Evcilik Oyunu

Baba güç ve korumanın, anne şefkatin ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Baba güven verir, anne ısıtır. Sevgi büyür, yuva olur, insan yaşar. Yuva, mukaddes bir çatıdır o hâlde... Bir arada olmaktır. Anne-baba aynı çatıda olmasa da insan yine yaşar. Ama biraz küskün, biraz yaralı yaşar.

Küçük, ufacık bir kız çocuğu... Çocuk heyecanıyla bakan ışıl ışıl gözleri var. Dudağında hâli hazırda gülücükler var, gülünce yanaklarında gamzeleri... Ama arada insanın içine işleyen buğulu bakışları da. İşte... Ufacık kalbinde bir de yarası var. Anne var, baba var, ama ayrı ayrı var. Biri yokken öbürü ancak var. Bir şeyler eksik, bir şeyler yarım... İçinde ufak bir boşluk...

Kız çocukları için evcilik oyunu, hayal dünyasının en gerçek, en samimi oyunudur. Teyzesinin evinde, onun da kızıyla yan yana iki yürek olmuşlar; pembe çay fincanları, bebekler, misafircilik oynuyorlar, toz pembe bir dünya… Bebeği sallamak, küçük ninniler mırıldanmak... Bu toz pembe dünyaya tutununca küskünlüğünü unutur; yüzü güler, gözleri capcanlı bakar, gamzeleri çukur çukur belirir. Pembe fincandan çay içer gibi yapılır.

Ama işte çocuk bunlar, birden değişiverir ortam, bir anda dönüverir. Ne oldu, ne bitti? Bir patırtı, bir çığlık!... Oyuncak fincanlar yerde, bebekler savrulmuş. Teyze koştu geldi, yüzünde bin bir korku, bin bir şaşkınlık! Elini tuttu:

“-Ne oldu? Niye yaptın yavrum?!”

Bir hırçınlık, bir öfke ufacık yüzünde... Yaşlar sicim sicim akmış. İçine su doldurulup oyuncaklara eklenmiş şurup şişesini bir hışımla alıp, betona bütün gücüyle indirmiş, elini de çekmeden… Şişe de avuç da paramparça! İçini çeke çeke, korkmuş, şaşkın gözlerle, eline bakıp:

“-Oyunumuzu bozdu, gelip gelip yine bozdu. Çok kızdım artık!”

Öbür köşede teyzenin yaramaz oğlu, biraz şaşkın, biraz muzır, biraz mahçup bakmakta… O da çocuk.

Öylece elinden fırlatsaydı belki rahatlardı, ama avucunun içiyle beraber vurunca elinin içinde kırıldı şişe… Sağa-sola savrulmadı. Olanı biteni hep içine attığı gibi... Çocuk emanet, el perişan, kaç yerden kesik! Kırılanları topladı teyze. Yarayı temizledi, sardı. En son bir de mendille bağladı. Sarıp sarmaladı şefkatiyle.

“-Annen geldiğinde sen hemen gösterme elini olur mu?” diye tembihledi.

“-Tamam.” dedi.

Babam olsaydı elim bu kadar acımazdı, diye içinden geçirdi çocuk... Kimseler babanın verdiği güveni veremezdi, içindeki yaranın birazı da korkuydu, acabalardı... Ne kadar çabalasa da etraf, babanın yanında da güven vardı, ama anne şefkati eksik kalırdı bu sefer... Çocuk hepsi sonuçta… Az sonra her şeyi unutup üçü birden oynamaya başladı.

Geçmiş yaraları sarma arzusu, insanı sağlıklı bir fert yapar. İçerdeki eksikliği doldurabilen bir dolu güzel şey vardır. Hayatın güzellikleridir. Rabbimiz’in ikramlarıdır bize… Çocuktu, zaten bunları anlamasına gerek yoktu. Ama ne zaman ki büyüdü, o zaman idrâk etti. “Amennâ!” dedi, isyan etmedi. Geçmişin boşluğunu kazanç olarak taşıdı geleceğine.

Ve gün geldi, genç bir adamla güzel bir yuva kurdu. Sağlam çatılı, bacası tüten, şefkat dolu, güven dolu, sıcacık, muhabbet dolu… Gözlerindeki ışıl ışıl bakan çocuk yanıyla anne oldu, kendi çocuklarını uyuttu. Sanki yarım kalan evcilik oyunu, esas şimdi başlamıştı. Çay fincanları gerçekti. Bambaşka bir dünyaydı kendi yuvası. Yaralarını bu yuvada sardı, arkasına güvenle yaslandı. Ama geçmiş günlerden avucunda bir çizik, kalbinde de ufak bir iz kaldı.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle