Âile İçi Şiddet

WHO’ya (Dünya Sağlık Örgütü’ne) göre şiddet; fizikî bir gücün veya herhangi bir baskının, bilerek ve isteyerek ferdin kendisine, başka birine veya bir gruba yöneltilmesi ve bunun sonucu olarak yaralanma, ölüm, psikolojik zarar, gelişim geriliği veya birtakım mahrumiyetler ortaya çıkmasına veya ortaya çıkma ihtimaline sebep olan davranışlardır.

Fertler arası şiddet, iki grupta incelenir:

1-Âile içi şiddet: Âilede en çok kadın ve çocuklara yönelik olan şiddettir. Çoğu zaman yaşlılar da bundan nasibini alır. Bu şiddet, genellikle evin erkeği tarafından uygulanır.

2-Toplumsal şiddet: Birbirine kan bağı ile bağlı olmayan, birbirini tanıyan ve/veya tanımayan fertler arasında ve ev dışı mekânlarda olur. Gençler arası şiddet, yabancılar tarafından yapılan cinsel tâciz, okul, hapishane, bakım evleri gibi müesseselerde ortaya çıkan şiddet türüdür.

* * *

Şiddet, karmaşık bir vak’adır ve pek çok âmilin (biyolojik, içtimâî, kültürel, ekonomik, politik) birbirine tesir etmesi sonucu ortaya çıkar. Kişinin özellikleri (yaş, eğitim düzeyi, kazanç durumu, sağlık problemleri, psikolojik bozukluklar, kişilik bozuklukları, madde bağımlılığı, saldırganlık sergileme hikâyesi, şiddete ya da suiistimale mâruz kalmış olmak) gençler arasında şiddeti destekleyen ya da özendiren bir çevrenin var olması; toplumsal yapıyla alakalı olarak da işsizlik seviyesinin yüksek olması ve uyuşturucu madde ticaretinin varlığı gibi faktörler, şiddet ortamını hazırlar.

Âile içi şiddet ise; kendini âile olarak tanımlamış grup içinde, zorlama, aşağılama, cezalandırma, güç gösterme, öfke ve gerginlik boşaltma amacıyla eşlerden birine yöneltilen her türlü şiddet davranışıdır. Âile içi şiddet, tekrarlanan bir davranıştır ve münâsebetler devam ettikçe tırmanış gösterir.

Âile içi şiddet için belli başlı risk faktörleri şunlardır:

Erkeğin işsiz olması, erkeğin alkol ve yasa dışı ilaç kullanması, eşlerin farklı dinlerden olması; erkeğin, daha önceki dönemlerde babasının annesine şiddet uyguladığına şâhit olmuş bulunması, evlilik dışı beraber yaşamalar, düşük eğitim seviyesi, erkeğin 18-30 yaş arasında olması, evde çocuklara karşı şiddet kullanılması, ailenin gelirinin yetersiz olmasıdır.

Bu saydıklarımız arasında birden fazla madde bir arada bulunursa, şiddetin gerçekleşme riski de artmaktadır. Meselâ 7-8 madde birlikte olduğunda, şiddetin uygulanma ihtimali 40 kat artmaktadır.

 Batı toplumları kadar olmasa da şiddet, bizim toplumumuzda da yaygın, ciddi ve ancak gizli bir problemdir. Şiddete mâruz kalan kadınlar, kısa dönemde yaralanma sebebiyle âcile; uzun vâdede ise, panik, öfke patlamaları, kâbuslar, uykusuzluk ile psikiyatri kliniğine başvururlar. Psikiyatri kliniğine başvuran kadınlardan % 98’i şiddete mâruz kaldığını gizlemiş, şiddete yönelik sorgulama yapılanlardan ise % 72’si durumunu açıklamaktan kaçınmıştır.

Âile içinde % 34 fizikî, % 53 sözlü, % 13 diğer şiddet türleri uygulanmaktadır. Çocukların % 46’sı fizikî şiddete mâruz kalmakta, bunların % 70’ine şiddet, bizzat kendi anne-babası tarafından uygulanmaktadır.

Ülkemizde, 4 yaşından itibaren çocukların çok miktarda dayak yedikleri, rûhî ve bedenî problemler yaşadıkları belirlenmiştir. Şiddet, çocuklarda kısa vâdede çeşitli organ yaralanmaları ve hasarlarına (kırıklar, sakatlık, yanıklar, karın, göğüs, beyin, göz yaralanmaları), orta vadede psikolojik ve davranışla ilgili bozukluklara (alkol ve madde bağımlılığı, depresyon, gelişme geriliği, yeme ve uyku bozukluğu, utanma ve suçluluk duyguları, hiperaktivite, okul başarısızlığı, şiddet ve saldırganlık temâyülü, özgüven eksikliği, kendine zarar verme ve intihar), uzun vadede ise kanser, müzmin akciğer hastalıkları, kalp, karaciğer hastalıkları gibi kronik rahatsızlıklara sebep olmaktadır. 1-4 yaş arası çocuk ölümlerinin % 3’ü fizikî şiddete bağlı olarak gerçekleşmektedir.

Eşinin şiddetine mâruz kalan kadınların, sadece % 1,2’si polise başvurmakta, gerçek mânâda şikâyetler ise, % 0,2’yi geçmemektedir. Aslında şiddete mâruz kalma ile ilgili vermiş olduğumuz istatistik çalışmaları da gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Zira şiddet vak’alarının çoğu kayıt dışıdır. Çalışmalarda kullanılan değerlendirme ölçüsü ise, maalesef ölüm istatistikleridir. Şiddetin öldürücü olmayan sonuçları daha yaygın olmasına rağmen bu, değerlendirmeye girmemektedir. Şiddet, çoğunlukla âile içinde gizli kalmaktadır.

Psikiyatrik hastalarda şiddet, maalesef sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı’na başvuran 142 hasta üzerinde yapılan bir araştırmada, kadınların üçte ikisinin en az 1 yıldır eşinden dayak yediği görülmüştür. Kadın sığınma merkezlerine başvuran kadınlar ile Bursa il merkezinde iki ayrı grup üzerinde yapılan çalışmalarda, kadınların % 84’ünün şiddete mâruz kaldığı anlaşılmıştır. (notoku.com)

Şiddet kurbanı kişide birçok rûhî bunalım ve bozukluk oluşmaktadır. Uyku bozukluğu, isteksizlik, huzursuzluk, travma sonrası stres bozukluğu, uyum bozuklukları, ağrı ve duygu durum bozukluğu, depresyon, intihar girişimi, alkol ve ilâcı aşırı miktarda kullanma, çocuklara yönelik saldırgan davranışlar görülmektedir. Kadın psikiyatri hastalarının % 50’sinde şiddete mâruz kalma durumu söz konusudur ve kadınların intihar girişimlerinin % 25’inde bir dayak öyküsü vardır. Hekimler de bu konuyu özellikle araştırmadıklarından, biyolojik temeli olmayan rahatsızlıklarla başvuran hastalara kolaylıkla “sinirsel” etiketini yapıştırabilmektedirler.

 

İnsan neden şiddet uygular?

İnsan muhteşem ve bir o kadar da karmaşık bir varlıktır. Bir davranışın sebebini tek başına şu veya bu sebebe bağlamak doğru değildir. Yukarıda şiddetin karmaşık bir durum olduğunu ve bu durumu meydana getiren risk faktörlerini özetlemeye çalıştık. Herhangi bir uyarıcı ile karşılaşan kişide duygusal bir cevap oluşur. Bu cevap, merkezî sinir sistemi tarafından değerlendirilir ve sonuç olarak “davranış” ortaya çıkarır. İnsan üzülünce ağlar, sevinince güler. İnsan beyninde duygulara tesir eden ve beynin diğer kısımlarıyla irtibata geçerek davranışlara sevk eden bölgeler bulunmaktadır. (Hipotalamus, bu sistemin merkezini oluşturup çeşitli kimyasalların salgılanmasında önemli rol oynamaktadır. Amigdala, frontal lob ve hipotalamus’un birbirine tesiri neticesinde saldırgan davranışın ortaya çıkışı ile ilgili birtakım deneyler yapılmıştır.)

Bugün daha çok “mutluluk hormonu” olarak da bildiğimiz serotonin madde alıcıları, beynin her tarafına dağılmış durumdadır. Saldırgan kişilerde beynin bu maddeyi kullanımında bozukluk olduğu tespit edilmiştir. Şiddetin en önemli sebeplerinden olan alkol tüketimi, beyinde serotonin işleyişini bozmaktadır.

İnsan beyninin ön kısmı diyebileceğimiz “frontal lob” hücrelerinin bazı duygularla (özellikle merhamet duygusu) ilişkisi olduğu düşünülmektedir. Ön lobu kaza ile parçalanmış ancak kendisi tamama yakın bir şekilde iyileşmiş kişilerde hayvanî davranışlar gözlenmiştir. Yine alkol tüketimi, ilk tahribatını “frontal lob” hücrelerinde yapmaktadır. Bir yandan serotonin işleyişine olumsuz tesiri, diğer yandan duygusal merkezle alâkalı hücre tahribatı, alkol alan bir kişide saldırgan davranışların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Alkolün tesiri geçince kişi, kendi davranışını açıklayamamakta, ancak alkol ile beraber şiddet ihtiva eden davranışlarda artış görülmekte ve iş, cinayete kadar varabilmektedir. Alkol saldırganlığa, depresif duygu durumuna ve merhamet zaafına sebep olmaktadır. İnsan beyni, o kadar karmaşıktır ki, bugün gelinen bilimsel noktada bile beynin sırları tamamen çözülememiştir. Sinir sistemimizdeki 30 milyar hücrenin yaptığı trilyonlarca bağlantının anlaşılamamasına çok da şaşırmamak gerek…

Bugün için yapılması gerekenler, şiddeti ortaya çıkaran âmillerle ilgilidir. Şiddet ihtivâ eden davranışların sebepleri incelenerek, tedavi de buna göre yapılmalıdır. İşsizliğin çözümlenmesi, alkol ve bağımlılık yapan maddelerle alakalı kanunî düzenlemelerin yapılması, şiddet davranışları ile ilgili olarak gerekli caydırıcı cezaların uygulanması, evliliğin kolaylaştırılması ve nikâhsız beraberliklerin mümkün olduğu kadar azaltılması, eğitim düzeyinin yükseltilmesi, silah satışlarının ve ruhsatsız silah taşımalarının engellenmesi, toplu ulaşım iletişim vâsıtalarının da bu konuya hizmet edecek şekilde kullanılması gerekir.

 Burada en önemli madde, insanın eğitimidir. Güzel dînimiz İslâm, eğitimini insanın psikolojik yapısını göz ardı etmeden yapmaktadır. Bir yandan doğruyu gösterirken, diğer yandan yanlışa sürükleyecek davranışlardan uzaklaşılmasını ister:

“Zinaya yaklaşmayın!..” (el-İsrâ, 32) der.

“Çoğu sarhoş edenin, azını da yasaklar.” (İbn-i Mâce, Eşribe, 10; Nesâî, Eşribe, 24, 48)

Kişiyi hataya sürükleyecek ortamlara girmekten men ederken kendi iyiliği için “sâlih ve sadıklarla beraberliği” öğütler. (bkz: et-Tevbe, 119)

Nefsin birtakım menfî özellikleri bulunduğunu ve bu menfîlikleri arındıranların felâha/kurtuluşa çıkacağını yeminlerle vurgular. (bkz: eş-Şems, 1-10)

İnsana, “en mükemmel örneği” takdim ederken (bkz: el-Ahzâb, 21), Asr-ı Saâdet insanı gibi Sevgili Peygamberimiz’in gönül ikliminden şahsiyetler dokumamızı ister. O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Muhammedü’l-Emîn’di. Emniyet ve selâmet içinde huzurla yaşanan bir toplum inşa etti. O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendi kızını diri diri gömen insanların arasından, karıncayı dahî incitmeyen, merhameti bütün mahlûkâta şâmil, güzîde bir toplum yetiştirdi. O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, en büyük mûcizesi Kur’ân-ı Kerîm ile câhiliye toplumundan bütün asırlara ışık tutacak, yıldız olacak bir “Asr-ı Saâdet Toplumu” çıkardı.

İnsanların kendisine, topluma, tabiata, kâinâta bakış açılarını değiştirerek bir beşeriyet inkılâbı gerçekleştirdi. Bugün de en çok ihtiyacımız olan şey, O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in izinden giden Hak dostları ile bu eğitim ve rehabilitasyonun devam etmesidir.

Merhum Prof. Dr. Mazhar Osman, tekke ve zâviyelerin kapatılmasıyla, psikiyatri servisinin, gelen hastaları alamayacak kadar dolduğunu söylerken, mânevî eğitimin insan rûhunda ve bedeninde yaptığı iyileştirmeyi bir hekim gözüyle ifâde etmeye çalışmış ve bu mühim gerçeğe dikkat çekmiştir.

PAYLAŞ:                

Betül Nefise İnal

Betül Nefise İnal

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle