Arayış

“Bir ateşim; yanarım, külüm yok, dumanım yok.

Sen yoksan zamanım belli değil, mekânım yok.

Fırtınalar içinde beni yalnız bırakma.

Benim senden başka sığıncak limanım yok!”[1]

Yapılan en ulvî yolculuktur arayış. İnsan hayatı arayışlarla doludur ve bulmak için aramak gerekir. Bulanlar, sadece arayanlar değildir aslında… Çünkü, herkes arar bir cevap, bir hakikat, bir mânâ… Bulanlar, arayış içinde olduklarının farkında olanlardır.

Hayattan beklentilerini sorgulayıp ümitsizlik içinde, nereye gideceğini bilmeden, sermestî arayışların neticesi beyhûde yorgunluklardır. Hayatın bizden ne beklediği sorusunun cevâbına uygun bir arayış ise, eşsiz bir huzur vesîlesidir. Var oluş sebebini kafasına takanların, kâinâta kalbi ile bakanların, ezkârına efkâr katanların, kestirmeden gidecekleri bir yolları yoktur. Onlar, uzun yolların yorgun yolcularıdır. Öyle ki, ömürleri ne kadar olursa olsun en fazla onlar yaşarlar.

Bir tesellî bâbında, Hâfız-ı Şîrâzî, ümitvar olmanın ehemmiyetine dikkat çekiyor ve diyor ki:

“Konak yeri tehlikeli, varış yeri çok mu uzak?

Sonu gelmeyecek bir yol yoktur, üzülme!

Yitirme ümidini, bilmiyorsun gayb sırlarını…

Ey gamlı gönül, üzülme!

Bir gün döner hüzünler kulübesi, gül bahçesine…”

Eksiklerine nezâret eden bir gardiyan misâli, sabırla, şikâyet etmeden, bahaneleri gayrete dönüştürecek bir arzuyla, fikri ihtizâza getirecek bir aşkla, yola düşmek gerekir. Esâsen ümidin kesildiği yerde, nefesin de kesileceği âşikârdır. Hiçbir emeği zâyî etmeyecek kadar da hassastır, terazi… Gâye, zerrede Güneş’i görmek arzusu olunca; yol hizasında, insan da o yolun kıvamında ömürlük bir yolculuğa çıkar. Katrede ummânı görmek arzusu, büyük bir bahtiyarlık nişanesidir. Muhakkak ki zahmetsiz ve külfetsiz bir yolculuk yoktur. Atılan her adımda çekilen her ıztırap, gönül bahçemizde boy veren nâzenin güllerin ibâresi olan, dikenlerin acısıdır. Ayağa değen her taş ise, çamura bulanmamak için yola koyulmuş basamaklardır.

“Hor musun, zayıf mı? Buna bakma da ey kadri yüce kişi, himmetine ve gayretine bak! Dudak kuruluğu, suyu haber verir. Bu eziyet ve susuzluk, muhakkak suya ulaşacağına delâlet eder. Bu aramak yok mu? Kutlu bir iştir. Hak yolundaki bu istek, engelleri kaldırır. Bu istek, dileklerin anahtarıdır. Oğul, kimi arayıcı görürsen ona dost ol ve önünde baş eğ.”[2]

 

 

Yerlerin ve göklerin, dağların ve taşların üstlenmediği yükü, insanın üstlendiği düşünülünce, bu hakîkatli yolculuk, bir zarûret hâline geliyor. Zahmetlerin rahmete dönüşmesi husûsunda bu yük, omuzla değil, kalp ile taşındığı için; bedene külfet değil, kalbe ve rûha şifâ oluyor.

İnsanın kulluk şuuru ile yola düşmesi, hakîkate açılan bir kapı olarak düşünülmeli ve bu şuur, kalplerimizde ilelebet taze tutulmalı ve unutulmamalıdır.

Fikrin donmuşluğunu eriten, havâtırı kalpten silip atan da yine insanın üstlendiği ve onu, bütün yaratılmışların en şereflisi kılan, “kulluk” şuurudur. Bu şuurun açık tutulması; ilâhî yardımın kesilmeyeceği, karanlık yolların göz kamaştıran bir ışığa kavuşacağı, insanı ümitsizlik çukuruna düşmekten koruyacağı için elzemdir.

Dar patikalardan sabırla geçmek; dik yokuşlarda azimle yürümek ve yüksek tepelerden acziyetle inmek gerekir. Böylece Allâh’ın inâyeti kesilmeyecek ve bu kutlu yolculuk, ebedî bir saâdete dönüşecektir.

 

[1] Ümit Yaşar Oğuzcan.

[2] Mevlânâ, Mesnevî, III, 1483.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle