musunuz, “Bu kızın anne-babası neredeydi?” diye?!.. 

Ben sorduğumda cevabı çok basit, lakin ızdırap verici buldum. Öyle değersiz şeyler uğruna bu canlar hebâ oluyor ki! Anne pembe dizilerin, güyâ eğitici “kadın programlarının”    -ki adı bile kaba- karşısında uyuşmuş ve annelik içgüdülerini yitirmiş; baba yorgun geçen gününü futbol maçları, haber programları önünde bitirmiş. Çocuksa bangır bangır müziklerle doldurulmuş kendine ait apayrı bir oda hayatında hayallere dalmış. Netice birbirinden kopmuş aile bireyleri.

Sallallâhü aleyhi ve selem Efendimiz, bu konuda nasıl yol gösteriyor, nasıl gerçekleri seriyor önümüze:

Her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra onu annesi-babası ya hristiyan, ya yahudî, ya da mecusî yapar.”

Anne-baba, çocuğa hiçbir şey vermeyince, çocuk işte böyle dinsiz, bilinçsiz kalıp satıveriyor her şeyini şeytana... Düsturları, “ruhunu şeytana sat, özgür kal!..”

Din, kalbin ayrılmaz parçası, koparıp alınca yerini mutlaka yeni bir inanç alıveriyor. Kainâtta boşluğa yer yok. Cenâb-ı Hak bildiriyor: 

“Biz insanı din fıtratı üzere yarattık.” (Rum, 30) âyet-i kerimesiyle... Peki insanlar böyle saf ve güzel bir fıtrat üzereyken, bu vahşet nasıl ortaya çıkıyor?

Cevabı “sat ruhunu, özgür kal”da gizli, “nefis kötülüğü (fücûru) ve iyiliği emreder” (Şems, 7)  âyet-i kerimesindeyse açık... 

Kur’ân-ı Kerîm elbette apaçık bir hidayet rehberi, ama kalbine günahların hançerini saplayıp da onu kör edenlere değil. Zira ya “nefsimiz”dir özgür kalan, ya da Cenâb-ı Hak’tan bizlere bir sır olarak üflenen (Hicr, 29) “ruhumuz”dur.

Yani insan, hem şerre, hem de hayra istidatlı yaratılmış! Tîn Sûresi’nde insanın varabileceği noktalar anlatılıyor: Ya “ahsen-i takvîm” (en güzel yaratılış), ya da “esfel-i sâfilîn” (alçaklardan daha alçak)... Bir hocamızın dediği gibi:  

İnsan, artı sonsuzla eksi sonsuz arasında gidip gelir, kızım!..”

Ve soruyorum bir toplumun düzeni ve refahı için, hayvandan daha aşağı (belhüm edall) bir merhaledeki, vahşî ve nefsanî temayüllerle yaşayan insana mı ihtiyaç vardır, yoksa mahlukatın en şereflisi en güzeli (eşref-i mahlukat) olarak yaşayan insana mı?

Dünya-âhiret denklemini iyi kurduğumuzda cevap çok açık. Dünyanın sonu ölümle başlayan bir âhiret hayatı. Yani sonsuz acı ya da sonsuz bir neş’e!

Bugün her birimiz kaybedilen gençlerden durumumuza göre derece derece mes’ûlüz. Bunun için önce ebeveynlere sesleniyorum:

Çocuklarınızı aslî fıtratları üzere merhametle yetiştirin. Televizyonlarla körelen kalplerinizle ulaşamazsınız çocuklarınıza. Onlara ulaşmanın yolu Kur’ân-ı Kerîm’den geçiyor:

“Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et!” (Nahl, 125) 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle