GÜLÜMÜZ GÜLÜNE KAVUŞTU

Gülümüzü, herkes, gülen yüzü ile hatırlar. Sâkin tavırları, sessizce iş bitirmesi ve hocamızın derslerinde en ön safta olması… “Mescid” derslerine geldiğinde, “ekonomi”ye süzülürdü. Tanıyanlarının hâllerini sorar, kendi hâlinden de hiç bahsetmezdi. Birçok ahbâbı, onun bir kalp hastası olduğunu, defalarca ameliyat geçirdiğini, bir böbreğinin bulunmadığını ancak vefatından sonra öğrendi.

O, sadece hizmetinin ve can babasının derdindeydi. İmam-Hatip yurdundaki talebeler için endişelenirdi. Geçen yıl yanıma gelip:

“-Hocam, Peygamber Efendimiz’in çok evliliği hususunda çok sorular geliyor. Bir gün gelseniz de anlatsanız, çok iyi olacak!..” dedi.

“-Tamam Gül’üm, ayarla, bir gün geleyim.” dedim. Yağmurlu bir akşam, taksiyle yurda götürdü beni…

“-Ne kadar uzakmış!.. Derse nasıl geliyorsunuz? Zor oluyordur.” dedim.

“-Hayır hocam, hiç zor olmuyor!..” dedi gülümseyerek…

Seven için zorluk olmazdı tabiî...

Gelin, onu, sevdiklerinin dilinden dinleyelim. Nice söylenebileceklerin yanında, ifade edilenler bir damlacık olsa da…

 

Sevdiklerinin Dilinden Gül Abla…

İstanbul’un ve Anadolu’nun Gül Ablası, aramızdan sessizce ayrıldı… O, her hâliyle nasihat ederdi. Her çay içişimizde hâlleşir, hâl ehlinin hâllerini dinlerdik ondan... Biz muhabbetin hasını onda gördük, yola ve dahî yolun büyüklerine nasıl sâdık olunur onda gördük.

Ömrünün, kalp ameliyatından sonrasını kendisine lütuf olarak görür, her saniyesini hizmet düşüncesiyle geçirmeye çalışırdı. Öyle bir hizmet ederdi ki, nahîf bedeni bu ağırlığı kaldırmakta zorlanırdı. Ama ablamız, bu hasta bedenini, bir hasta annesinin yanına, Konya’ya götürüyor; bir İstanbul’a, Çengelköy’deki yurda, hizmete taşıyordu. Annesinin rahatsızlığından dolayı Konya’da bulunduğu zamanlar, bazen günübirlik hocamızın sohbetlerine katılmak için İstanbul’a gelir ve tekrar Konya’ya geri dönerdi.

Daha hafif bir işle ilgilenmesini tavsiye edenlere, şunu söylerdi hep:

“-Ben, ancak Kur’ân Kursu gibi ortamlarda, hizmet ederken iyi oluyorum, yoksa çok hastalanıyorum!..”

Bir gün sohbet ablasına:

“-Üzerime çok geliyorlar abla, benim tek ihtiyacım, muhterem hocamı görmek, ona da izin vermezlerse, onu da göremezsem, bu kalbim atmaz benim!..” demişti.

Nitekim sonunda ne olursa olsun, “kıymetli büyüğümüzün sohbetine katılmak” uğruna, haftada sadece bir gecelik olan izinlerini de en sevdiğine fedâ etmişti. Vefâtına bir ay kala, artık büyüğümüzün sohbetleri hâriç hiç dışarı çıkmıyor, bir ihtiyacını almaya bile gitmiyordu. Sohbetler biter bitmez hiç vakit kaybetmeden hizmetine, yurda koşuyordu.

Bir defasında, düzenli kullandığı kalp ilaçlarının bittiğini söylemişti de yurda geç kalmamak için onu bile almaya gitmemişti.

“Pişen yemeğin, kendine ulaşan aşın, bir ihvâna ait olduğunu” öğrenince gözleri parlar, nicedir bir şey yemediğini söyler ve ancak o zaman doya doya yerdi. Bir de en çok simiti severdi, ne zaman simitle gitsem ziyaretine:

“-Nicedir canım simit çekiyordu!..” derdi.

Zira pek az yerdi. Ocağa bir kap aşı abdestsiz aslâ koymaz, abdestsiz adım atmamaya gayret ederdi.

Yine bir cumartesiydi. Bu sefer, vâlidemizin sohbetini “Camlı Köşk”te dinlemekteydi. Sohbetten, âh, canı nasıl da istemeyerek erkenden ayrılmak zorunda kalmıştı. Ayrılırken:

“-Validemize selamımı söyle!..” diye sıkı sıkı tembihlemişti.

İstemese de ayrılmalıydı. Vaktinde yurtta olmalıydı. Talebeleri onu beklerdi, çünkü nöbet sırası ondaydı.

“-Azrail geldi, ama hazırlanacak nöbet çizelgelerim var!..” diye yazmıştı, msn iletisine..

Herkes bilirdi ki, o güzel insandı. Fakat benim için aynı zamanda çok özel bir insandı. Soruyorlar, bilmeyenler:

“-Neyin olur?” diye…

Diyemiyorum:

“-Ablam olur!..”

Yetmiyor bu kelime, çocuk gibi sayıyorum parmaklarımla: Ablam, gönüldaşım, danıştığım, yanında en mutlu olduğum, en mâsum şımardığım, hatta telefon rehberim, yoldaşım, İstanbul’daki annem-babam… Sonra duruyorum, susuyorum birden, boşa çaba sarfediyorum. Yaşamayan ne bilsin? Kimse beni tesellî de etmesin, üzülen yok ki! Göz ağlar, ancak kalp isyan etmez, râzıdır Rabbinden…

Rabbim!.. Biz şâhidiz ki, o “güzel kul”du. Dünyada çok sıkıntı çekti, çok şeye hasretti. Sen, ebedî yurdunda onu cemâline hasret bırakma!.. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sadece komşuluğunu değil, dizi dibinde olmayı arzu eder, öyle duâ ederdi. Dünyada da Hocamızın sohbetlerinde, hep en öndeydi. Bu hürmet hürmetine, onu Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’inin dizi dibinde eyle…

* * *

Kimse hakkında kötü düşünmez; gıybet, dedikodu aslâ duymazdık. Velhâsıl gül tabiatlıydı Gül Ablamız…

Sevgili Hocamız’ın dersine gelebilmek için zamanından, hafta sonu tatillerinden, bazen de taksilere binip zaten az olan parandan fedâ edişlerin geliyor gözümün önüne... Şimdi kendini adadığın hizmet yolunda, hizmet mekânında canını fedâ ettin. Mübârek olsun.

Son nefesini vermiş, uzandığın yerde gözlerin yarı açık bakıyordun öte âlemlere, sanki bize şöyle diyordun her zaman ki muzipliğinle:

“-Hadi ama, ne var korkacak!.. Bakın, ne kadar güzel bir âlem!.. Gelin peşimden…”

Sen hazırdın da, biz hazır mıyız bu fedâ edişe, sevgili Gül!.. Mekânın gül bahçeleri olsun.

* * *

Üsküdar İmam-Hatip yurdunu, Hüdâyî yuvasına döndürmüştü. Her yatakhaneye Hüdâyî mezunu bir rehber tayin etmiş, yıllarca İmam Hatip’li öğrencilerin hizmet şuuruyla yetişmesini sağlamıştı.

En son görüşmemizde:

“-Esma hocam, ben öğrencilere üniversite mezunu birileri gelsin, eğitim versin demiyorum!.. Benim dileğim, öğrencilerin kalbini yoğuracak, gönüllerine girecek birileri eğitim versin!.. Bu da ancak Hüdâyî pınarından su içen rehberlerle olur. Bana bu hususta yardımcı olunuz!..” demişti.

Vefâtı, bizim kendimizi toplamamıza, ölü gönüllerimizin dirilmesine vesile olmuştur. Ve yine demişti ki:

“-Esma hocam, bu yıl Pazar günleri bile yurtta nöbetim var. Çok yoğunum.”

“-Neden?” dedim.

“-İdârecimiz, «Eksiklik oluyor, başka derslere gitmeyin!» dedi. Ben de dedim ki: «Efendim, benim bütün günlerimi nöbetle doldurun. Hatta market ihtiyacı için bile izin vermeyin. Ama Efendim’den beni ayırmayın!..» Kabul etti. Elhamdülillah, çok yorulacağım, ama hocamızın sohbetine gelebileceğim!..” dedi.

Bu sözü, beni çok duygulandırdı. Çünkü fedakârlığı had safhadaydı. Mevlâ’m, mekânını Cennet eylesin.

* * *

 Seveni çoktu. Sevdiği de çoktu. Ama anlayanı azdı. Seveni bu kadar çok olup da bu kadar yalnız olur muydu insan?! Yalnızdı işte. Ebû Zer ruhluydu biraz… Her kalıba sığamazdı işte. Allâh’ın kendine seçtiği kullardandır, inşâallâh...

 İleri derece kalb hastasıydı da hastalığından şikâyet ettiğini hiç duymadık. Kalb hastasıydı, fakat kalbi hasta olanlardan olmayı hiç istemezdi.

 Hastalığını, hiçbir zaman hizmetine mâni saymadı.

“-Bu yolda canı-malı kıymetli olanlar ilerleyemez!..” diyenlerdendi.

Canına hiç kıymet vermedi. Nasıl olsa ölüm haktı, vakti saati değişmezdi. Hocamızın:

“-Hizmet eden yanımdadır, hizmet eden yakınımdır!..” sözünü, kendisine hayat rehberi edinmişti.

Biz seni, kolunda çantan, etrafa gülümseyip yavaş yavaş yürüyerek ön safa doğru ilerleyişinle hatırlayacağız. Gözümüz hasretle hep mescidin kapısında olacak!

* * *

Soyadını söylemeye gerek var mı, bilmem. “Gül Abla” deyince bilir herkes… İstanbul’da yetişmiş binlerce kişinin ablasıydı o... Her şehirde sevenleri vardı, sevdikleri vardı, mâneviyât ehli güzel insanlardan… Gülsüm Ablası, Münevver Ablası, Gönülhan Teyzesi… Daha kimler, kimler… Rûhu celbolur, bulurdu bu yolun âşıklarını… Ziyaret eder, tanışır, duâlarını alırdı.

 Her şehirde kalbinin bir parçası vardı da, kalbi yine İstanbul’unda atardı, “şem”inin etrafında…

 Ne olur, nasıl yapar, işlerini nasıl denk getirir; Mescid derslerinde en ön safta olurdu her zaman… Dizinin dibinde otururdu, Hocamızın... Çok severdi; canından azîz tutardı.

Bir garip dervişti. Geceleri yananlardandı. Seher disiplini vardı hayatında... Hikmetli sözler eder de tesellî ederdi yüreğimizi... Herkese gülümserdi, ayırt etmeden… Gözünün yaşlı olduğu günler de oldu, fakat hâlini hiç belli etmedi etrafına...

Tam bir İstanbul ihvânıydı. Sohbet sohbet gezer, ehl-i sohbeti de sevenleriyle buluştururdu. Şimdi bize kim adres olacak? 

Hoş sohbet, dost canlısı, alçak gönüllü, nâzik bir insandı. O, aslında bir “Harita Mühendisi”ydi, fakat bunu hiç dile getirmezdi.

 Laubâlilik yoktu onda... Sâde ve sessiz yaşadı. Yolun yokuş olduğunun şuurunda, fazla dünyevî ağırlık yüklenmedi. Sonunda sırtındaki bütün dünyevî ağırlıkları da bıraktı ve dünyadan yana hafif, âhiret sermâyesi dolu gitti, Rabbinin huzuruna...

 Yusuf’un sırrı, babasının biricik evladı, Rabbine kavuştu inşâallâh... Biz, hep güzel hâllerine şâhid olduk. Rabbim, Sen de kabrini cennet bahçelerinden bir bahçe eyle!

Allâh’ım!.. Büyüklere yakın olmayı çok severdi. Âhirette de Allah dostlarıyla haşreyle biricik gül ablamızı!.. Âmin.

(Gül Abla hakkındaki not ve hâtıralar: Halime Demireşik, Münevver Yılmaz, Emine Boduroğlu, Süheyla Uslu, Esma Sağlam, Hansa Aras, Hatice Elif Ancın)

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle