DİZİLER NEYİ GİZLER?

“İnananlar arasında çirkin şeylerin (fuhşiyâtın) yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da, âhirette de çetin bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (en-Nûr, 19)

 

Çok kereler duymuşsunuzdur, görmüşsünüzdür ya da düzenli olarak “seyircisi”sinizdir. Türk dizilerinden, bilhassa “âile ilişkileri”nin anlatıldığı dizilerden bahsediyorum. En yüksek izleyici paylarına sahip, Türk örf ve âdetlerine uygun olduğu tescilli (!), bizim hayatımızı anlatan (!) dizilerden…

Meselâ bir dizi, Rumeli’de geçer. Bir müslüman Türk kızı, gayr-i müslim bir erkeğe sevdâlanır. Zâlim (!) anne-babası ve gaddar toplum geleneklerin (!) ellerini kollarını bağlaması sebebiyle bir türlü bu yakınlaşmaya izin vermez. Aslında gönüllerinden istemektedirler, ama ah şu acımasız gelenekler (!)… Bir de aynı dizide Hıristiyan bir eşkiyanın, müslümanlar hakkındaki şehâdeti ve bu şâhidlik sebebiyle Müslümanlara tatbik edilen cezalar vardır ki, içler acısı… İslâm dininin ulvî prensiplerini ve asırlardır nezih şekilde uygulanışını hiçe sayarcasına yazılan “senaryo”ların bini bir para…

Başka bir diziye geçelim. Yaklaşık üç yıldır hanımların büyük bir merakla bekleyip ilgiyle izledikleri bir âile dramına… Parçalanan bir yuva… İki kız kardeşten biri, diğerinin beyiyle birlikte olur. Onların yuvalarını yıkar. Sonra kendisi düşüp kalkmaya başlar. vs.

Son bir yıldır, yine bir roman uyarlaması olarak, yasak bir aşkı konu edinen bir başka dizi… Kendisini seven, himaye eden, bir dediğini iki etmeyen amcasının hanımına göz diken bir yeğen ve onların ballandıra ballandıra anlatılan gayr-i ahlâkî hayat tarzları…

Şimdi yakınlarda bir başka dizi başladı, bir başka “kanal”ımızda… İki kız kardeşi idâre eden bir erkek… İhânetler, öldürmeler, kandırmalar… vs. vs.

Bir başka dizideki onlarca ölümü, çeşit çeşit fantezilerle insanları yakmayı, kesmeyi… normalleştiren “kahramanları” (!) saymaya gerek yok herhâlde…

* * *

Bütün bunlar ve benzerleri, bu yüzde doksan dokuzu müslüman bir toplumda, herkesin gözü önünde oynanıyor. Bize birileri diyor ki:

“-Siz, busunuz!..”

Ya da daha anlayışlı bir ifadeyle:

“-Siz, bunlar gibi olmalısınız!..”

Bazen çok da mâsumâne bir edâ ile:

“-Bak görüyor musun şu ahlâksızı, neler neler yapıyor!” diyerek allayıp pullayıp defalarca izletiyorlar, reklamını yapıyorlar.

Gençlerimize, çocuklarımıza, kadınımıza, erkeğimize âdeta:

“-Rollerden rol beğenin; aldatan mı olacaksınız, aldatılan mı? Öldüren mi olacaksınız, öldürülen mi?!” diyorlar.

Kimse çıkıp da:

“-Ben bu rollerin hiçbirini kabul etmiyorum. Bunlar, beni de, toplumumu da, değerleri mi de, inançlarımı da temsil etmiyor!..” demiyor veya diyemiyor.

Hâkim kültür, o kadar baskın ki, dizilere ve onların empoze ettiği bozuk ahlâkî düzene baş kaldırılmasını sindiremiyor. Hemen yaftalıyor: Gerici, yobaz!.. Bırakın baş kaldırmayı, farklı düşünmek, farklı şeyler ifade etmek, “düzenin çarkına çomak sokmak” gibi anlaşılıyor.

Haklılar da… Herkes, kendilerinin ortaya koyduğu şaheserleri, kuzu kuzu izlesinler, isteniyor. Hatta sadece Türkiye’de değil, bütün Müslüman âleminde, hatta bütün dünyada izlenme rekorları kırsın. Herkes, Türklerin ne becerikli (!), ne ahlâklı, ne üstün bir medenî seviyede olduğunu fark etsin istiyorlar.

O da kendi zâviyelerinden bir çeşit hakları… Böylece verdikleri emeğin karşılığını fazlasıyla alacaklar.

* * *

Aslında bunları yazanlar, yayınlayanlar, bunu -sadece- rayting uğruna yapmıyorlar. Elbette birtakım maddî kazançları da yok değil!.. Ama bunlardan daha önemlisi, toplumun ahlâkını, değerlerini -farkında olarak veya olmayarak- erozyona tâbî tutuyorlar. Gün geliyor, en sağlam âileler, şuuraltlarına yerleştirilen bu baskın Batılı değerler sebebiyle içten içe çürüyor. Tıpkı Hazret-i Süleyman’ın dayandığı değnek gibi… Kurt, içten içe kemirip duruyor. Bir gün gelecek ki, kurdun iyice çürüttüğü değnek, bu toplumu taşımayacak… Büyük bir gürültü ile enkaz hâline dönecek… O zaman herkes birbirine bakacak; ne oldu, neden bu hâle geldik diye…

* * *

Evet, onları yazanlar, yayınlayanlar, onların arasına reklam yerleştirip tanınmaya çalışanlar suçlu… Peki, onları seyreden, fakat sadece seyreden “seyirci”lerin hiç mi suçu yok!.. Bir merak uğruna, bunca ahlâkî değerin savrulmasına kimsenin mi gıkı çıkmıyor ya da çıkmayacak?!..

“-Televizyonumu kaparım, hayatıma bakarım.” demek de yetmiyor. Biz seyretmesek, çocuğumuz, kardeşimiz, arkadaşımız seyrediyor.

Sonuçta hep beraber “seyrediyoruz” ve hep beraber bir uçuruma doğru gidiyoruz: Değerler uçurumuna…

Bir gün, çok güvendiğiniz bir kardeşinizden, arkadaşınızdan benzer hareketler görmeye başlarsanız şaşmayın. Meselâ birisi, annesini-babasını öldürdüğünde, bir anne-baba evlâdına kıydığında veya saldırdığında:

“-Nerede yaşıyoruz? Bu insanlar nereden türedi? Bunlar da Türk mü” ya da “Bunları bir Müslüman yapabilir mi?” demeyin.

Biz, yılanı her gece başköşeye yerleştirirsek, elbette bir gün evimizde birilerini sokacaktır. Bu, bir cinnet hâli… Topyekün bir cinnet… Batılı değerlere özene özene, ne Batılı olabilmiş, ne de kendisi kalabilmiş bir neslin cinneti…

Son söz olarak, dizileri illâ izleyecekseniz, “seyirci” kalmayın. Size uygun olmayan senaryoları takip edin, ikaz edin. Yoksa bir gün, sadece dizide olup bitenlere değil, hayatınızda olup bitenlere de “seyirci” kalacaksınız!..

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle