İHTİLAT YA DA ATEŞLE BARUT

“İhtilat”, birbirine nikâh düşen kadınla erkeğin aynı zaman ve aynı mekânda bir arada bulunmasını ifade eden dînî bir kavram… Yani aralarında evlenmelerine herhangi bir mânî (kan ve süt akrabalığı vb.) bulunmayan kadın ve erkek, hangi sınırlar içinde, ne kadar bir arada bulunabilir veya bulunmalıdır. Meselâ bir sınıf ortamında, bir alışveriş merkezinde, bir cafede, lokantada, evde veya büroda; kısacası hayatın her alanında erkeklerle kadınların ilişkileri hangi ölçüler içinde kalmalıdır ki, dînî ve ahlâkî mahzurlara düşülmesin.

Açıkçası, bu sorunun cevabı çok kolay değildir. Öncelikle günümüz hayat şartlarının dayattığı birtakım mecburiyetler vardır. Meselâ ilkokulda, ortaokulda, hatta lise ve üniversitede insanlara “kimlerle beraber okumak istiyorsun?” şeklinde bir seçenek sunulmamaktadır. Ya da anne ve babaların önünde, hassasiyetlerine göre farklı alternatifler bulunmamaktadır. Herkes mevcut şartlar içerisinde, kendisine en uygun olanı seçmek zorunda kalmaktadır. Ama maalesef “kendisine en uygun olan” da çoğu kez “ideal”in çok altındadır.

O hâlde nereden başlamalıdır?

Daha ilkokul yaşlarından itibaren çocuklarımıza, “erkek arkadaşın var mı?”, “kız arkadaşının adı ne?” diye başlayan “tatlı” sorgulamalar, onların henüz hazır olmayan duygu ve düşünce âleminde “erken uyarılan” bazı dürtülere sebep olmaktadır. Daha o yaşlarda, kız nedir, erkek nedir bilmeyen veya düşünme ihtiyacı duymayan taze dimağlar, okul hayatı ve onun gerekleri yerine, karşı cinse kendisini isbat etmeye kalkışmaktadır.

Bunun biraz daha uç noktası, -Allâh’a şükür, daha bizim topraklarımızda çok yaygınlaşmadı- liseyi bitirdiği, üniversiteye başladığı hâlde “hâlâ bâkire/bekâr” olan gençlerin duyduğu utançtır. Batı toplumlarında, böyle gençler, âdeta “kimsenin istemediği, dönüp bakmadığı zavallılar” şeklinde yaftalanmakta ve onlar da “bu utanılacak hâlden” kurtulmak için en kısa zamanda birilerini bulmaya çalışmaktadırlar.

Evet ve maalesef, toplumumuz da, değerlerimiz de, düşünce ve hayat tarzımızda, şu an hızla bu istikamette gitmektedir. Çok da uzak olmayacak bir zamanda, bu çağdaş medenî hayat tarzına (!) ulaşırsak, hiç de sürpriz olmayacaktır. Çünkü âdeta dört koldan bu istikamette ilerlemekteyiz. Okullarımız, ilkokuldan üniversite sona kadar “karışık” şekilde eğitim vermektedir. O kadar ki, adı “erkek lisesi” olan okullarımıza kız, “kız lisesi” olanlara da erkek öğrenci alınmaktadır. İşin, okul boyutu böyle…

Ya okulu ve onun dışındaki hayatın pek çok alanını şekillendiren ve kültür hayatımızı temsil eden gazete, dergi, kitap, sinema, müzik, tv boyutları ne durumda? Onlar, erkek ile kadını her fırsatta birbirine yaklaştırmanın (!) gayreti içinde değil mi?

Ya çalışma şartları? Okulu bitirip bir meslek sahibi olmak isteyen kadın ve erkeklerin önünde, ne kadar seçenek var? Dindar ve örtülü bir hanım, kendi ölçülerine uygun bir işyerini rahatça bulabilmekte midir? Aynı şekilde kaç dindar erkek,  çalıştığı iş yerinde, dininin kadın ve erkek münâsebetlerini düzenleyen prensiplerine gereği gibi riâyet edildiğini düşünmektedir?

Şüphesiz, en başta sorduğumuz “ihtilât” sorusuna cevap verirken bütün bu yaşanan hayatı göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Kadını, sadece dört duvar arasına kapatıp koruma devri ve anlayışı geride kaldı. Onlar da artık hayattan pay almak, söz sahibi olmak istiyorlar, haklı olarak… Gerçi bu, zaten dinimizin de tanıdığı bir hak… Ancak dinimiz, kadınlara bu hakkı tanırken, onu her hususta istediği gibi serbest bırakmıyor. Fıtratına uygun işlerde çalışması, giyimine kuşamına dikkat etmesi, câhiliye devri kadınları gibi açılıp saçılmaması, iffetli ve ölçülü davranması, konuşmalarında çevresindeki kötü niyetli kimselere ışık yakmaması vb.

Aynı sıkı ölçüler, erkekler için de geçerlidir. Erkekler de gözlerine, ellerine, dillerine ve edep mahallerine hâkim olacaklar. Kısacası, din; erkeğe de, kadına da birtakım sınırlar çiziyor. Erkeklerin, kendilerine konulmuş sınırları yok sayarak durmadan kadınları tanzim etmeye çalışması doğru olmadığı gibi, kadınların da her şeyi erkeklerden bekleme lüksü yok. Herkes, kendi fıtratının gereğini yapmak ve dînî ölçülere riâyet etmek zorunda…

Kadın, kendi fıtratına uygun işlerde, çocuklarını “annesiz” bırakmayacak şekilde meşrû ölçüler çerçevesinde çalışabilir. Erkek de, yine kendi fıtratına uygun işlerde ve meşrû ölçüler çerçevesinde çalışmalıdır. Bizâtihî haram olan işlerde (kumar, fuhuş, içki vb.) çalışmak; hem erkek, hem de kadın için yasaklanmıştır. Aynı şekilde kazandığını, harama harcamak da; hem erkek, hem de kadın için yasaktır.

Kadın ile erkeğin aynı mekânda bulunması konusuna gelince…

Aslolan iki cinsin, kendi cinslerinden topluluklarla birlikte okuması, çalışmasıdır. Ancak farklı cinslerle bir arada bulunmak zorunda kalırlarsa, mü’min karakter ve şahsiyetine uygun bir tarzda edeb ve vakar ölçüleri içinde yaşamalıdırlar. Âyet-i kerîmelerde sınırları çizildiği üzere, gözlerini mümkün mertebe haramdan uzak tutarlar. Mecburiyet hâllerinde karşı cinsle konuşmalarını belli ölçüler dâhilinde yaparlar. Nâmahrem bir kadınla, kapalı kapılar ardında, yalnız kalmamaya gayret ederler. Kadınlar da, mahremi olmayan erkeklerle konuşmalarında daha dikkatli ve itinalıdırlar. İşveli konuşmazlar. İnsanların zihninde başka mânâlar çağrıştıracak, dâvetkâr kıyâfet, koku, konuşma, tavır vb. her türlü olumsuzluktan uzak dururlar. (İşin, teferruata taalluk eden nasıl selâmlaşır, nasıl konuşulur vb. bahislerini ilgili ilmihâl ve fıkıh kitaplarına havale ediyoruz. Meselâ bkz: Hamdi Döndüren, Âile İlmihali, Erkam Yayınları)

Kısacası, her iki taraf da, ateş ile barutun yan yana duramayacağının farkında olarak mümkün mertebe aradaki mesâfeyi korumaya gayret etmelidirler. Zira şeytan, iki tarafın da damarlarının içinde gezmekte ve her nefse, her an vesvese vermektedir. Cenâb-ı Hak, bizi nefsimizin ve şeytanın her türlü vesvese ve tuzağından muhafaza eylesin. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle