Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Dünya küçüldü. Her an dünyanın her tarafında olup biten hâdiselerden hepimiz az çok haberdar oluyoruz. Her ne kadar bilgi kaynaklarının çoğu, müslümanların elinde değil, bu sebeple gelen bilgiler taraflı, eksik ve hatalı olsa da artık herkes, düne göre daha çok bilgi ve haberle muhatap oluyor, bu kesin…

Kutuplardaki balinaların çektiği sıkıntılara günlerce, aylarca kameralarını ve muhabirlerini gönderip canlı yayın yapan Batılı merhamet sahibi (!) medya organları, ne hikmetse dünyanın gözü önünde müslümanlara yapılan zulüm, işkence, katliâm vb. yüz kızartıcı insanlık suçlarını görmezden gelebiliyorlar. Ancak mevzumuz bu değil…

Evet, dünya küçüldü, demiştik. Dünyanın dört bir tarafında deprem, sel, yangın, tsunami, kuraklık, erozyon, çölleşme gibi tabiî âfetler yaşanıyor. Her birinden çok kısa bir zamanda dünyadaki herkesin haberi oluyor. Ve hepimiz duyduklarımız, yaşadıklarımız karşısında “gönül yorgunluğu” yaşıyoruz. Çünkü biri bitmeden diğeri başlayan bu felaketler karşısında çaresiz kalıyoruz. Yine biliyoruz ki, her ne kadar bu âfetlerin adı, “tabiî/doğal âfet” olsa da birçoğunun ortaya çıkmasında veya tesirinin artmasında insanların hataları söz konusu…

İnsanlar havayı, suyu, toprağı kirletiyor. Bugünün ihtiyaçları için gözü dönmüş bir hırsla, zengin bir azınlık, hem bugünün insanlarını yokluk içinde kıvrandırıyor, hem de yarının nesillerine dün ve bugünden daha kötü bir gelecek hazırlıyorlar. İnsanoğlu, kendi eliyle kendini ve geleceğini yok ediyor. Dünyadan ümidini kesen bir kısım ileri görüşlü (!) zenginler, uzayda yeni koloniler kurma, yeni alanlar işgal edip sömürme derdiyle yanıp tutuşuyorlar. Yine insanlığı düşünen bazı ileri görüşlüler (!) dünyanın daha fazla insanı besleyemeyeceğini hesaplayıp bazı insanların vakitlice (!) ölmesinin yollarını hazırlayıp hızlandırıyorlar.

Bir tarafta her türlü yolu meşru görerek servetine servet katan mutlu azınlık; bir tarafta içecek bir bardak suya, yiyecek bir lokma ekmeğe muhtaç olan milyonlar, milyarlar… Dünya iyi bir geleceğe doğru gitmiyor, maalesef…

Biz müslümanlar, dünya nüfusunun neredeyse dörtte birini teşkil ederken nelerle meşgul oluyoruz? Dünya ve hâdiselerin gidişâtı, bize emanet edilmişken biz vaktimizi nelerle öldürüyoruz?

Gelir elbette zuhûra ne ise hükm-i kader

Hakk’a tefvîz-i umûr et ne elem çek ne keder (Enderunlu Vâsıf)

Diyerek her şeyi ilâhî takdire mi bıraktık? Allah, elbette “Azîz” ve “Zü’ntikâm”… Yani güçlü ve intikam sahibi… Er geç zâlimden, mazlûmun hakkını alacak… Ancak biz zulmetmediğimizi düşünürken, ya zâlime fırsat verdiğimiz için bizi de zâlimle birlikte hesaba çekerse…

Evet, tabiî âfetler sebebiyle Allâh’ın hükmüne râm olalım. O’nun takdirine râzı ve teslim olalım. Ancak bu tabiî âfetlerin zararlarını en asgarîye indirmek de “akıl, irade, ilim, hüküm ve karar sahibi” insana verilmiş bir sorumluluk değil mi? O hâlde her birimiz, kendi imkân ve fırsatlarımız çerçevesinde şuurlu hareket edelim ve sorumluluğumuzun gereğini yapmaya çalışalım.

Büyük bir hesap günü bekliyor hepimizi… Yaptığımız ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan sorulacağımız… Allah Teâlâ, o çetin hesap gününde hepimizin hesabını kolaylaştırsın. Bize de bu dünyayı müslümanca îmar, ihyâ ve idare için tekrar akıl, firaset, birlik, güç ve iktidar nasip etsin. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle