Yâ Rab, Mededî!

Senden olmazsa inâyet, hâl yâ Mevlâ ne güç

Emr-i din gâyette müşkil, âh bu dünyâ ne güç

 

Öldürür mü âkıbet ben rû-siyâhı bu hicâb

Ölmek âsândır velâkin haclet-i ukbâ ne güç

 

Sâkiyâ mey sun ki aşk-ı yârdan, bî-tâkatım

Evveli âsân göründü, âhiri ammâ ne güç

 

Mürşid-i pâkin hemân pâyine düş, var ey gönül

Cümle düşvâr işleri âsân eder, ona ne güç

 

Bir nazarla toprağı bî-şek ederler kimyâ

Feyz-i isti’dâd lâzımdır velî Yahyâ ne güç

 

Bu gazeli paylaşmak şarttı, ama bu paylaşımın şekli hususUnda çok düşündüm. Olduğu gibi paylaşsaydım, hissetmediğimi yazmamak şiârım sebebiyle koyu bir umutsuzluk yazısı olacaktı. Çünkü Şeyh Gâlib’in “İsterim hüsnün gibi” şiiri ile paralel bir şerh vardı zihnimde... Ne ki, umutsuzluk şeytanın vasfıdır ve bizim server-i kervanımız “Dengeni bozma!” derken dengeyi bozacak sözler etmek ne demek? Nasipsizlik...

Bıraksam nadasa tesiri kaybolacaktı. Oturup karşısına yüzüne baktım saatlerce. Saatlerce... Söyleştim içimden... Şâirine gönlümden mesajlar gönderdim. İdris peygamberi andım, yazarların pîrini... Sözü güzel kılmak çabamı sundum Rabbime... Sözü güzel kılmak gerektiğine olan inancımı sundum Rabbime...

Ve nihayet işte şiir bana arkasını döndü, gördüm ki duvara bakarmışım, önünde imiş asıl manzara...

Şiiri tersten okudum...

Sözüne her daim meftun olduğum sultan-ı zaman “feyz”i ne güzel tarif eder:

“Feyz, iyiliği yapma kuvvetidir.”

Herhangi bir söz, sohbet sizde iyilik yapma kuvveti ortaya çıkarıyorsa, o söz ve o sohbetten feyz almışsınız demektir. Çıktığınızda unutuyorsanız eğer, feyz almamamışsınız...

Bu tarif ile feyz-i istidad ne ola ki?

“Toprak ol ki gül bitiresin özünde

Topraktan başka kavuşan olmadı güle”

“Bir nazarla toprağı bî-şek ederler kimyâ

Feyz-i isti’dâd lâzımdır velî Yahyâ ne güç”

Toprak isen eğer güneş nazarlı mübarek zâtlar teveccüh ederler de senden cevherler fışkırır. İyi olmak istidadında isen bir hoca elinde kıymetlenir, şekil alır, olgunlaşırsın. Kuru odundan tomurcuklar fışkırtan bahar gibi… Ama bu herkesin başardığı bir şey değil. Gayret gerekiyor, dengeli olmak, düzenli, disiplinli olmak, sağlam durmak gerekiyor...

İstidad, kişinin genlerine yerleştirilmiş enfüsî emirler oluyor ve geliştirilmezse eğer, sönüp gidiyor. Düşünün, dünya tarihinde nice yetenekli insan yaşamıştır; eğitim imkânları olmadığı için “Ben eskiden...” diye başlayan cümleyi kuran... Kendi çalışması, çevresinin tesiri, imkânları... Kristalleştirici ve felce uğratıcı tesirler... Bir tek element ile kristal oluyor yahut kömür...

  Burada, eski edebiyatın güneş ışığının toprağı altına çevirdiğine dair mazmûnu ele alınmalıdır, yoksa hiç bir şey ifade etmez. “Mazmun”lar, gerçeklikle ilişkisi olmayan tedâîler âdeta...

 

Mürşid-i pâkin hemân pâyine düş, var ey gönül

Cümle düşvâr işleri âsân eder, ona ne güç

 

Madem güç bir iş, bu istidadı harekete geçirmek ve bunun için bir feyizli nazar gerekiyor; o hâlde tertemiz bir mürşid bulup hemen ayağına düşmek, eteğine yapışmak gerekiyor. Burada irşadın târif oluşu ve pâk oluşun gönle ait bir keyfiyet olması, kelimelerin özenle seçildiğini gösteriyor. Temiz bir gönülle varacaksın o tertemiz eşiğe... O mürşid-i kâmil için zorluk yok; işini iyi yapan, eğitimini iyi veren bir hoca o... Yolu iyi bilen bir rehber... Hele de zor işler, direk ona götürülür.

 

Sâkiyâ mey sun ki aşk-ı yârdan, bî-tâkatım

Evveli âsân göründü, âhiri ammâ ne güç

 

Varıp kapısına ne denir? Buğday değil, değil mi; Yûnus gibi, yârin muhabbetine erdir denir. Güçsüz kalmış yüreklere başka ne gerek? Demek istidadın ortaya çıkması için “muhabbet”, bir kolaylık sebebi… İşleri kolaylaştıran bir iksir o… Hele de yolun başındaki kolaylığı geçip yollar dikleştiğinde, işler yığıldığında, boyunu aştığında muhabbet lazım insana... Son merhalede “aşk” lâzım insana...

 

Öldürür mü âkıbet ben rû-siyâhı bu hicâb

Ölmek âsândır velâkin haclet-i ukbâ ne güç

 

Bu örtüler, bu kesret-i dünya karatıyor insanın kalbini, kapatıyor kalbin damarlarını… Öldürür evet, lâkin bu kadar kolay teslim olmak utancı ile nasıl çıkılır Hakk’ın huzuruna?

 

Senden olmazsa inâyet, hâl yâ Mevlâ ne güç

Emr-i din gâyette müşkil, âh bu dünyâ ne güç

 

Gaflete kaptırıp gitmek kolay, imtihanları görmezden gelip yaşayıp gitmek, kolay... Dikkate alınca iş zor; kimseyi kırmadan kendin olmak, tercihlerinde başarılı olmak... Zor… Dünya ne kadar câzip, ukbâyı unutana! Dünya ne kadar parlak, ukbanın ışığını görmeyene...

Bu ise, ancak inâyetle olacak. İnâyet, Hak’tan karşılıksız gelen yardım... Tevfikte kişinin çabası da gerekiyor; ama inâyet karşılıksız, vehbî… Kesbî değil...

Dünyaya gelişle başlayan yaşamak imtihanında; yoğun ilgi, muhabbet, aşk, derken öyle bir noktaya geliyor ki insan, orası dünya denen dar boğaz… Teorik olarak öğrendiğin herşeyin pratiğini yapman isteniyor. “Birçoğunu da bağışladık!” buyruluyor. Çünkü dostâne bir tecelli ile yaratmış Rahman, kullarını.

“Yahyâ ile” dirilişi anımsatarak başlamıştık söze… Mevlâ diyerek, dostluğu hatırlatarak bitiriyoruz.

 

Senin yardımın olmazsa durumumuz çok zor, ey bizim Mevlâ’mız, dostumuz...

 

Mânevî dirilişler, her zaman zaferle neticelenmiyor. Her çatlayan tohum filizlenmiyor. Çürümek, kurumak da var. Ve hatta insanların çoğu cehâlet ve zulüm ile mâlul kalıyor. Bu müthiş imtihandan, ancak Allâh’ın yardımı ile başarılı bir şekilde çıkılabiliyor.

 

“nasrun minallâhi ve fethun karîb”

Yardım Allah’tan, fetih yakındır...

 

Fetihteki açılmanın, kötü bir hâlden iyi bir hale dönüşmek gibi bir mânâsı olduğunu da belitelim.

“Müminleri müjdele...”

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle