Hizmet Dertlilerinin Derdini Artır

Tefsir dersimiz, yaz aylarının başlaması ile tatile girince, bize ev sahipliği yapan vakfın görevlileri bir tablo hediye ettiler. Tabloda Osmanlıca olarak: “Hizmet dertlilerinin derdini artır, yâ Rabbi!” yazıyordu. Bu duânın, bir bedduâ mı yoksa hayır duâ mı olduğunu anlayamadım ve:

“-Allâh’ım!.. Derdim artar da ben derdin altında kalırsam, gücüm yetmezse, o zaman ne ederim?” diye epey düşünüp endişelendim. Cüssem kadar istesem, fazlasından çekinsem diye aklım bana akıl vermeye de kalktı.

Zaman, bana bu duânın çok yerinde ve çok hayırlı bir duâ olduğunu öğretti. Duâda, “hizmet dertlilerinin derdini artır” deniyordu; hizmet gibi bir endişesi olmayanların değil.

“Hizmet dertlisi” kavramı düşündürdü bu kez de… “Hizmetin dertlisi kimdir?”

En büyük hizmet dertlileri peygamberler… Halkın çilesini çekmek, Allah rızâsı için hayatları boyunca onları cehennem ateşinden korumak, dünya dertlerine merhem olmak için halkın içinde olmuşlar, dertleri ile dertlenmişler, onların zahmet ve yükünü çekmişler.

Ardından en büyük hizmet dertlileri sahâbîler. Çoğunluğu, baba ocağında, doğduğu memlekette rûhunu teslim etmemiş, insanlık için dünyanın dört bir tarafına dağılmış, gurbet ellerde vefat etmişler. “Anam, babam, canım, malım Sana fedâ olsun, yâ Rasûlâllah” diyerek aradan kendilerini, benliklerini, sevdiklerini kaldırmış, sadece Allah ve Rasûlü’nün rızâsını hedef alan bir hayat tarzına kendilerini adamışlar. Sıcak çorbaları, sırtlarında hırkaları olmamış belki, ama “altın nesil” olup, hizmetin nasıl ve hangi edeple yapılacağını bizlere göstermişler.

Ashâb-ı kirâmdan Abdullah İbni Abbas -radıyallâhu anhümâ-, Mescid-i Nebevî’de îtikafta iken dertli biri gelir yanına oturur.  Sorar İbni Abbas -radıyallâhu anhümâ-:

“-Seni sıkıntılı görüyorum, derdin nedir?” O da cevap verir:

“-Evet, çok dertliyim. Falancanın üzerimde velâ hakkı var. (Para karşılığında beni hürriyetime kavuşturdu.) Fakat şu kabirde yatan Peygamber hakkı için söylüyorum, üstlendiğim borcu ödeyecek gücüm yok!..” der.

İbni Abbas -radıyallâhu anhümâ-:

“-Onunla konuşmamı ister misin?” diye sorar adama... O da memnun olur.  İbni Abbas -radıyallâhu anhümâ- hemen ayakkabılarını giyer, mescidden çıkar. Adam:

“-Îtikâftasınız, çıkarsanız bütün îtikâfınız yanacak!..” diye seslense de İbni Abbas -radıyallâhu anhümâ-:

“-Biliyorum, ben şu kabirde yatan Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i işittim. O aramızdan ayrılalı çok geçmedi. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: «Kim bir din kardeşinin ihtiyacını gidermek için yürür ve sıkıntısını giderirse, bu yaptığı onun için on senelik îtikâftan daha hayırlıdır. Hâlbuki kim Allah Teâlâ’nın rızâsı için bir gün îtikâfa girerse Allah Teâlâ onunla cehennem ateşi arasında üç hendek koyar. Her bir hendeğin arası doğu ile batı arası kadar uzaktır.»” (Beyhakî, Şuab, III, 424-425)

Peygamberler ve ashâb-ı kirâmdan sonraki en büyük hizmet dertlileri Allah dostları, yani büyük velîler… Meselâ bir Ebu’l-Hasan Harakânî Hazretleri, bir Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî Hazretleri… Onlar, hayatlarının temeline Yaratan’dan ötürü bir insan sevgisini koymuşlar. İnsanların imanlarının kurtuluşuna vesile olmayı varlıklarının gâyesi olarak görmüşler.

Hâce Ubeydullah Ahrar (k.s) der ki:

“-Ben bu yolun feyzini, tasavvuf kitaplarından değil, halka hizmetten elde ettim. Herkesi bir yoldan götürürler. Bizi de hizmet yolundan götürdüler. Ben hizmette insan ayrımı yapmadım, hayır umduğum herkese hizmet ettim. Heri’deyken sabahları hamama gider ve Müslümanlara hamamda hizmet ederdim. Hizmette iyi veya kötü, beyaz veya siyah, kuvvetli veya zayıf farkı gözetmeden herkese hizmet ederdim. Hizmetime karşılık olarak kimse bana bir ücret vermesin diye, işimi bitirir bitirmez hemen hamamdan uzaklaşırdım.”

Kendi derdi ile hemhâl olup da, derdini büyük gören çok kişi görürüz. Bunlar can derdindedir, işleri güçleri kendileridir. En dertli onlardır, gayrisininki de dert midir?  Onların hastalıkları, oğlunun iş bulamaması, eşinin asabî oluşu, kayınvâlidesinin eziyetleri vb. Dertlerini düşüne düşüne zamanla depresyona, paranoya noktasına varan evhama uğradıklarını da görürüz. Çok zaman böylesi bir rahatsızlığı olup da bir çıkış yolu soran kişilere rastlarız. Hem de çok zaman…

Geçmişte Konya’da bir büyüğümüzden bahsetmişlerdi. Ciddi bir psikolojik rahatsızlığa yakalanmış. Gönlüne gelen bir ses ile sabah namazını kılmak için Şems-i Tebrîzî Câmii’ne yorula, dinlene kendini zor atmış. Burnuna namaz esnasında halıdan bir çöp yapışmış ve namaz boyunca da burnunda kalmış.  İşte o an kendi kendine şu kararı vermiş:

“-Bundan böyle daralsam da, bunalsam da akşama kadar bu câminin halılarını temizleyeceğim; süpürüp güzel koku sürüp camiyi havalandıracağım.”

Dediğini de yapmış. Câminin temizliği ile meşgul oldukça, halılarını süpürdükçe Allah da onun dertlerini süpürmüş, bitirmiş. Caminin çöpü ile dertlenmek, onun rahmeti olmuş; kendi derdi ile her dakika ilgilenmek ise onun musibeti ve en büyük imtihanı... Derdini düşündükçe derdi artıp çoğalırken, başkalarının dertleri ile ilgilendikçe mânevî bir huzur, îmânî bir neşe bulmaya başlamış.

Bu hâdiseden de anlıyoruz ki; hizmet dertlisi olmak, îmânî bir neşe, vecd ve rahmet pınarlarının coşmasına, kendi maddî-mânevî dertlerimizin de tükenip gitmesine sebep oluyor. Bu mevzuyu bize anlatan büyüğümüz şöyle demişti:

“-Hizmet edin evlâdım; hizmet edin ki, maddî, mânevî bütün dertleriniz yok olsun gitsin!..”

Bu misali her zaman anlatırım hanımlara, bir de şunu söylerim:

“-Depresyon gezip eğlenmekle, çayır çimen dolaşmakla, kısmen rahatlar. Çünkü bunlar, kısa süreli terapilerdir. Siz buyurun bir hastanın çamaşırlarını yıkayıverin, ihtiyaç sahibi çocukları bulup onların ihtiyaçlarını giderin. Bir dertlinin ihtiyacını gidermekle, hem gökteki meleklerin, hem yerdeki mazlumların rahmet duâsını alıp, Allâh’ın rahmet nazarına muhâtap oluruz.  Ummadığımız yerlerden yardımlar görürüz.”

Âyet-i kerîmelerde şöyle buyruluyor:

“…İyi işlerde birbirinizle yarışınız…” (el-Bakara, 148)

“Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği, doğruluğu emreder; kötülükten, fenalıktan meneder ve Allâh’a inanırsınız...” (Âl-i İmrân, 110)

Kâinâtın Efendisi, sevgili Peygamberimiz de hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

“İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, II, 8)

“Bir kavmin efendisi, onlara hizmet edendir.” (Deylemî, II, 324)

“İnsanların arasına karışan, onların ezâ ve cefâsına katlanan mü’min, insanların arasına girmeyen ve onların eziyetlerine katlanmayan mü’minden daha faziletlidir.” (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, II, 282)

Gerek Kur’ân-ı Kerîm, gerekse sünnet, bizi başkalarının derdine koşmaya çağırırken, bizim canımıza kastettiği için, bizim kötülüğümüzü istediği için bu dâveti yapmıyor. Aksine bu hizmet ufkuyla, ruhumuzun ve gönlümüzün yaralarının sarılmasını, dünya-âhiret saâdetine erişmemizi, ihtiyaç sahibi gönüllerden samimiyetle çıkan “Allah râzı olsun!” duâsına bağlayarak, huzurlu bir fert ve toplum hayatını hedefliyor. Hem biz, diğergâmlık ile nefsimizin benlik ve kibrinden kurtuluyoruz; hem de toplum, kendi içinde bir dayanışma rûhu oluşturmuş oluyor. Böylece bizim gönlümüzdeki yaralar da, toplumun yaraları ile birlikte sarılıyor.

* * *

Zaman olur kendimizle hemhâl oldukça, ibadetlerimizdeki aşkı, neşeyi kaybederiz. Hemen çıkmak lâzım evden, hemen dertli avına çıkmak lâzım!.. Onun derdine koşmak lâzım. Gaflet denen musibet, ancak Rabbin rızâsı ile kaldırılıyor, o da mazlûmun:

“-Allâh’ım, sen şu kulundan râzı ol!..” sözüne bağlı…

Müslüman dertlidir. Allâh’ın dinini anlatmak, dinin anlaşılmasına hizmet etmek, yaraları sarmak, acıları dindirmek, gözyaşlarını silmek, açları doyurmak… Derdi olmayan bir insandan hayır gelmez!... Ârifler:

“-Canı değerli olanın, dîni değersiz olur!..” demişler.

Yûnus Emre, yirmi yıl Tapduk’un dergâhının dış işlerini yaptı, odun taşıdı. Onun işi, odun taşımaktı, rahle başında tedris değil…  Yirmi yıl da dergâhın iç hizmetini gördü. Dervişler, Yûnus’u denemek için şunları söylediler:

“-Ey Yûnus, kırk yıldır bu kapıya hizmet edersin; ne bir kerâmetin var, ne faziletin!.. Ne olacak senin hâlin!..”

Üzüldü Yûnus…  Kendisiyle aynı zamanda dergâha gelen arkadaşlarının kimi hoca olmuş, dergâhtan gitmiş; kimi hacı olmuş, Kâbe’nin yolunu tutmuştu.

“-Ben hiçbir şey olamadım; odun taşımak, yanıma kâr kaldı.” diye hüzünlendi.

Odun taşımasının, dergâhın hizmetlerini görmesinin aslında onu büyük veli “Yûnus Emre” kıldığını sonradan öğrenir. Anlar ki, dervişlik, halka, dolayısı ile Hakk’a hizmetle mümkündür.

Vâkıa Sûresi’nde üç gruptan bahsedilir. Bunların ilki, “ashâbu’s-sâbikûn”dur. Yani öncüler… Bunlar, ne “ashâbu’l-meymeneh” gibi amel defterlerini sağ taraflarından almış, ama dünyadayken sadece cennet için çalışmış kimselerdir… Ne de “amel defterleri”ni sol taraftan alacak olan bedbahtlar, yani “ashâbu’l-meş’emeh”tir. Bu zümre, cehennemden korktuğu için gayret etmez ya da cennet nîmetlerini umduğu için… Tergîb (teşvik) ve terhîb (korkutma) bu zümreye yapılmaz. Bunlar, kıyamet kopsa korkmazlar da, Allâh’ın rızâsını, muhabbetini kaybetmekten ya da ilâhî ikab ve gazaba uğramaktan ödleri kopar, akılları çıkar. Bütün hizmet dertlilerinin gâyesi, işte bu “ashâbu’s-sâbikûn”dan olabilmektir.

“-Ne cennet arzusu, ne cehennem korkusu… Ben, sadece Seni isterim yâ Rabbî!..” diyen zümre, gerçek hizmet dertlilerinin zümresi olsa gerektir.

Hâce Ubeydullah Ahrâr -kuddîse sirruh- hizmetin, ibadetler içindeki sevap ve yerini şöyle ifade etmiştir:

“-Hâcegân yolunda (Nakşibendî terbiye sisteminde), içinde bulunulan vaktin îcabı neyse ona göre davranılır. Şahsî zikir ve murâkabe, ancak müslümanlara hizmet edecek bir durum olmadığı zaman yapılır. Gönül almaya vesîle olacak bir hizmet, zikir ve murakabeden önce gelir. Bazıları nâfile ibadetlerle uğraşmanın, hizmetten üstün olduğunu zannederler. Hâlbuki gönül feyzini temin eden şey, Allah için başkalarına hizmet etmektir.”

Abdurrahman-ı Tâhî Hazretleri de şöyle buyurur:

“-Nisbet (mânevî feyiz ve yardım) hizmete göredir. Hizmetteki ilâhî rahmet hiçbir şeyde yoktur. İbadet için evine kapanıp halkın hizmetinden kaçan kimse, pek çok hayırdan mahrum kalır. Sadece zikirle yetinmek olmaz. Mal ve can ile Allah yolunda cihad ve gayret etmek gerekir.”

Nakşibendî yolunun pîri Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, bu yolun usûl ve meşrebini şöyle tarif etmiştir:

“-Bizim usûlümüz, halkın içinde, Cenâb-ı Hak ile beraber olmaktır. Yolumuz, sohbet ve halka hizmet yoludur. Halktan kaçmakta şöhret, şöhrette âfet vardır. Hayır, halkın içinde bulunup herkese Allah rızâsı için hizmet etmektedir.”

* * *

Hizmetin en büyük kerâmeti, insanı, Allah Teâlâ’nın sevgi ve yardımına mazhar etmesidir. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurmuşlardır ki:

“Bir kul, din kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah da onun yardımında olur.” (Müslim, Zikir, 37-38)

Ashâb-ı kirâmdan bir kısmı, Peygamber Efendimiz’e bir arkadaşlarını överler:

“-Her nereye gidersek gidelim, oradan ayrılana kadar namaz kılar, Kur’ân okur, ibâdet eder. Eminiz ki, onun mertebesi hepimizden daha büyüktür.”

Peygamber Efendimiz ashâbına sorar:

“-O ibadet ederken onun işlerini kimler görüyor?”

Ashâb-ı kirâm cevap verir:

“-Bizler görüyoruz, efendim.”

“-O zaman…” der Efendimiz, “Sizin sevabınız, bereketiniz onunkini aştı geçti!..”

* * *

Bir atasözü vardır:

“-Baba, himmet!..”

“-Evlat, gayret!..”

Oğul, babasından yardım ister, babası da ona: “Gayret ve azimle hizmet edesin ki, yardım kapıları açılsın!” diye nasihat eder.

Himmet, kâmil velilere emanet edilmiş ilâhî bir nûrdur. O nûr ile yol alır, hak yolcularını terbiye ve takviye ederler. Himmet, Allâh’ın bir rahmetidir...

Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, Abdullah-ı Dehlevî’ye evlât olmak isteyince, Abdullah-ı Dehlevî önce Hâlid’e dergâhın abdesthanelerini temizletmiş. İlmi cihanı tutmuş olan Hâlid, hiç itiraz etmeden bu görevi yerine getirince himmete mazhar olmuş.

* * *

Hizmetle kişi, büyük yardımlara mazhar olur. Gerçekten harika eserler verir, harika irşadlar yapar, tanınır, sevilir. İşte tam o anda “hizmetin imtihanı” devreye girer. Kişi, yaptığı bu hizmetlerin karşılığını alamamaktan, lâyık olduğu şekilde kendisine davranılmadığından, hâlbuki hizmetleri ile insanlara çok faydası dokunduğu için kendisini el üstünde tutmaları gerektiğinden dem vurmaya başlar. Şeytan, insanın gönlüne bunları fısıldarken nefsi de susmaz tabiî ki… Bu iş, sadece şeytanın işi olmakla kalmaz. Nefsin de şeytanın sözüne ayak uydurduğunu, hizmet ehlinin hâlini değiştirmesi ile, sağda-solda konuşmaya başlaması ile anlayıveririz. Hizmetin “hasbî” mi, “hesâbî” mi yapıldığı imtihanı, işte o an başlar. Şimdiye kadar kazandıkları, aslında kendisinin mârifeti değil, Allâh’ın ihsânı ve yardımı iken enâniyetini devreye soktuğu için kaybedecek gibi olur. O bülbül gibi konuşan dili konuşamaz, kalbî yazılar yazan kalemi, oynamaz olur. “Hizmetin himmeti” ağzımızdan çıkan boş bir lakırdı ile uçar gider. Küpü küp üstüne koymuşsundur, alttan birini çekiverdiğin için üstekilerin hepsi de dökülür gider.

Hizmet ehlinin en büyük edebi, hizmeti hasbî yapmak, büyüklerin himmetlerinden ayrılmayı, ölmeye eş tutmak; mârifeti kendinden değil de Allah’tan bilmektir. Kim durur bu hizmet yiğidinin karşısında!.. Onun elini tutan Allah’tır.

Rivayete göre Hazret-i Mevlânâ’ya hizmet eden bir genç derviş varmış. Mevlânâ, etrafında hizmet edenlere teşekkür ettiği hâlde, bu gence bir sözlü mukâbelede bulunmaz, gence hiç iltifat etmezmiş. Hazret-i Mevlânâ’ya nazı geçenlerden biri: 

“-Efendim, biz görüyoruz ki, bu genç, hem sizin, hem de etrafın hizmetlerini siz söylemediğiniz hâlde, canla-başla yerine getiriyor. Siz buna rağmen o gence bir iltifatta bulunup teşekkür etmiyorsunuz. Bunun sebebi nedir?”

Hazret-i Mevlânâ şu cevabı vermiş: 

“-O bahsettiğiniz genç, öyle ihlâsla, Allah için hizmet eder ki, âhirette alacağı yüksek derece ve mevkiye bir eksiklik gelmesin, yaptığı işlerin karşılığını Allah’tan alsın diye gönlümden geçen teşekkürü lisânıma dökmüyorum, onun ecrinin tamamını Allah versin.”

Rabbimiz, içine nefs ve şeytanın sızmadığı, bu hasbî hizmetlerden bizlere de nasip etsin. Kendisinden başka kimseden korkmayan ve rızâsı dışında hiçbir şey talep etmeyen, râzı olduğu ve kendisinden râzı ettiği kullar arasına bizleri de dâhil eylesin. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle