Uzakları yakın, zorları kolay eden, birçok bilgiye ulaşmayı sağlayan, gereği gibi kullanıldığında hayatı kolaylaştıran interneti bizlere ihsan eden Rabbimiz! Bize nîmet olarak sunduğun bu vasıtayı da Senin rızân yolunda kullanabilmeyi bizlere nasip eyle…
Bizleri yoktan var eden, bizlere can verip cesedimize ruh elbisesini giydiren, bize nefes verip, bize kimlik ihsân eden Hâlık-ı Zülcelâl’e; fabrika gibi çalıştırmış olduğu ve hiçbir bedel ödemediğimiz hâlde bizlere ihsan buyurduğu her bir uzvumuz için ömrümüzün sonuna kadar alnımızı secdeden hiç kaldırmasak şükür nâmına, teşekkür adına ne kadar yol katedebiliriz?
Dünyadan ve dünyalıktan büyüktür Rabbimiz… İnandık, îmân ettik… Her türlü dertten büyüktür Rabbimiz… Lisanımızla ikrar, kalbimizle tasdik ettik; Ekber olan yalnızca Allah’tır…
Îmanla küfür arasındaki en büyük perdedir, namaz… O hâlde, Cennet’in yolu, namazı hakkıyla ikâme etmekten geçiyor. Allah korusun, Cehennem’e giden yol da namazı ihmal veya terk etmekten…
İhlâs, sözlükte “arınmak, saflaşmak, kurtulmak” mânâsındaki hulûs/halâs kökünden türetilmiş olup, terim olarak “ibadet ve iyilikleri, riyâdan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” demektir. Özetle ihlâs, “Allâh’a yönelişte sadece Hakk’ı ve O’nun rızâsını gözetmek, araya dünya nâmına hiçbir şey sokmamak” mânâsına gelmektedir.
Duâ, her şeyin sahibi olan Hâlık-ı Zülcelâl’e yakarışta bulunmak, O’na hâlini arz etmek, işlerini O’na havâle etmek demektir. İstek ve ihtiyaçları sonsuz, âciz ve fakir olan insanın tek sığınağıdır, duâ…
1453 yılında Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’u fethettiğinde tam 916 yıl boyunca kilise olarak kullanılmış olan Ayasofya, tarihi boyunca hiç görmediği bir özenle kılıç hakkı olarak Osmanlı Devleti’nin en gözde mâbedi olmuş ve 1934 yılına kadar câmi olarak hizmet vermiştir.
Sayılı nefeslerimize, kısa ömrümüze bir Ramazan Ayı’nı daha lûtfederek nasîb etmesi, iki aydır tekrar etmiş olduğumuz, “Receb ve Şaban ayını bizlere mübârek kıl ve bizi Ramazan ayına ulaştır!” duâsının kabulüne işarettir ki, başlı başına bir şükür vesîlesidir.
“Her gece Rabbimiz, gecenin son üçte biri kalınca: «Kim Bana duâ ediyor, ona icâbet edeyim. Kim Benden bir şey istiyor, ona vereyim. Kim Bana istiğfar ediyor, onu mağfiret edeyim.» buyurur.” (Buhârî, Tevhid 35, Teheccüd 14, Deavât 13; Müslim, Müsâfirîn, 168)
Allah dostlarının her dâim üzerinde durduğu konudur helâl lokma… Buyrulur ki: “İki şeye dikkat edeceksiniz, ağzınıza giren lokmaya ve ağzınızdan çıkan söze…” Hak dostlarından Süfyân-ı Sevrî Hazretleri de: “Kişinin dindarlığı, ekmeğinin helâlliği nisbetindedir.” buyurmuştur.
İnsanın yaşı ilerledikçe daha iyi anlıyor: gurbet neresi, sıla neresi… Sılaya dönenlerin ardından, biz gurbette kalanlar; onlarla kavuşacağımız güne kadar, boğazımızda düğümlenen anılarla, gözümüzde biriken hasret yağmurlarıyla avunmaktayız.
Namaz yoksa îman da eksiktir, ibadet de eksiktir, insan da eksiktir! Hâsılı, her şey eksiktir. Namazı eksik olan bir îman düşünülebilir mi? İbadetler eksiktir, namaz yoksa kişide… Sadaka verse, oruç tutsa, kurban kesse, fakat namaz kılmasa, eksik kalmaz mı bir şeyler?
Şükür; karşılık vermek, yapılan iyiliği dile getirmek, iyilik sahibini övmek mânâsına gelir. Zıddı şükürsüzlük ve nankörlüktür. Yoktan var edilmiş ve türlü nîmetlerle çevrelenmiş olan bizlerin, maalesef dilimize pelesenk eyleyip üstünkörü tekrarladığı, fakat her an bu şuurla yaşamak konusunda gaflete düştüğü bir kelimedir şükür… Hâlbuki, Kur’ân-ı Kerîm’de önemine binâen...
“Sizin hayırlınız, eşine hayırlı olanınızdır.” buyurmuş ve şöyle eklemiştir: “Ben, sizin içinizde eşine karşı en hayırlı olanınızım.” (Tirmizî, Menâkıb, 63/3895; İbn-i Mâce, Nikâh, 50) Aslında “sır” son cümlede saklı... Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “Ben, sizin içinizde eşine karşı en hayırlı olanınızım.” buyururken “Her konuda olduğu gibi, âile h...
Huzurun kaynağı ve sekînet yuvası olan evlilik müessesesi için bilinmelidir ki, “huzur”, ne diploma ile ne kariyer planlamaları ve uygulamaları ile ne de eş olarak seçilecek gençlerin sosyal, maddî durumları iledir. Huzur, kişinin Allah rızâsını gözeterek kendisine uygun eşi bulması ve onunla yuva kurması iledir.
Cenâb-ı Hak ile beraber olmak, O’nun adını yüceltmek, dînini yaşamak ve en güzel şekilde onu yaymaya çalışmak, her mü’minin en ulvî vazifesidir. Bilinmelidir ki, dünya hayatındaki her sorumluluk, bu ulvî vazifeden sonra gelmektedir. Bu sebeple günümüzün gelip geçici sıkıntılarını kendimize dert edinmeden önce bu terazide tartmak gerekir.
Bir nefeslik mesafedeyiz. Alıp veremediğimiz, verip alamadığımız, hakkıyla sahip olamadığımız, fakat hep bizimmiş gibi, hep alıp hep verecekmişiz gibi hiç derdine düşmediğimiz bir nefes… Bir nefes kadar yakınız aslında, bir nefes kadar uzak… Yakınları ırak eden, bütün perdeleri yok eden bir nefes…
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın, Bu toprak, bir devrin battığı yerdir. Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın, Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
“Ehl-i diller arasında aradım kıldım taleb / Her hüner makbûl imiş; illâ edeb, illâ edeb…” diyen ârif bir şâir gibi, edebi bizlere her dâim örnek olan, gönül dünyamızın kandillerinden üstad Mahmud Sâmi Ramazanoğlu -kuddise sirruh- Hazretleri’ni Cenâb-ı Hakk’a vuslatının sene-i devriyesinde, rahmet, hasret ve duâlarla yâd ediyoruz.
Bir kere düşünelim: Bir damlacık sudan yaratıldığını, yakında da bir cîfe olacağını bilen bir kimse, nasıl olur da büyüklenebilir? Nasıl olur da kendinde bir varlık görebilir? Üzerinde görülen bir üstünlük, bir güzellik varsa, bütün bunlar Allâh’ın yapması ve yaratmasıyla, ona ihsanda bulunmasıyladır.
Boş bir sayfaydı ömrümüz, biz hebâ etmeden evvel… Yapraklarını bir bir dökerken ömür defterimizin; sayfaların kimi boş, kimi karalanmış, kimi yaralanmış, yıpranmış geçip gitti, ömrümüzün geride bıraktığımız kısmında… Kalan kısmı için ise yapılması gereken, geçmişe yanıp zamanı anarak “ân”ın farkına varmaktır. Dünün pişmanlığı, yarının hayalleri arasında geçen bir ömürde...
Duâya icâbet edilmesi için Allah Teâlâ’nın emrettiği şekilde yaşamaya çalışmak gereklidir. Rızkını helâl yoldan kazanmak, helâl-haram çizgisine dikkat etmek, işin temelini oluşturmaktadır. Duâ eden kimsenin, nefsini kötü huylardan ve süflî sıfatlardan temizlemesi gerekir. Çünkü bunlar duânın yolunu kesen engellerdir. Sonra kalbini bütün nefsânî ve rûhânî bağlılıklardan...
Hicrî ayların ilki olan Muharrem Ayı, Allâh’ın “haram” olarak nitelendirdiği aylardan olmasıyla birlikte, birçok rahmet, bereket ve fazileti de içinde barındırmaktadır. Muharrem ayının en faziletli günü ise, onuncu günü olan “Aşûre günü”dür. Aşûre gününün Allah katında çok faziletli bir yerinin olduğunu, Fecr Sûresi’nin “On geceye yemin olsun.” (el-Fecr, 2) âyet-i ke...
Uzaklık ve yakınlık konusu izâfî bir konudur; kişiye, konuya, mantığa göre değişiklik gösterebilir. Nitekim Allah Teâlâ ile uzaklık ve yakınlığımız, kişinin kendisine göredir. Rabbimiz, “Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf, 16) buyurmuştur.
“En çok çile çemberinden geçen peygamber benim.” (Tirmizî, Kıyâmet, 34/2472) buyuran Efendimizin çilelerle yoğurulan ümmetiyiz biz… Türlü bâdireler atlattı bu ümmet… Nice şehitler verildi, nice yiğitler gâzi oldu… Ama ümmet-i Muhammed’e oynanan oyunlar bitmek bilmedi. Ne zâlim ve ne de zulmü, bu dünya var oldukça bitmeyecek, bu âşikâr… Bir yanımız, 15 Temmuz rûhu ile ...
hiretimizi geçici hevesler uğruna kurban etmeye çalışan üçlü… Şöyle ki: Bir tarafta her daim kişiyi kötülüklere sevk eden hâliyle “nefs”… Bir tarafta insanı yoldan çıkartmak için türlü oyunlar sergileyen, Rabbinin huzurundan kovulmasına sebep olduğu isyanını her insana aşılamaya çalışan ve her türlü vesvesesi, tuzağı ile kötülüğü emreden “şeytan” -aleyhillâne-… ...