Keşakeş

“Bir demir dağı delip boynuna almak gibidir Her kişi âşık olurdu eğer âsân olsa…”

Güzelliğinin ne kadarını görebiliyor gözün? Gönlüm güzelliğinin sınırlarının farkında mı? Kişi ancak bildiği kadar görür; güzeli görmek için güzelliğin ne olduğunu bilmek gerek. Ben ne biliyorum ki?.. Gözlerinde iki orman serinliği… Tebessümün, denize vuran gün ışığı gibi yüzünde, ışıl ışıl. Alnında kıvrım kıvrım hüzün, taç olmuş nurdan. Ellerin kanatlanıyor âdetâ, rüzgarı yüreğime vuruyor. Yürüyorsun, güne dönen tutsak pervâneler gibi uzaktan bakıyoruz sana, gönlünün derinliklerine doğru kaçıp gitmek varken… Girdiğin her yapıda hayat doluyor dört duvar, çekiliyorsun şehirden suyu çekiliyor bitkilerin, kanı damarlarında donuyor şehrin, soluyor varlık. Şefkatle eğilince bir çocuk yüzüne, gözlerimiz doluyor, bu usul şefkat dokunuyor acıyan yaralarımıza. Geceleri susuyor, susuyorsun; bir fıskıyeden etrafa saçılan çisiltilerden nasipleniyoruz şükür ki… 

Güzelliğinden ne anlıyoruz ki? “Güzel gören, güzel düşünür; güzel düşünen hayatından zevk alır.” Seni göre göre düşüncelerimiz de şenleniyor, hayatımız da tatlanıyor, desem kabul buyurur musun, bu kırık dökük bakışlardan zuhûr eden, kırık dökük fikirleri, hayatları, lezzetleri?.. 

Sana layık değil pervanelerin… 

Bir de durup bu beyiti okudum yüzüne karşı; çılgın âşıklara has bir yürekle, aşkla şevkle, Kabe’ye bakar gibi ve tekrar tekrar:

“İsterim hüsnün gibi cevrine pâyân olmasın

Tek seni sevmek cihân halkına asân olmasın”

Dilerim güzelliğin gibi cevr-ü cefâna da sınır olmasın. Yeter ki, seni sevmek öyle herkese kolay gelmesin.

Konuşan, yalnız kalb olunca…

Korkuyla dilimi tuttum, ama içimdeki bedevî, çılgınca dönerek aynı beyiti söyledi, söyledi. Dua kabul edilirse bu sözler?.. Zirveden bir ak kar tanesinin koptuğunu hissettim ürpererek… Örtülerini başlarına çekip, kalblerine eğilerek uzaklaştı âşıklar. Tevekkül ve teslimiyetle… Kendi adıma konuşmalıydım, evet! Arkalarından seslendim: Bağışlayın hamlığımı! Aranızda olsaydım okuyabilirdim bu beyti, üzgünüm hey!.. Cevap yok, bir kıpırtı bile…

Kâzip ile sâdık, nev-heves ile âşık ayrılsın diye cevr-ü cefâ imtihanını başlatırsan, bahâsı can ile baş olan güzelliğinin perdesini aralarsın… Kim, kim kalır meydanda ey Sultân-ı zaman? 

Ey Bende-nüvâz, ey Bende-nüvâz! İşte ihtiyârı elden koyup, telaşla, ilticâyla koyuyorum başımı eşiğine: 

Ey Bende-nüvâz! Her hücremi bir âşık-ı şeydâna külbe-i ahzân kılıp, cümlesiyle inliyorum: 

Ey Bende-nüvâz, ey Bende-nüvâz, bizi gönlüne almakla sevindirmez misin?..

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle