Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Geçtiğimiz ay hicrî, bu ay da milâdî bir yılın başına geldik. Bu dönem, senelik muhâsabe vaktimiz… Doğrularımızı ve yanlışları gözden geçirdiğimiz, eksiklerimizi fark edip kurtulmaya çalıştığımız; iyilik ve güzellikleri görüp onları arttırmaya çalıştığımız bir dönem… Biz de Şebnem olarak, aslında her sayımızda yaptığımız bu muhasebeyi ve daha güzeline ulaşma gayretini sizinle de paylaşmak istedik. Dergimizdeki değişiklikleri siz de rahatlıkla fark edeceksiniz. İnşallah her sayıda, sizlerin duâ, himmet, yazı ve görüşlerinizle hep daha güzeline ulaşma gayreti içinde olmaya çalışacağız.

* * *

Bu sayımızda, aslında uzun süredir ülkemizin gündemini meşgul eden bir meseleyi işlemeye karar verdik. Her ne kadar bazı kimseler, kadına yönelik şiddet üzerinden, İslâm’a ve Müslümanlara saldırmayı bir usul olarak benimsemişlerse de, bu konu, Müslümanların da görmezden gelip geçeceği bir konu değildir. Bazen dînî bilgilerdeki eksik veya yanlışlar sebebiyle, bazen örf ve âdetin içinin boşaltılması yüzünden, bazen eli güçlü, ama kalbi ve kafası boş nâdânlar eliyle bir zulüm işlenmektedir. Bu zulüm, çoğu kere âciz, güçsüz, kimsesiz veya bilgisiz çocuk, kadın veya yaşlılara yönelmekte ve onlar da buna biraz “kaderimiz” diye, biraz da “ne yapacağını bilememekten” kaynaklanan “tevekkülle” katlanmaktadırlar. Peygamber Efendimizin, kendisini zaman zaman çok zor durumlara düşüren hanımlarına bile hiçbir vakit bir tokat atmadığını bilen bir Müslüman, sudan bahanelerle bütün gücünü kullanarak hanımını veya çocuklarını despotça terbiye (!) etmeye çalışır mı?

İslâmiyet, bütün müntesiplerine edeb, hayâ, güzel ahlâk ve kul hakkı şuurunu vermeye çalışmaktadır. Haksız yere bir hayvana bile vurulan fiskenin, insanın âhirette karşısına çıkacağını bilen bir insan; her gün yüzüne baktığı, binbir zahmetle kendisine hizmet eden, yediren, içiren, evini temizleyen, çocuğuna bakıp büyüten bir hanıma, hangi sebeple onu hastanelik edecek şekilde şiddet uygulayabilir? Âilevî problemlerin çözüm şekli, kaba kuvvet değildir.

Âile, Allâh’ın merhamet ve sekinet yerleştirdiği bir muhabbet yuvası olmalıdır. Eğer taraflardan birisi, bu huzuru ihlâl ediyorsa, onun cezalandırma şekli de kademe kademe belirlenmiştir. Ama bu cezaların içinde gece-gündüz, keyfi istedikçe ve yorulana kadar dövmek ve hatta işkence ile öldürmek yoktur. Bir âilenin en zor durumda kalacağı, “zinâ” hâlinde bile, İslâm hukukunda fertlerin birbirini cezalandırması sözkonusu değildir. Bu ceza, ancak suçun işlendiği kesinleştikten sonra ve sadece devlet ve mahkeme eliyle tatbik edilebilir. Kişilerin, kabilelerin veya kendi arasında mahkeme kuran küçük toplulukların verdikleri kararlar ve uyguladıkları cezalar, başlı başına birer cinayettir. İslâm’da, zina için bile fertlerin tek başına “cezalandırma” selâhiyeti olmadığına göre, din adına her fırsatta eşlerini, öldürürcesine döven insanların din ve diyanetle bir alâkaları olmaması gerekir.

İşte çok yönlü ve İslâm’a bühtan etmeye varacak şekilde medyada işlenip duran bu hayatî konuyu, biz de kendi zâviyemizden işlemeye çalıştık. İnşaallah, bu sayımız da yaralara merhem olur; gönülleri ve kalpleri, İslâm’ın nûru ile aydınlatır.

Gelecek sayıda buluşuncaya kadar, Allâh’a emânet olunuz.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle