Kader Ve Teslîmiyet Ufkunda Âkıbetmiz Hayrola

Îman, insan hayatını mutlu ve huzurlu kılacak yegâne mânevî gıdâdır. Îman, rûha sükûnet ve güven verir, onu itmi’nâna eriştirir. İnsanı hayat boyu sâkin ve kararlı kılar. Îman, insana selâmet ve şeref bahşeden büyük bir güç merkezidir. Îman, çiçek gibidir. Kokusunu içinde saklamaz. Çiçeğin kokusu etrafa yayıldığı gibi, îman da içe dönük, gizli-saklı değildir. İnsan davranışlarındaki mükemmellik, îmânın dışa yansımasıdır. Îmanlı gönüller, çevrelerine hep huzur, mutluluk ve pozitif enerji dağıtırlar.

Îman, harekete geçmeyen iyi niyetlerden ibaret değildir. Îman olmadan elde edilen neticeler, Hak’tan uzak ve şeytânîdir.

Her insan, adına “ömür” denen dünya hayatında, kendi hissesine isabet ettiği kadarıyla nefes alıp verirken, îman ile imtihan arasındaki münâsebeti kavramak durumundadır. Aksi hüsrandır.

Allah Teâlâ’ya ibadet etmek için yaratılan insanın önünde, âhiretteki ebedî saâdetini kazanmak adına, ömründen başka sermayesi yoktur. Dünya, herkesin belirli süre ağırlandığı bir misâfirhâne durumundadır. İnsanın dünyadaki tek hedefi, âhireti kazanmaktır. Îman, mes’ûliyet ve sorumluluk ister. Aynı zamanda îman, amel etmeyi de beraberinde getirir. Ameller ise, kâinâtın yüce Rabbine kuru kuruya takdim edilemez. Kul, kıyâmet günü Rabbine sunacağı amelleri, sâlih bir vasfa büründürmelidir; yani ihlâs ve samimiyetle amel işlemelidir. Böylesi hâlden, mü’min iki dünyada da kârlı çıkar.

İnsan hayat denen dünya yolculuğunda, iyi-kötü, güzel-çirkin birçok hâdiseyle karşılaşabilir. Başına istenmedik türlü hâdiseler gelebilir. Elbette ki, huzur ve mutluluklar hayatımızın tamamına hâkim olmaz. Üzüntü, sıkıntı, dert, keder, belâ, musibet, çile, ıztırap hep insan içindir. Aksilikler, geçimsizlikler, eksiklikler, iflaslar, hastalıklar, kazalar, ölümler, tabiî âfetler, salgın hastalıklar… Hepsi insanlar için birer imtihan sebebidir. İnsan bunlarla imtihan edilmeseydi, herkes doğruca Cennet’e giderdi. Cennet o kadar ucuz değildir; onun muhakkak bir bedeli vardır. Bu sebeple Cennet’in etrafı nefsin hoşlanmadığı şeylerle, Cehennem’in etrafı ise, nefsimizin hoşuna giden şeylerle çevrilidir. Nitekim Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtu vesselâm-:

“Cennet zorluklarla; Cehennem ise aşırı arzularla çevrilmiştir.” buyurmuşlardır. (Müslim, Cennet, 1)

Sabırla zorluklara tahammül gerektir. Şüphesiz hak ve hakîkate sarılmak zordur. Hak ve hakîkati engelleyen pek çok çeldirici vardır. Nefsin bitmek bilmeyen arzuları, şeytanın kurduğu tuzaklar, toplumun menfî telkinleri, azgınların zulmü, zâlimlerin adâletsizliği, hep insanların yenmesi gereken zorluklardır. Bilinmelidir ki, her zorluk ancak îmanla aşılır. Îman her zoru kolay kılar. Çünkü bu dünya hayatı yalnızca imtihandan ibârettir. Böylesi önemli ve hayatî imtihanı kaybetmeyi kim ister?

Dünyaya gelen her insan, kendine âit kader çizgisinde yürürken muhakkak bazı şeylerle imtihan edilecektir. Bu değişmeyen ilâhî bir gerçektir. Belâ, sıkıntı ve musîbet gibi görünen şeyler, bizim denenmemiz için mutlak olması gereken hâdiselerdir. Mâhiyetini bilemediğimiz kutsî bir âlemde, bizim için olması gereken şeyler, vakti saati gelince kişilerin kaderleri çerçevesinde cereyan eder. Buna kimse engel olamaz. Kişiye düşen, hâdiseleri doğru okumak ve ona göre tavır sergilemektir. İşte kul tam burada imtihan edildiği gerçeğiyle yüz yüzedir. Zaten hayatın bütünü, tamı tamına imtihandan ibarettir. Ama bazı hâdiseler vardır ki, kişiye özeldir. Eğer kişi bunu güzel değerlendirebilirse, bire on yahut daha fazla olabilecek kârla bu işi savuşturabilir. Yeter ki hadiseler, imtihan şuuruyla değerlendirilebilsin.

Îmanlı insan, karşılaştığı olumsuz gibi görünen, aslında bir tür ilâhî tecellî olan hâdiseler karşısında; sabır, tevekkül, teslîmiyet, rızâ ve şükür ile muâmele eder. Şer gibi görünen menfî hâdiseler, kulu Rabbine daha çok yaklaştırması hasebiyle, yüce Yaratıcı’nın kişiye gönderdiği özel hayırlara dönüşür. Çünkü ilâhî hesapta aslâ şer yoktur. Allah Teâlâ kulunu, kötülüklerden ve kötülerden korur.

“Muhakkak ki Allah, îmân edenleri korur…” (el-Hac, 38)

İş o ki kul, Rabbine yönelsin. Kadere râzı olma noktasında tevekkül edip, teslîmiyet göstersin. Kul îmânıyla her türlü kötülükten kurtulur, korunur. Eğer böyle düşünmüyorsa, kişinin îmânı eksiktir. Zaten kulun üstünlüğü îmânı kadardır. “…Eğer inanmışsanız, en üstün sizsiniz.” (Âl-i İmrân, 139) ilâhî gerçeği, mü’minler içindir.

Acı, sıkıntı, üzüntü; inansın inanmasın, herkes için kaçınılmazdır. İnanan kişilerin elem ve sıkıntıları, dünya sonrası âhiret hayatında, sevince dönüşecektir. Ama inanmayanlar, ve münâfıklar, hesap verecekleri öbür âlemde sevinç yüzü göremeyeceklerdir.

“İnanmayan kişi âhirette ateşle imtihan edilir. Bu iki imtihânın en büyüğüdür. Şâyet o inanmayan kişi, dünyanın azâbından, musibetlerinden, Allah ve Rasûlü’ne tâbî olmayıp isyan edenlerin başına gelen cezâdan kurtulsa da, bu dünyada berzahta ve kıyâmette herkes için olacak mihnet ve meşakkatten kurtulamaz.

Ancak mü’minin mihnet ve belâsı daha hafif ve kolay olur. Çünkü Allah, mü’minden îmânı sebebiyle belâyı uzaklaştırır. Ve onu sabır, sebat, rızâ ve teslîmiyet gibi vasıflarla rızıklandırarak onun sıkıntılarını basitleştirir.”[1]

Şöyle bir kıssa anlatılır:

Yıllar önce bir çiftçi, fırtınası bol olan bir tepede bir çiftlik satın almıştı. Yerleştikten sonra ilk işi bir yardımcı aramak oldu. Ama ne yakındaki köylerden ne de uzaktakilerden kimse onun çiftliğinde çalışmak istemiyordu. Müracaat edenlerin hepsi çiftliğin yerini görünce çalışmaktan vazgeçiyor:

“-Burası fırtınalıdır, siz de vazgeçseniz iyi olur!” diyorlardı.

Nihâyet çelimsiz, orta yaşı geçkince bir adam işi kabul etti. Çiftlik sahibi, adamın hâline bakıp:

“-Çiftlik işlerinden anlar mısın?” diye sormadan edemedi.

“-Sayılır.” dedi adam, “Fırtına çıktığında uyuyabilirim.”

Bu ilgisiz sözü biraz düşündü, sonra boş verip, çaresiz, adamı işe aldı. Haftalar geçtikçe adamın çiftlik işlerini düzenli olarak yürüttüğünü görünce içi rahatladı.

Tâ ki o fırtınaya kadar: Gece yarısı, fırtınanın o müthiş uğultusuyla uyandı. Öyle ki, bina çatırdıyordu. Yatağından fırladı, adamın odasına koştu;

“-Kalk, kalk! Fırtına çıktı. Her şey uçmadan yapabileceklerimizi yapalım.”

Adam yatağından bile doğrulmadan mırıldandı:

“-Boş verin efendim, gidin yatın. İşe girerken ben size fırtına çıktığında uyuyabilirim demiştim ya.”

Çiftçi, adamın rahatlığına çıldırmıştı. Ertesi sabah ilk işi onu kovmak olacaktı, ama şimdi fırtınaya bir çare bulmak gerekiyordu. Dışarı çıktı, saman balyalarına koştu: Aaa! Saman balyaları birleştirilmiş, üzeri muşamba ile örtülmüş, sıkıca bağlanmıştı. Ahıra koştu. İneklerin tamamı bahçeden ahıra sokulmuş, ahırın kapısı desteklenmişti. Tekrar evine yöneldi; evin kepenklerinin tamamı kapatılmıştı. Çiftçi rahatlamış bir hâlde odasına döndü, yatağına yattı. Fırtına uğuldamaya devam ediyordu. Gülümsedi ve gözlerini kapatırken mırıldandı: “Fırtına çıktığında uyuyabilirim.”

Kıssadan hisse misâli; olabilecek dert ve problemlere, sıkıntılara maddî olarak tedbirler almalı, aklen plânlamalar yapmalı, mânen de duâlar edilmelidir. Şayet böyle yapılırsa, fırtınada bile rahatça uyunabilir.

Bilindiği üzere geçen seneden bu yana bütün insanlığın başında Corona Virüs denen salgın bir hastalık var. Gözle dahî görünmeyen küçücük bir virüs, insanları pek çok sıkıntıya dûçâr kıldı. İnsanlar bu salgın hastalık sebebiyle, rûhî sıkıntılara girdiler. Bilindiği üzere bedenî hastalıkların iyileşmesi için tedbîren ilaç ve diğer tedâvi metotları uygulanır. Fakat aslolan, kişinin moral-motivasyonunun ve ruh sağlığının bozulmamasıdır. Tabî, bunun için de sağlıklı beslenme, spor ve iyi bir uyku düzeni gerekli deniyor. Ama ihmal edilen, moral-motivasyonun asıl kaynağının ne olduğudur.

Şurası bir gerçek ki, bütün insanların moral-motivasyon kaynağı dindir, îmandır, Hazret-i Kur’ân’dır. Kalplerin şifâsı Kur’ân-ı Azîmüşşân’dır.

“Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana şifâ, inananlara doğruyu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir.” (Yûnus, 57) âyet-i kerîmesinde ve diğer âyetlerde bu husus açıkça ifade buyrulur. Bilhassa sesli olarak okunan Kur’ân, insan bedenini ve rûhunu huzura kavuşturan, sükûna eriştiren ilâhî bir iksirdir.

Son iki senedir insanlar, gözle görünmeyen, minicik bir virüs sebebiyle bir korku, ümitsizlik ve moral bozukluğuna düştüler. Bu, inanç eksikliğidir. Yukarıda belirttiğimiz üzere mü’min insan, bu salgın hastalık için yapılması gerekli tedbirleri alır, sonra tevekkül eder.

Neticede bu virüs, insanı sadece ve sadece, Allah Teâlâ’nın bizim için takdir ettiği kadere ulaştırır, başkasına değil. O hâlde müslümanlar, yalnızca kâinâtın Mutlak Hâkimi’ne bağlanıp yalnızca O’na güvenmelidirler. İnsanlara isâbet edecek zararı, Allah -azze ve celle-’den başkası gideremez. Cenâb-ı Hak, bizim sahibimizdir. Bizim için en güzel takdir, O’nundur. Ölümse ölüm, yaşamaksa yaşamak… Her şeyin hayırlısı neyse, o gelir başa. Hem sonra Necip Fazıl Üstad ne der:

“Ölüm güzel şey, budur perde arkasından haber…

Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber…”

Rabbimiz’den gelen menfî veya müspet görünen her şey, onun bir imtihan olduğunu bilip sabırla, şükürle karşılamasını bilen mü’minler için hayırlıdır.

Ayrıca unutulmasın ki, hiçbir problem ve sıkıntı devamlı değildir. Her zorluğun neticesinde kolaylıklar ihsân olunur. Her karanlık gecenin, aydınlık bir sabahı vardır. Bugünler de bitecek, güzel günler yine gelecek, inşâallah.

Evet, bu sıkıntıdan dolayı pek çok kayıplar yaşandı, ama şükredecek şeylerimiz var hamd olsun. Elimiz-ayağımız var, yiyecek ekmeğimiz var. Karantina günlerimiz oldu, ama o günlerde bolca ibadetler yapıp şimdiye kadar yakınlaşamadığımız yüce Yaratıcı’mızla daha bir yakınlaşma huzûrunu yaşadık. O’na olan bağımız kuvvetlendi, belki de kabir karanlığını aydınlatacak ameller biriktirdik.

Çocuklarımızı yetiştirme çabalarımız arttı. Uzun süredir görüşmediğimiz yakınlarımızla sanal da olsa görüşme imkânlarımız oldu. Neticede kendimiz adına, pek çok güzel sermâyeler elde etmiş olduk. Ne mutlu!

Meseleye güzel tarafından bakmak, bizi moralli kılar.

Rabb’im bu sıkıntılı süreçten insanlık âilesi olarak ders çıkarabilmeyi, karşılaştığımız hâdiseleri kader ve teslîmiyet anlayışıyla değerlendirebilmeyi nasip etsin, inşâallah.

Âkıbetimiz hayrola…

 

[1] İbni Kayyım el-Cevziyye, İmtihânın Hikmeti, İstanbul, 2006, sh. 48.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle