Tevbe Kapısına Yapışmak-1

Tevbe, insanın “kul” olduğunu idrak ve itiraf etmesinin en büyük işaretlerinden birisidir.

Tevbe, “Ben kulum, âcizim, hatalıyım; gördüğüm ve görmediğim, bildiğim ve bilmediğim, saydığım ve sayamadığım kadar çok eksik ve günahım var!” demektir.

Bir insanın, hangi mevki ve makamda olursa olsun, hatasız olması mümkün değildir. En büyük peygamberler, insan olmaları hasebiyle hep hata işlemişler ve bu “zelle”lerine karşı Allâh’a gözyaşı dökerek bağışlanmalarını talep etmişlerdir.

İnsanlığın atası Hazret-i Âdem, ilk insan, ilk peygamber de hata işlemiş, Allâh’ın emrine karşı gelmiştir. Ancak onu, şeytandan ayıran en büyük fark, hatasını fark eder etmez, itiraf etmiş, boynunu bükmüş ve Rabbinden bağışlanmasını niyaz etmiş olmasıdır. Kur’ân-ı Kerim’de pek çok peygamberin zellelerine, yani irâdî olmayan hatalarına işaret edilmiştir. Ve yine Kur’ân-ı Kerim’de bu peygamberlerin, hatalarını müteâkip yapmış oldukları tevbelere yer verilmiştir. O hâlde hatasız kul olmaz. En güzel hata, peşinden tevbe ve nedâmet gelen hatadır.

Peygamber Efendimiz de “günde yüz defa Cenâb-ı Hakk’a istiğfar ettiğini” haber vermiştir. Allah Teâlâ tarafından Peygamber Efendimiz’in gelmiş gelecek bütün günahlarının bağışlandığı bildirildiği hâlde, O’nun -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu kadar çok istiğfar etmesinin hikmeti, tevbe ve duânın insanın derecesini yükselten bir kemal vasfı olduğunu da ortaya koymaktadır.

Demek ki, “Ben ne hata yaptım ki? Benim hiçbir günahım yok!.. Ben, tertemizim!..” demek şeytandan, “Yâ Rabbi, bildiğim-bilmediğim bütün hata ve günahlarım için beni bağışla!..” demek ise, Rahman’dan…

İnsan, îman şerefine ermekle daha önceki bütün günahlarından temizlenmiş olur. Yani Kelime-i Şehâdet’i ilk defa telaffuz eden bir insan, müslüman olurken, kul hakkı hâriç, Allâh’a karşı işlemiş olduğu bütün günahlarını sıfırlamış olur. Ondan sonra işlediği her hata ve günah için “tevbe” etmesi, yani o günahının bağışlanması için samimiyetle pişmanlık duyması ve bir daha o hataya düşmemek için azami gayret göstermesi gerekir.

Tevbe sayesinde, kul hakkı hâriç bütün günahlar bağışlanır. Kul hakkı ise, ancak âhiret günündeki helâlleşmenin ardından silinmiş olur. Bu helâlleşme, hak sahiplerinin haksızlık yapan kimselerden haklarını alması şeklinde olur. Âhirette geçer akçe, dünyada yapılan iyilikler ve onların sevaplarıdır. Dolayısıyla pek çok insana haksızlık yapan kimseler, bunun bedelini, âhirete götürdükleri iyiliklerinden ödemeye başlarlar. Eğer kapısındaki alacaklılar bitmeden önce, hayır, hasenât ve sevapları biterse, bu sefer, alacaklıların günahını yüklenmeye başlar. Böyle kimseler için Peygamber Efendimiz, “âhiret müflisi” tâbirini kullanmıştır.

Kul hakkı dışındaki bütün haklar, Allah Teâlâ ile kulu arasındadır. Rabbimiz, dilerse adâleti ile muâmele eder ve kuluna hak ettiği cezayı verir. Dilerse, hata ve günahlarını bağışlayarak cennetine dâhil eder. Nâdir kullarına ise, yaptığı hata ve günahları da “iyilik ve hasenâta” tebdil ederek (çevirerek) öyle cennetini lutfeder.

O hâlde mü’minin vazifesi, öncelikle Rabbimizin karşısına kul hakkı ile çıkmamaya çalışmaktır. Sonra da “En Sevgili” ve üzerimizdeki “En çok Hak Sahibi” yüce varlık olan Allâh’ın huzurunda mahcub olmamak için hataları azaltıp hayır, hasenât, ibâdet ve tevbeleri arttırmaktır. Rabbim, huzuruna yüz akıyla tertemiz bir şekilde varan kulları arasına bizleri de dâhil eylesin. Âmin.

PAYLAŞ:                

Zahide Topcu

Zahide Topcu

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle