Sevelim ve Sevilelim

 

Merhum Mûsa Topbaş Efendi’nin üzerinde çok sık durduğu hususlardan birisi de “sevmek” ve “sevilmek”tir. Bir hadîs-i şerifte, “Mü’min, Allah için sever ve sevilir. Sevmeyen ve sevilmeyende hayır yoktur.” buyrulmaktadır.

Gerçekten insanlar arasında ülfet ehli, güzel yüzlü, tatlı sözlü ve mülâyim olmak çok önemlidir. Çünkü insanalar kaba, sert, haşin kimseleri ve kırıcı insanları sevmezler ve onlardan uzaklaşırlar.

Kur’ân-ı Kerim’de, Peygamber Efendimizin hususiyetleri anlatılırken şöyle buyrulmuştur:

“O vakit, Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen, kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi.” (Âl-i İmran, 159)

Peygamber Efendimizin merhamet ve muhabbetle insanlara yaklaşması, elbette Allâh’ın ona ve ümmete bir ihsanıdır. Ama burada mülâyim davranmanın ve güzel yüzlü, tatlı sözlü olmanın insanları cezbeden yönüne dikkat çekilmektedir. Demek ki, insan, en doğruları, en güzelleri de anlatsa, kaba-saba insanlardan hoşlanmamaktadır. Eskiler, “Tatlı suyun başı kalabalık olur.” demişlerdir.

Aslında bu haslet, sadece insanlara bir şeyler anlatma derdinde olan muallimlerin ve hocaların dikkat etmesi gereken bir husus değildir. Bütün mü’minler, hüzün ve sıkıntılarını içine gömerek insanlara karşı mütebessim olmalıdırlar. Böylece temsil ettikleri görüş ve düşünceler, insanlar arasında daha çok revaç bulur.

Allah Teâlâ’nın yarattığı her mahlûka karşı merhametli, mülâyim, hoşgörülü ve geçimli olmak; başlı başına bir lütf-i ilâhîdir. Peygamber Efendimiz, Hazret-i Âişe’ye şöyle buyurmuştur:

“-Ey Âişe, kim ki rıfk, mülâyemet ve itidalden nasibini almışsa, dünyanın da, âhiretin de en hayırlı metâına nâil olmuş demektir.”

Sevgi, saygı, hoşgörü; insanın gönlüne huzur, kalbine inşirah verir. Böyleleri insanları incitmekten korktukları için insanlar da onu incitmeye çekinirler. Çünkü insanlar arası münâsebetler, dağdaki yankılara benzer. Çevremize nasıl davranırsak karşılığında da benzer bir mukabele görürüz.

Cenâb-ı Hak, Hazret-i Mûsâ’yı, ilâhlık iddiâsında bulunan Firavun’a tebliğ için gönderirken, ona hakikatleri “tatlı bir edâ ile, mülâyim bir şekilde” anlatmasını emretmiştir. Bizim muhâtablarımız, herhâlde Firavun’dan daha az isyankârdır. O hâlde karşılaştığımız en kötü ahlâklı insana bile mülâyemetle davranmak zorundayız. Olur ki, bizim bu davranışımız sayesinde kalbi yumuşar ve en azından bize karşı muhtemel düşmanlığını azaltır.

Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde sav. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (Fussilet, 34)

İnsanların kötülüklere karşı bile iyilikle mukabelede bulunması istenmişse, iyilik yapanlara nasıl davranılacağını izah etmeye gerek yoktur.

Kısacası mü’min, insanları ve bütün mahlûkâtı, Allah için, O’nun kulları olduğu için sevmeli, günah ve isyanla kalpleri katılaşmış kimselere de güler yüz ve şefkatle ulaşmaya çalışmalı, günahlara duyduğu nefreti, günahkâra taşımamalıdır. Belki o günahkâr kardeşine acıyarak, merhamet ve şefkatle yaklaşmalı, ayağına diken batmış bir varlık gibi, onu ruhunu kanatan o dikenden kurtarmaya çalışmalıdır.

Rabbimiz, bizi, gönlünü muhabbet, şefkat ve merhametle bütün kâinâtı kuşatacak şekilde genişlettiği kullarından eylesin. Rızâsına giden yolda, hayırlı, güzel ve kalıcı hizmetlere muvaffak kılsın.

Kendisinden hep hayır ve güzellikler gördüğümüz, merhum üstadımız Mûsa Topbaş Efendi’ye de vefâtının sene-i devriyesine denk gelen bu günlerde şükran, minnet ve duâlarımızı arz ederiz. Rabbim, mekânını cennet eylesin. Habib-i Ekrem’ine ve bütün Allah dostlarına, hepimizi komşu eylesin. Âmin.

Zâhide TOPCU

 

PAYLAŞ:                

Zahide Topcu

Zahide Topcu

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle