Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Bu sayımızda, Üçaylar iklimine de uyan bir konu ile huzurlarınızdayız: “Hicret”…

Hicret, aslında tek kelime ile, terk etmek demektir. Bir yerden ayrılıp başka bir yere gitmek… Hicreti, sıradan göç etmekten veya bir şeyi terk etmekten ayıran şey, Allah için olmasıdır. “Allah için terk etmek nedir ve nasıl olmalıdır?” derseniz; birinci gâyenin Allâh’ın dinini yaşama istek ve arzusu olması şeklinde kısa bir cevap verebiliriz. Yani, eğer bir kul, Allâh’ın dinini yaşamak istiyor ve bulunduğu çevre, ortam, şehir, ülke vb. engeller, onun bunu yaşamasına mani oluyorsa, bu çevreyi veya bu mekânı terk etmesi, Allâh’ın emir ve yasaklarını daha rahat yaşayabileceği bir çevre veya ortama girmesi hicrettir. Öyleyse bu mekân veya çevre değişikliğindeki birinci gâye, Allâh’ın dinini yaşamaktır.

Meselâ bir insan, bulunduğu yerde, kendisine dînî emirler hatırlatılıyor ve ondan bunları yapması isteniyor diye o ortamı değiştiriyorsa, bu Allah için yapılan bir hicret değildir. Yine sırf para kazanmak için, sırf eğlenmek veya evlenmek için yapılan mekân değişiklikleri de hicret değildir. Hicreti, mânâlı, değerli ve bereketli kılan, niyetin Allah rızası olmasıdır.

Hicret, birçok peygamberin yaşadığı ortak bir kader gibidir. Hemen hemen bütün peygamberler, nübüvvet vazifesi ile gönderildikleri kavimlerinin çile ve işkencelerine bütün güçleri ile dayanmışlar ve nihayetinde, tabir câizse, bıçak kemiğe dayandığında Allâh’ın izniyle başka bir mekâna hicret etmişlerdir. Böylece dinlerini daha rahat yaşamışlar ve bir mekânı daha îmanın nûru ile aydınlatmışlardır.

Peki, biz günümüzde nasıl hicret edeceğiz? Hicret, sadece peygamberler tarihinin ve siyerin geçmişte kalan bir konusu mudur? Yoksa günümüzde de her an hicret imkânı veya mecburiyeti ile karşı karşıya mıyız? Aslında hicret defteri hiç kapanmamıştır. Bir insan, her an hayatında bir şeyleri terk etmekte ve bir şeylere kavuşmak için yeni bir yere doğru yola çıkmaktadır. Çünkü hayat, hiç bitmeyen bir yolculuktur. Her an gidilecek yön değişebilmektedir. İşte tam da önümüze bir anda birkaç yolun çıktığı kavşaklarda tercihimiz hangi yoldur ve niçin? Eğer birinci gâyemiz, Allâh’ın rızası ise hicretimiz mübârek olsun. Yok, eğer, niyetimiz ve hedefimiz başka ise, er-geç istediğimize ulaşırız. Ama bu, Allâh’ın emrettiği makbul bir hicret olmayabilir!..

Gelin, hayatımızdaki öncelikleri gözden geçirelim. “Ne yapıyoruz, niçin yapıyoruz ve aslında ne yapmalıyız?” diye kendi kendimizle bir daha vicdan muhâsebesine oturalım. Herkese karşı verecek bir cevabımız, mâzeretlerimiz ve bahanelerimiz olabilir. Peki, kendi vicdanımıza da bu gerekçeleri yutturabilir miyiz? Ya da gizli ve âşikâr her şeyi bilen, kalplerin derinliklerinden haberdar olan Âlemlerin Rabbi’ne… O hâlde Rabbimizin şu suâline bir kere daha kulak verelim:

“Nereye gidiyorsunuz?” (et-Tekvîr, 26)

Sonra da Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm- gibi:

“Ben Rabbime gidiyorum!..” (el-Ankebut, 26) diyelim.

Rabbimiz, O’na olan hicretimizi kolaylaştırsın, mübârek ve makbul eylesin. Niyetlerimizi, rızâsı ile te’lif eylesin. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle