Hazret-İ Ümmü Gülsüm Binti Ali -Radıyallâhu Anhâ-

Peygamber Efendimiz’in ikinci kız torunu olan Ümmü Gülsüm binti Ali, Medîne’de dünyaya geldi. Annesi, Peygamberimiz’in “ümmü ebîhâ: babasının annesi” diye hitap ettiği sevgili kızı Hazret-i Fâtıma’dır. Babası, “Allâh’ın arslanı” diye tanınan Haydar-ı Kerrâr Hazret-i Ali’dir.

Hasan, Hüseyin ve Muhsin’den sonra doğan Ümmü Gülsüm, mutlu yuvanın ilk kız çocuğu olmuştur. Nübüvvet bahçesinin güllerinden biri olarak dünyaya gözlerini açan Ümmü Gülsüm’ün adını Rasul-i Ekrem Efendimiz koymuştur.

Vefat eden teyzelerinin adının yaşatılması niyetiyle Hazret-i Fâtıma Annemiz, kız kardeşlerinden birinin adının verilmesini istiyordu. Babacığına bu konuyu arz etti ve Peygamberimiz de bu istek üzerine torununa Ümmü Gülsüm adını verdi.

Hayatının baharında, önce dedesinin, sonra annesinin vefâtı ile büyük bir üzüntüye gark oldu. Hazret-i Ali Efendimiz, onun öksüzlük acısını unutturmak için elinden geleni yapmış; anne şefkat, sevgi ve sıcaklığını göstermek için çok gayret sarf etmişti.

Hazret-i Ali Efendimiz, Ümmü Gülsüm Vâlidemiz’in bilgi, beceri, sevgi ve muhabbet dolu biri olarak yetişmesi için de seferber olmuştu. Güzel ahlâkı, yaşına göre olgunluğu ve sahip olduğu diğer fazîletler yakınlarının da dikkatini çekiyordu.

Yaş itibariyle küçük olmasına rağmen kendisiyle evlenme teklifleri gelmeye başlamıştı. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- o dönemde mü’minlerin emiri idi. İki Cihan Güneşi Efendimiz’e kızı Hazret-i Hafsa’yı vererek yakın akraba olmuştu. Fakat bir arzusu daha vardı ki, Peygamberimiz’e neseben de akraba olmak istiyordu. Rasûl-i Ekrem Efendimiz hayatta iken bu isteğini gerçekleştirememişti.

Halife olduğunda bir gün Hazret-i Ali’ye:

“-Yâ Ali! Ümmü Gülsüm’ü bana nikâhla!” dedi. O da:

“-Yaşı küçüktür.” diye mazeret gösterdi.

Hazret-i Ömer ise teklifinde ısrar etti ve:

“-Yâ Ali! Benim bu evliliği istemekteki maksadım, Peygamber soyuna katılmaktan başka bir şey değildir. Allâh’a yemin olsun ki, onun sohbetini benim kadar arzulayan dünyada hiç kimse yoktur.” dedi.

Hazret-i Ali Efendimiz, düşünceli bir vaziyette evine geldi. Durumu kızıyla istişâre etti ve onun da rızâsıyla Ümmü Gülsüm’ü Hazret-i Ömer’e nikâhladı.

Bu evlilikten Zeyd adında bir erkek ve Rukıyye adında bir kız çocukları oldu. Bir anne olarak o, yavrularının yetişmesi konusunda çok titiz davrandı. Kendileri gibi sağlam bir îmâna, ahlâka, kuvvetli görüş ve kişiliğe sahip olmaları için gayret etti. Onları son derece mütevâzı, fakat hakkı söyleme konusunda atak ve cesur davranmak gibi özelliklere sahip olarak yetiştirdi.

Zeyd annesiyle aynı gün vefat etti. Rukıyye ise, İbrâhim b. Nuaym b. Abdullah en-Nehhâm ile evlendi.

Hazret-i Ömer’in vefatından sonra Ümmü Gülsüm, babasının isteğiyle, amcası Câfer’in oğlu Avn ile evlendi. Ümmü Gülsüm, Avn’ın ölümünün ardından onun kardeşi Muhammed ile, Muhammed’in vefâtından sonra ise yine Cafer’in oğlu Abdullah’la evlendi, ancak bu evliliklerinden çocuğu olmadı.

Ömrünün son demlerini Medîne-i Münevvere’de geçiren Ümmü Gülsüm Vâlidemiz, büyük bir teslîmiyetle fânî dünyaya gözlerini kaparken, kendisine saâdetli bir hayatın kapısı açılmış bulunuyordu. Cenâze namazını Abdullah ibni Ömer kıldırdı.

Cenâb-ı Hak’tan muhtereme Vâlidemiz’in şefaatlerine nâil olmayı niyâz ederiz.

 

Faydalanılan Kaynaklar: TDV İslam Ansiklopedisi; Mustafa Eriş, Peygamberimiz’in Kızları ve Kız Torunları, İstanbul, 2019, sh. 108-114; Mehmed Emre, Büyük İslâm Kadınları ve Hanım Sahâbeler, İstanbul, 2019, sh. 148-149.

 

HAZRET-İ RUKIYYE BİNTİ ALİ

-radıyallâhu anhâ-

 

Peygamber Efendimiz’in dördüncü kız torunu olan Rukıyye binti Ali, Fâtıma Vâlidemiz’in kız olarak üçüncü goncasıdır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in soyundan olması hasebiyle “Sitti” ve “Seyyide” unvanları, isminin başında anılagelmiştir.

Rukıyye Vâlidemiz, kemâl ve kerâmet sahibi, duâsı müstecab bir kimse idi. Bir defasında Medîne-i Münevvere’den gelirken Yezid’in adamlarından biri onu öldürmek kasdıyla üzerine doğru saldırdı.

İki Cihan Güneşi Efendimiz’in sevgili torunu Rukıyye bu kişinin şerrinden derhal Allâh’a sığındı. O’nun ilticâsı üzerine Rabbimiz’in kahrı, o kimsenin üzerine harekete geçti ve o zâlimi orada helâk etti. Rukıyye’yi öldürmek için kalkan eli havadan inmeden canı boğazından çıktı.

Büluğ çağına ermeden rûhunu Rabbine teslim eden Rukıyye Vâlidemiz’in kabri Mısır’dadır. Vâlidemiz’in şefaatlerini Rabbimiz’den niyâz ederiz.

 

Faydalanılan Kaynaklar: Mustafa Eriş, Peygamberimiz’in Kızları ve Kız Torunları, İstanbul, 2019, sh. 119; Mehmed Emre, Büyük İslâm Kadınları ve Hanım Sahabeler, İstanbul, 2019, sh. 149.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle