Erihna, Ya Bilal!..

Ey inananlar!.. Namaz için ezan okunduğu zaman Allâh’ı anmaya koşun; alım-satımı bırakın; bilesiniz ki, bu sizin için daha hayırlıdır. (Cuma, 9)

İstanbul denildiği zaman, kulaklarımızı ezan sadâları doldurur. İstanbul ve ezan hep beraber anılır. Şâirlerin, üstadların ve seyyahların İstanbul’u yâd ettikleri yerlerde, âdetâ ezan sedâları da kalemlerinden yüreklerimize okunur. 

İstanbul ve ezan, hep hasret buğusunda tüter gönüllerde... Hele sabah ezanlarında sabâ makamının neşvesi, yüreklerini sızlatır. 

Ne yazık ki pek çoğumuz, o güzel lâhûtî nağmenin farkına varamadan günlerimizi tüketiriz de, gönüllerimizi bu mânevî hazza hasret bırakırız. Ezan seslerine ve İstanbul’a hasret bağrı yanık bir hanım şairimiz (İhsan Raif), duygularını şöyle dillendirir:

 

Senin sesin gün doğmadan tan yerine yükselir.

Tekkelerden, camilerden îmân aşkı ses verir.

Ey dinimin canlı sesi, ey mukaddes nurlu ses,

Ey hak sesi, insanlığı gürbüzleştir.

Kanlıları kardeş eyle, cihanları birleştir.

Ey ulu ses, ey ezan.

 

Bu mısralar, ezan sesine hasret kaldığı Paris’te dökülmüştür yüreğinden. Ezan sesinin duyulmadığı yerlerde ne kadar öksüz kalır rûhlar. “Ezan’a hasret kalmak ne demekmiş, nasıl olurmuş” o zaman anlaşılır. 

Gurbetteki kardeşlerimizin en büyük ızdıraplarından birisi de, sînesinde ezan yankılanmayan, gönüllerine sahip olamadıkları yavrularında gizlidir. Bu ayrılık ne acı, ne hazin; bu boşluk, ne doldurulmazdır. Gurbetten dönüşte içlerine doya doya çektikleri vatan kokusuyla bezenmiş ezan-ı Muhammedî sedâsıdır. 

* * *

Ezan sesleri sadece bu topraklarda yaşayan müslümanları değil; gayr-i müslimleri de etkilemiştir. 

Bir aralar Osmanlı donanma komutanlığı (Kaptan Paşa) görevinde bulunmuş olan Sir Adolphas Slade hâtıratında şunları anlatır:

“Akşam karanlığı çökünceye kadar aynı rotada seyrederek güneye doğru yol aldık. Nihayet gece bastırdı; deniz berraktı. Güverteden denizi ve göğü seyrediyor, sabahleyin başlaması muhtemel savaşın ne gibi sonuçlar doğuracağını tahmine çalışıyordum. Birden ilahî bir ses yükseldi:

“Allâhu Ekber! Allâhu Ekber!”

Bu sesler bir uçtan diğer uca doğru ufku ve semayı doldurdu. Bunlar donanmanın her gemisinin mizana direğine tırmanmış olan müezzinlerin okuduğu ezanlardı. Bu davet nerede olursa olsun, son derece duygulu ve güzeldi. Hayatımda ilk defa deniz üstünde rastladığım bu manzarayı unutmama imkan yoktur!” der. 

İbrahim Refik de “Gökler ötesinin lütuf ve azamet tecellîlerine, yerler nâmına şükran ve kulluğun ilânı mesâbesinde olan Ezan-ı Muhammedî’nin, bilemediğimiz bambaşka bir câzibesi, çekim gücü olması gerektiğini” söyler.

Doğunca anamızın kucağında, kulağımıza dalga dalga düşen ilk cemre de nuruyla bedenimizi ışıtan ezan-ı Muhammedîdir. İkinci cemre, diğer kulağımıza okunan kametle kavurur minicik bedenlerimizi ve “Unutma, ezan ile kamet arası kadardır bir ömür!.. Hesap ise mutlak.” der sanki.

* * *

Yine, Bilecik İstasyonunda gözyaşları içinde oğlunu cepheye uğurlayan:

“–Oğlum! Babanı Dimetoka’da, dayını Şıpka’da ağabeylerini de Çanakkale’de kaybettim. Git sen de git. Minâreler ezansız, camiler Kur’ân’sız kalacaksa sen de git!” derken, o îmân âbidesi annenin ezana olan aşkı dilinden ve ocağından salkım salkım dökülür. Ezana hasret yaşamak korkutur, bu yüce gönüllü insanı. Ciğerpâresine “sen de fedâ ol” derken, yüreğindeki haşyeti yavrucuğunu fedaya gizlemiştir.

* * *

Ezan ve İstanbul, âdetâ kutsallaşır gönlümüzde... İstanbul’u aşk dolu bir yürekle yaşamış vatanımın büyük insanlarının, sinelerinde ezan râyihaları boy vermiştir. 

Her zerresi can taşıyan, yaşayan gönüllere aşkı oluk oluk sunan bu şehir; her köşe başında göklere el açan minareleriyle duâya durmuştur. Yerin en güzel parçası, gizemiyle herkesi büyülerken, ezan sedâlarıyla gönüllerimize ılgıt ılgıt eser. Sinelerimize yudum yudum huzuru ve esenliği tattırır.

“Erihnâ yâ Bilal” (Ezan ile bizi ferahlandır!) buyururken Peygamber Efendimiz                -sallallâhu aleyhi ve sellem-, ezanın rûhumuza tesir edeceğini ümmetine muştulamaktadır. 

Dünyanın sıkıntılarıyla bunalan gönüllerimizin ezan sesi ile sükûn bulup, huzura kavuşacağını, Hazret-i Bilal ile bizlere haber veren Âlemlerin Sultanına sonsuz şükran borçluyuz.

Arif Nihat Asya’nın duâlarına âmin diyerek, yazımızı noktalayalım...

 

Biz kısık sesleriz, minâreleri

Sen ezansız bırakma Allâh’ım!

 

Ya çağır şurda bal yapanlarını

Ya kovansız bırakma Allâh’ım!

 

Mahyasız minareler… göğü de

Kehkeşansız bırakma Allâh’ım!

 

Müslümanlıkla yoğrulan yurdu

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle