Çocuk Ve Gençlerde Mükellefiyet

Mükellef, dînî emir ve yasaklarla sorumlu tutulan, düşünce, söz ve davranışlarına bir takım dünyevî-uhrevî, dînî-hukûkî sonuçlar bağlanan akıllı ve ergin (baliğ) olan insan demektir. 

Kur’ân-ı Kerîm’de yerin ve göğün taşımaktan çekindiği emâneti, insanın yüklendiği belirtilerek (El-Ahzâb, 72) diğer bütün mahlûkât arasında yalnız insanın “ehliyet ve sorumluluk” sahibi olduğuna işaret edilir. İnsanın dînî hitâba ehil olması, yâni mükellef tutulması sahip olduğu akıl, idrak ve iz’an sebebiyledir. 

* * *

İslâm hukûkuna göre; insan yaptığı bütün davranışların tek sorumlusu kabul edildiği buluğ çağına ulaşıncaya kadar, iki devreden geçer. 

Bunların ilki “temyizsiz çocukluk” dönemi denen ve doğumdan yedi yaşına kadar olan devredir. Bu dönemde çocuk, kendisinin lehinde olan bütün haklara sahiptir. Böylece kendisine mirastan düşen payın, vasiyetlerin ve vakıf ve nesepten doğan bütün hakların sahibidir. Ancak malını doğru bir şekilde kullanacak kadar akıl ve irade sahibi olmadığı için bu konuda yapmış olduğu davranışlardan sorumlu değildir. İbâdetlerden mükellef tutulmazlar. Yaptığı suçlardan dolayı kendisine hukûkî bir ceza uygulanmaz. Bu çağdaki çocuklarda yapılacak en mühim şey, çocuğun rûh ve beden sağlığını korumak ile fıtratını bozmamaktır. 

Çok küçük çocuklarda tesettür mecburiyeti de yoktur. Bunun sınırı dört yaşa kadardır. 

On yaşına kadar ise ağır avret sayılan yerler ile uylukların örtünmesi gerekir. 

Çocukların on yaşından sonra erkek olsun kız olsun örtünmesi gereken yerleri namazda ve namaz dışında buluğ çağına ulaşmış kimselerin avret yeri gibi sayılır. (Hamdi DÖNDÜREN, Âile İlmihali- Tesettür) 

* * *

Yedi yaş sınırından buluğ çağına kadar geçen ikinci dönem ise “Temyizli çocukluk” çağıdır. Bu çağdaki çocuklara “mümeyyiz çocuk” ismi verilir. 

Mümeyyiz çocuk da, hîbe ve sadakayı kabul gibi sadece lehine olan tasarruflarda ehliyet sahibi olsa bile; dînî görevlerle ve bedenî ibadetlerle dinen mükellef değildir. 

Ancak İslâm âlimleri mümeyyiz çocuğun iman ve ibadetlerinin -mükellef olmasa bile- sahih ve makbul olduğu görüşündedir. Yalnız buluğdan önce hac ibadeti yapılmışsa bu ibadet sahih olmakla birlikte, buluğ çağından itibaren tekrar hac yapması gerekir. Çünkü büluğ öncesindeki hac ibadeti, üzerinden hac farîzasını düşürmez. 

* * *

Bununla birlikte mükellef olma (büluğ) çağı gelmeden önce, çocuğun yaşı ve idrâkine göre dînî-ahlâkî hayata ve ibadetlere alıştırılması zarûrîdir. Hayatımızın her ânında örneğimiz olan Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in çocukları ibâdete, ahlak ve âdab kurallarına ve sosyal çevreye alıştırdığını görmekteyiz. Bu aynı zamanda Peygamberimiz’in bize de tavsiyesidir. Zîrâ bir hadîs-i şerifte “Çocuklarınıza yedi yaşlarına gelince namaz kılmalarını emredin, on yaşına gelince kılmazlarsa ikaz edin.” buyurmuşlardır. 

Mümeyyiz çocukların, ileride kolayca yerine getirebilmeleri ve oruç terbiyesini alabilmeleri için; oruç tutmaları da çok isabetli bir davranış olup âhirette mükâfata vesîle olur. Henüz 11 yaşında olan Zeyd b. Sabit, Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile beraber oruç tutmak için sahura kalktığını sahurdan sonra da birlikte namaz kıldıklarını haber verir. 

Başka bir rivayette Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in himâyesinde bulunan küçük Enes -radıyallâhu anh-, bazen oruç tutmak için Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile birlikte sahura kalktığını Nebi -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in isteği üzerine Zeyd b. Sabit’i de çağırdığını ve beraber yemek yediklerini anlatır. 

Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, çocukları hac ibadetine de alıştırmak için, bu mübârek yolculuklarında hep yanlarında çocuklar olur, onlara ayrı bir ihtimam gösterirlerdi. Kalabalıktan ezilmesinler diye çocukları ve yaşlıları ayrı olarak Mina’ya daha önceden gönderirdi. Kimilerini çoğu zaman devesinin terkisine bindirir ve ibadetlerini yapmalarına yardımcı olurdu. Abdullah b. Abbas der ki; 

“–Nebi -sallallâhu aleyhi ve sellem-, Arafat’tan Müzdelife’ye kadar Usâme’yi Müzdelife’den Mina’ya kadar da Fadl’ı terkisine bindirirdi.”

Allâh Rasûlü’nün hayatında, benzeri daha pek çok örneğini bulabileceğimiz bu konuda ihmalkarlık gösterilirse, buluğ çağına gelmiş çocuğun ibadet hayatına alışmasında ciddî problemler ortaya çıkabilir. 

* * *

İslam hukûkunda, ibâdetlerden evlenme ve boşanmaya kadar bütün hak ve vazifeler, büluğa bağlanmıştır. Biyolojik ergenlik demek olan büluğ, kişinin çocukluk döneminden çıkıp yetişkin insanlar grubuna katıldığı, hayatının önemli bir dönüm noktasıdır. 

Dokuz yaşını dolduran kız ve on iki yaşını dolduran erkek çocukları büluğ vaktine yaklaşmış demektir. Kendilerinde büluğ vaktinin biyolojik sonuçları görüldüğü andan itibaren, yaptıkları her ibadetin sevabını ve işledikleri her günahın cezasını üzerine almış olurlar. 

Eğer biyolojik gelişmeler gecikirse, müçtehitlerin çoğunluğuna göre, on beş yaşını doldurmuş her akıl sahibi erkek ve kız, ergin (bâliğ) kabul edilir. 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle