Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

 

Okul dönemi, bu ayla birlikte sona eriyor. Öğrenciler, karnelerini alıyorlar; üniversiteye girmek için gün sayan kardeşlerimiz de büyük günü sabırsızlıkla bekliyorlar. Her biri, şu ana kadar biriktirdikleriyle yüzyüze gelecek…

Hani anlatırlar ya, bir adam berbere gitmiş. Berber traşa başlamadan habire, “Acaba başımda çok beyaz saç var mı?” diye soruyormuş. Nihayet berber dayanamamış ve:

“-Az sabret, bey amca!.. Şimdi önüne dökülecek!” demiş.

İşte, bu günler, beyaz saçlarımızın önümüze döküldüğü, yapıp ettiklerimizin önümüze geldiği dönemler… Hayat, böyle nice imtihanlarla dolu… İnsanlar, her nefeste yapıp ettikleri işin faturasını ödüyorlar. Kimi kâr ediyor, kimi zarar… Kiminin yüzü gülüyor, kimi mahzun, kimi endişeli…

Âhiret hayatı da böyle değil mi zaten? Koskoca bir dünya imtihanının sonucu, hiçbir noktası atlanmadan, bir bir kayda geçmiyor mu? Ve nihayet bir gün, dünyada yaptıklarımızı kayıt altına alan “amel defterimiz” önümüze gelmeyecek mi?

“Oku kitabını!.. Bugün sana hesap sormak için bu kitap yetecek!” denmeyecek mi?

Evet, o kitabı okuduğumuzda yüzümüzün gülmesini istiyorsak, o keder ve hesap gününde endişe ve korkulardan kurtulmuş, mes’ud ve müreffeh olmak istiyorsak, bu dünyadaki “defter”imize ve “kitab”ımıza itina göstereceğiz.

Defterimize, yani amel defterimize leke düşürmeyeceğiz, yanlışlıkla damlayan lekeleri de gözyaşımızla hemen temizleyeceğiz.

Bir de kitabımıza itina göstereceğiz; Allah Teâlâ’nın bizim için gönderdiği Kitab’a… Kur’ân-ı Kerim’e… Çünkü o Kitap, içine insan sözü girmeyen, insanın zaafının ve hatalarının nüfuz edemediği yegâne kitap… Çünkü o Kitap, Allah tarafından, insanlara, yine insanların dünya ve âhiret saadeti için gönderilmiş, en son ve en mükemmel kitap… Çünkü o Kitap, muzdarip insanlığın hastalıklarına kıyamete kadar derman olacak tek ilâhî reçete…

İşte şimdi okulların kısa bir ara verdiği bu dönemde, hepimiz, Kur’ân’ın şefaat ve rahmetine koşmalıyız. Kur’ân’ı bilen, seven, anlayan ve öğreten kimselerin peşine düşmeliyiz. Onlardan bir cümle, bir kelime öğrenmek için seferber olmalıyız. Çünkü öğrendiğimiz her cümle, aslında bizim bir parçamızı tamamlayacak, bir yaramızı iyileştirecek, gönlümüzün bir odasını aydınlatacak…

Haydi, hepimiz, elele, gönül gönüle Kur’ân’ın önüne diz çökmeye… O’ndan kendimizi, hayatımızı, geçmişimizi ve geleceğimizi öğrenmeye… O’ndan Rabbimizi ve Peygamber Efendimizi öğrenmeye…

Haydi, Kur’ân okutulan, öğretilen dershânelere, kurslara, mekteplere, câmilere…

Bu işin yaşı yok, günler geçip gidiyor, bir daha telâfîsi yok… Şimdi değilse ne zaman?

Rabbimizin huzuruna çıktığımızda, “Yâ Rabbî!.. Ben seni çok seviyorum, gönderdiğin kitaba da hürmetim sonsuz, ama ben onu okumayı bilmiyorum. Anlamaya hiç vaktim olmadı!..” diyerek mi kendimizi savunacağız.

Mahcubiyetimizi oraya taşımayalım. “Bilmenin yaşı yoktur.” derler, öğrenmenin de vakti yok!.. Haydi, gençken, dinçken, konuşabiliyor ve düşünebiliyorken, dilimiz dönüyorken Kur’ân’a talebe olalım. Kur’ân-ı Kerim, bizi bekliyor.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle